31 Ocak 2014 Cuma

Türkiye-Yunanistan nüfus mübadelesi

Muzaffer DÖNMEZ

Muzaffer DÖNMEZ

E-Posta :muzaffer.donmez@gmail.com



Aslında tarih yarın değil ama pek çok dernek yarın anma yapacağı için bende bugünden kaleme almak istedim. Kutlama diyemiyoruz.Çünkü Mübadele tarihte eşi olmayan acılarla dolu bir süreç... Ben de 3. Lozan Mübadiliyim. O günün acılarını hatırlayan 1. kuşak sayısı artık bir elin parmakları kadar. Bu konu ile ilgili 10.000lerce sayfalık yazı yazılabilir,ben kısaca konuyu ayrıntılı bilmeyenler için özetlemeye çalıştım. Eksiklerim için şimdiden özür dilerim. 
http://www.egehabercisi.com/makale/muzaffer-donmez/turkiye-yunanistan-nufus-mubadelesi/111.html

Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi veya Değişimi, 1923 yılında Lozan Barış Antlaşması'na ek protokol uyarınca Türkiye ve Yunanistan'ın kendi ülkelerinin yurttaşlarını din esası üzerine zorunlu göçe tabi tutmasına verilen addır. Bu uygulamaya Lozan Antlaşması sırasında karar verildiği için kısaca Lozan Mübadelesi de denir. Göçe tabi tutulan kişilere ise mübâdil denir. Mübadele ile 1.200.000 Ortodoks Hıristiyan Rum Anadolu'dan Yunanistan'a, 500.000 Müslüman Türk de Yunanistan'dan Türkiye'ye göç etmek zorunda kalmıştır. Mübadele kapsamına giren kişiler ile mübadele kapsamına girmeyen kişiler arasındaki ayrımın ana kıstası ırk ya da dil değil din olduğu için Rum denilenlerin arasında, Türkçe'den başka dil bilmeyen ve konuşmayan Türk Ortodoks Hıristiyan Gagavuzlar ile Karamanlı Ortodokslar, Yunanistan'dan gelen Müslümanların arasında da Türklerin yanında Drama, Kavala, Karacaova ve Kesriye'den gelen Bulgarca ve Makedonca konuşan Pomaklar, Romence konuşan Ulahlar, Rumca (Yunanca) konuşan Patriyotlar ve kendi dilleriyle konuşan Arnavutlar da bulunmuşlardır. Türkiye-Yunanistan nüfus mübadelesi kapsamında Türkiye'de sadece İstanbul kenti ile Gökçeada ve Bozcaada'da oturan Rumlar, Yunanistan'da ise sadece Batı Trakya Türkleri mübadeleden muaf tutulmuşlardır. Mübadelede Drama, Girit, Kavala, Selanik, Vodina ve Yanya'dan Türkiye'ye gelen nüfus Doğu Trakya ve Batı Anadolu'da Rum azınlığın ayrılışı ile boşalan yerlere iskan edilmişlerdir. Mübadillerin yoğun olarak iskan edildikleri şehirler Adana, Balıkesir, Bilecik, Bursa, Çanakkale, Edirne, İstanbul, İzmir, Kırklareli, Kocaeli, Manisa, Mersin, Samsun ve Tekirdağ idi. Değişimin çok büyük bir bölümü 1923-1924 yıllarında gerçekleşmiş, ancak geriye kalan az sayıda olayda 1930 İnönü-Venizelos sözleşmesine dek zorunlu göç uygulamasına devam edilmiştir. Zorunlu göç gerek Türk, gerek Yunan ekonomisinde yaklaşık 20 yıl süren ağır bir krize yol açmıştır.
1923 ile 1927 yılları arasında illere göre iskan edilmiş mübadil sayıları.[]
İl
Mübadil sayısı
İl toplam nüfusu (1927) 
Adana
8,440
227.718
Çanakkale
11.638
181.753
Isparta
1.175
144.437
Mersin
3.330
119.107
Afyon
1.045
259.377
Cebeli Bereket
2.944
107.694
İstanbul
36.487
794.444
Muğla
4.968
175.390
Aksaray
3.286
127.031
Çorum
1.570
247.926
İzmir
31.502
526.065
Niğde
15.702
166.056
Amasya
3.844
114.884
Denizli
2.728
245.048
Kars
2.512
204.846
Ordu
1.248
202.354
Ankara
1.651
404.720
Diyarbakır
484
194.316
Kastamonu
842
336.501
Samsun
22.668
274.065
Antalya
4.920
204.372
Edirne
49.441
150.840
Kayseri
7.280
251.370
Şanlıurfa
290
203.595
Artvin
46
90.066
Elazığ
2.124
213.777
Kırklareli
33.119
108.989
Şebinkarahisar
5.879
108.735
Aydın
6.630
212.541
Erzincan
116
132.325
Kırşehir
193
126.901
Sinop
1.189
169.965
Balıkesir
37.174
421.066
Erzurum
1.095
270.426
Kocaeli
27.687
286.600
Sivas
7.539
329.551
Bayazıt
2.856
104.586
Eskişehir
2.567
154.332
Konya
5.549
504.384
Tekirdağ
33.728
131.446
Bilecik
4.461
113.660
Gaziantep
1.330
215.765
Kütahya
1.881
302.436
Tokat
8.218
263.063
Bitlis
3.360
90.631
Giresun
623
165.033
Malatya
76
306.882
Trabzon
404
290.303
Bolu
194
218.246
Gümüşhane
811
122.231
Manisa
13.829
374.013
Van
275
75.329
Burdur
448
83.614
Hakkari
310
24.980
Maraş
1.143
186.855
Yozgat
1.635
209.474
Bursa
34.543
401.595
Hatay
1.037
Mardin
200
183.471
Zonguldak
1.285
268.909
Türkiye
456.720
13.648.270
 

30 Ocak 2014 Perşembe

YARATICI DÜŞÜNME Bölüm 2




E-Posta : muzaffer.donmez@gmail.com
Herhangi bir şeyi yapmak için önce onun yapılabileceğine inanmanız gerekir. Böylece yaratıcı düşüncelerin yolu açılır. Her şey hayalle başlar,Allah zaten her şeyi eksiksiz yaratmış,bize sadece arayıp bulmak kalıyor. SİZ İNANDIĞINIZ ZAMAN, AKLINIZ O ŞEYİ YAPMANIN YOLLARINI BULUR. Bir şeyin imkansız olduğuna inanırsanız, aklınız bunun neden imkansız olduğunu ispatlamak üzere çalışmaya başlar. Ama bir şeyin yapılabileceğine inandığınızda, aklınız onu yapmak üzere çözümler bulmanıza yardım etmek için çalışmaya başlar. Her şeyin başında ne istediğini tam olarak bilmek gelir GELENEKSEL DÜŞÜNCEYİ AŞMAK İÇİN Yeni fikir ve önerilere açık olun. İşe yaramaz, yapılamaz, hiçbir değeri yok gibi kelimelere aldırmayın. Yeni şeyleri deneyen bir kişi olun. Sabit, rutin şeylere takılı kalmayın. İlerici olun, gerici olmayın. Nasıl daha iyi yapabilirim? Arayışında olun. Sormayı ve dinlemeyi öğrenin. Kişi ne kadar büyükse, sizin konuşmanızı sağlamak üzere sizi cesaretlendirme eğilimi de o kadar fazladır. Ne kadar küçükse de size öğüt verme eğilimi o denli yüksektir. BÜYÜK İNSANLAR DİNLEMEYİ, KÜÇÜK İNSANLAR KONUŞMAYI TECİH EDER Kendinizi geliştirmek için; 1. Mesleğinizle ilgili profesyonel bir gruba katılın. 2. Mesleğinizle ilgisi olmayan profesyonel bir gruba katılın. Çevrenizde insanların sadece konuştuklarını görüyorsunuz.Bilgisi,fikri olmasa da insanlar devamlı konuşuyor.Siz dinlemeyi de öğrenin.Gerçek anlamda dinleyici olmak bir meziyettir. KENDİSİ NASIL GÖRÜYORSANIZ SİZ O´SUNUZ Her zaman giyiminize,temizliğinize,traşınıza-makyajınıza özen gösterin.Bunun karşılığını her zaman alırsınız. Kendinizi ne kadar iyi paketleyip sunarsanız, o kadar kabul görürsünüz.Ama dışı süslü paket,içi boş kutu olmayın. Görünümünüz sizinle ve diğer insanlarla konuşur. Bu şekilde seçtiğiniz arkadaşlarınızda aynı düzeyde insanlar.Unutmayın,arkadaşlarınız sizden daha üstün olursa sizi çeker yukarı taşır. Yanlış ama insanlar görüntüsüne göre yargılanıyor. Ne olduğunuzu düşünüyorsanız osunuz. Siz,kendinize ne kadar değer verirseniz başkaları da size o kadar değer verir.
www.egehabercisi.com 

BÜYÜK DÜŞÜNÜN Bölüm 1



E-Posta : muzaffer.donmez@gmail.com
Bölüm 1 BÜYÜK DÜŞÜNÜN Yaşanan son olaylar gösteriyor ki,amaçsız boş yaşayan gençlerimiz dışında bu ülke de hem bugün hem de yarın için ne istediğini bilen,onurlu,yeri geldiğinde haksızlıklara karşı durabilen,liderliğe aday gençler yetişmekte. Elbetteki bu eylemlerde üzücü olaylarda yaşadık,ancak bu serseriler her zaman her yerdeler;maç sonrası,grev de,konser çıkışı vs. vs… Bunları saymazsak gençler son zamanda ümit var olduğumuzu gösterdi. Tayyip en fazla 5 sene sonra unutulup gidecek ama bu gençler ülkemizin aydınlık yüzü olarak yola devam edecekler.Hemde etnik köken,dil-din ayrımı yapmadan önce vatan diyerek. Bu nokta da bu kardeşlerimize bildiklerimizin ve öğrendiklerimizin bir kısmını aktarmak istiyorum. Hem siyasette hem de iş hayatında yardımı olursa ne mutlu bana. Ancak,bu yazıyı birkaç bölümde ancak size sunacağım.Amacım sizleri sıkmadan bir şeyleri aktarabilmek.BU GÜNLÜK 1. BÖLÜMÜ YAYINLIYORUM. BİLGİ VE AKIL Sadece bilgi depolamak için değil, düşünmek için aklı kullanmak gereklidir. Fikirlerden yararlanmak ve onları geliştirmek. Ön yargılardan kurtularak yanlış bilgilerden bile nasıl doğruyu bulacağını aramak. Her zaman canlı, coşkulu olmak. Diğer insanların desteğini sağlamak,ihtiyaç duyulduğunda destek olmak. Girişimciliği geliştirmek. Her engelden bir şey kazanmak,her düştüğünde hızla kalkmak. Hatalardan pay çıkarmak,suçlu aramak yerine çözümleyici olmak. Kesin hedefler belirleyerek tüm enerjimizle üzerine gitmek. BAŞARI İnanç yol ve yöntemler ile nasıl yapılırı bulmak üzere insanı harekete geçirir. Başaracağınıza inanmanız başkalarının size güven duymalarına neden olur. İnanın, gerçekten inanın, başarabilirsiniz ve başaracaksınız. Şunu bilin ki dünya da herkes size karşı da olsa düşünceleriniz doğru ve adil olduğu sürece her şeyi değiştirebilirsiniz. Herhangi bir şeye olmayacak tavrı ile başlarsanız başarısızlık sırtınızdaki ceket olur. Endişeleri düşünürsen, başarısız olursunuz. Zaferi düşünürsen, başarılı olursun. Lidere saygı duymak iyidir. Ondan öğrenin. Onu gözleyin. Onu inceleyin. Ama ona tapmayın. Daha iyi olabileceğinize inanın. Kişi sadece kendi düşüncelerinin ürünüdür,kendinizi nasıl görüyorsanız insanlarda öyle görecektir. Girişimcilik ruhu çok önemlidir. Kendinize inanın güzel şeyler olmaya başlar. İNANÇ GÜCÜNÜ GELİŞTİRMEK 1. Başarıyı düşünün, başarısızlığı düşünmeyin. 2. Kendinize hep düşündüğünüzden daha iyi olduğunuzu anımsatın. 3. Büyük düşünün. Neden bazı insanların bir çok arkadaşı var da bazılarının bir kaç tane var? İnsanlar neden bir kişinin söylediğini memnuniyetle kabul ediyor da, aynı şeyi söyleyen bir başkasını dikkate almıyorlar? Neden A kişisini insanlar yüzyıllardır hatırlıyor da,B kişisini 1-2 yıl sonra unutuyor? ZEKA Önemli olan ne kadar zekaya sahip olduğunuz değil, sahip olduğunuz zekayı nasıl kullandığınızdır. IQsu 100 olan olumlu, iyimser ve işbirliği yapan kişi IQsu 120 olan olumsuz, karamsar ve işbirliği yapmayan kişiden daha çok saygı görür ve daha büyük başarılar elde eder. Bilgiye nasıl ulaşabileceğini bilme yeteneği, aklı gerçekleri depolamak için kullanmaktan çok daha önemlidir. Problem çözebilecek, yeni fikirler üretebilecek insanlar lazım. Düş kurabilen, sonrada düşüyle pratik uygulama geliştiren insanlara ihtiyaç vardır.Gereksiz ve sadece konuşan insanlarla zaman kaybetmeyin. Bilin ki bazıları konuşur,bazıları yapar. Bir ağabeyimin bana gençken bir tavsiyesi vardı;Hayatta 2 tip insan vardır derdi.Lokomotifler ve vagonlar.Vagon olmak kolaydır,nasıl olsa bir lokomotif gelir ve çeker götürür(buna koyun sürüsü örneğini de ekleyebilirsiniz)Sen,lokomotif ol. KENDİNİZE GÜVEN DUYGUNUZU GELİŞTİRİN Nelerden korkarız ve neden? İçinizdeki korkuyu yenmelisiniz. Eylem korkuyu tedavi eder. Öte yandan kararsızlık, erteleme korkuyu besler büyütür. Zor problemlerle karşılaştığımızda, harekete geçene dek korku içinde bekleriz. Umut başlangıçtır. Ama zafer kazanmak için umudun harekete gereksinimi vardır. Bellek bankanıza sadece olumlu düşünceler yatırın. Olumsuz düşünceler zihinsel ve bedensel olarak sadece sizi yap. Endişe gerilim ve aşağılık duygusu oluşturur. Bellek bankanızdan sadece olumlu düşünceler çekin. GÜVEN GELİŞTİRMEK İÇİN 1. En ön sırada olun. Pek çok insan arkada oturmak için mücadele eder. Niçin? Fazla dikkat çekmemek için. Çünkü kendilerine güvenleri yoktur. Önde oturmak güven getirir. 2. Göz teması kurmaya çalışın. Gözünüzün içine bakmayan insan hakkında, şu sorular akla gelir: • Ne saklamaya çalışıyor? • Neden korkuyor? • Bir şey mi söylemek istiyor? Göz temasından kaçınırsanız kendiniz hakkında iyi bir şey söylemiş olmazsınız. 3. Yüzde 25 daha hızlı yürüyün. Darbe yemiş, yoksulluk içindeki insan ayaklarını sürükleyerek ve tökezleyerek yürür. Kendine güveni sıfırdır. Yürüyüş biçiminiz ufaktan bir yarış olsun, size güven verecektir. 4. Düşüncelerinizi çekinmeden söylemeyi öğrenin. Toplantılarda gönüllü olarak bir şey söyleyin. Yorum yapın. Öneri getirin. Soru sorun. Susan insan olmayın. 5. Gülümseyin. Gülümsemenin gücünden yararlanın. Düşüncemizin büyüklüğü, başarımızın büyüklüğünü belirler. DÜŞÜNCE ŞEKLİ Kelimeler düşüncelerin mamülleridir. Büyük düşünenler gerek kendi, gerekse başkalarının zihinlerinde olumlu, ileriye dönük, iyimser tablolar yaratmada uzmanlaşmış kişilerdir. Dünyanın bize verdiği not, bizim kendimize biçtiğimiz değerle neredeyse aynıdır. 1. Kendinizi ucuza satmayın. Sahip olduğunuz meziyetlerin üstünde yoğunlaşın. Siz düşündüğünüzden daha iyisiniz. 2. Büyük düşünenlerin sözlüğünü kullanın. Zafer, Umut, Mutluluk, Zevk, vb. kelimeler. 3. Vizyonunuzu zorlayın. Sadece ne olduğunu değil, ne olabileceğini de görün. Nesnelere, insanlara ve kendinize değer katın. 4. İşinizi önemseyin. Mükemmel yapın. Daha iyi nasıl yapabilirim? 5. Sıradan şeylerin ötesinde düşünün. Kendinize şunu sorun: “ Gerçekten önemli mi? ” İyi bir konuşma yapmak için ne gerekir? Konuşacağı şey konusunda yeterli bilgiye ve onu diğer insanlara anlatmak için yoğun bir isteğe sahip olunmalı. “ Ben işimi yapıyorum ve bu bana yeter. ” tutumu küçüktür ve olumsuz bir düşüncedir. Nesnelere sadece olduğu gibi değil, nasıl olabilecekse o şekilde de bakın. Hayalde canlandırma her şeye değer katar. Büyük düşünen kişi her zaman gelecekte ne yapabileceğini hayalinde canlandırır. Mevcut duruma takılıp kalmaz. Müşteriyi keserseniz bir daha yumurta alamazsınız. Ne olabileceğini de görün. Sadece olanı değil. DEĞER VERME İnsanlara değer verin. Kendinize değer verin. Olumsuz bir tutum içine gireceğinizi hissettiğiniz an kendinize sorun; “ Gerçekten önemli mi? Kavga etmeye değer mi? ” 
http://www.ufuktarhan.com/gunluk_detay.asp?id=347

BEN MESAJLARI



İnsanlar his ve düşüncelerini anlatabilmek için iletişime girmek zorundadırlar. Hepimiz hayatımızda arkadaşlarımızın, çocuklarımızın, akrabalarımızın ve komşularımızın hoşlanmadığımız davranışlarını onlara bildirmek zorunda kalmışızdır. Bunu yaparken de epey zorlanmışızdır. Çünkü olumsuz bir tavrı karşı tarafa bildirmek risklidir. Karşı tarafı incitebiliriz, onda nefret hissinin uyanmasına vesile olabiliriz veya ters bir tepkiyle karşılaşabiliriz. İşte bu durumlarda iletişimin etkili olabilmesi için bazı metotlar kullanırız. Bunlardan birisi de “ben mesaj”dır.

Ben mesajının geniş çerçevede tanımını yapabilmek için “sen mesajı” ile birlikte ele almamız gerekmektedir. Ben mesajı, karşı tarafın olumsuz bir davranışını ona bildirirken nazarları kendi üzerimize çekip ben merkezli his ve düşüncelerimizin aktarılmasıdır. Burada sen mesajının tersi kullanılır. Sen mesajı ise, davranışta bulunanın davranışını kendi kusur ve noksanlıklarından kaynaklandığını hissettirilmesidir. 

Örnek:
Çocuklardan birisi sınıfa geç kaldığı zaman öğretmen, çocuğun geç kalma davranışının sonucunun kendi üzerindeki tesirini anlatır. Yani çocuğa “senin geç kalman ve dersi bölmen ile benim dikkatim dağılıyor, konsantrasyonum bozuluyor. Dersi yeterli verimlilikte anlatamıyorum, arkadaşlarında dersi eksik anlıyor” türünden bir mesaj ben mesajıdır. Burada öğretmen davranışın sonucunun kendi üzerindeki tesirini anlattı. Fakat şu şekilde de söyleyebilirdi; “senin sınıfa geç kalmanın asıl sebebi, senin ihmalkarlığın, terbiyesizliğin ve tembelliğinden kaynaklanıyor. Bir daha sınıfa geç kalma!” 

Yukarıda iki tür mesaj gördük. İlk mesajda davranışın sonucu anlatanı kendi his ve düşüncesi çerçevesinde karşı tarafın şahsiyetine yönelmeyerek anlatıldı. Burada çocuğa karşı taraftaki insanların durumları anlatılarak çocuğun empati duygusuna vurgu yapıldı. Bu durumda çocuk kendisini öğretmen ve arkadaşlarının yerine koymaya başlar. Çocuk, empati duygusunun kışkırtılmasıyla hatasını anlar, hatasını daha kolay kabul eder ve davranışını düzeltebilir. Savunmaya geçmek zorunda da kalmaz.

Fakat ikinci mesajda ise, çocuğun direkt şahsına bir saldırı olduğu için çocuğun buradan yanlış yorumlara gitmesi ihtimal dahilindedir. Öğretmenin çocuğun şahsiyetine söz söylemesi çocuğun gururunu incitecektir. Öğretmen haklı da olsa çocuğun incinmiş ruh hali hatasını kabullenmesini zorlaştıracaktır. Bu durumda çocuk öğretmenine karşı sert ve ön yargılı bir tutuma gider. Hatta belki de öğretmenin bu davranışından hoşlanmadığını fark ederek intikam almak için bu davranışını bilinçli olarak tekrarlayacaktır. Öğretmenle çocuk arasında bir güven eksikliği olduğundan derslere de gerekli dikkati göstermeyecektir. 

Bütün bu olumsuzluklar gözönüne alınarak sen mesajından ziyade ben mesajı kullanımaya dikkat edilmelidir. Fakat her zaman da ben mesajının kullanılması doğru değildir. Bazı insanlar, ben mesajının verdiği mesajı anlamakta zorluk çekebilirler. Karşı taraftaki insanı pasif olduğu için ben mesajı kullandığı hükmüne varabilirler. İçlerimde bulundukları paradigma onların doğru algılamasını zorlaştırır. Bu durumda kişiye sen mesajının kullanılması daha doğrudur. Bu şekilde karşı tarafı sarsarak paradigmasını kırmalı ve kendi hatası üzerinde düşünmeye yönlendirmeliyiz. 

Yukardaki örneğe tekrar dönelim. Çocuk geç kaldığında öğretmen çocuğa birkaç kere ben mesajı ile iletişimde bulunur. Fakat bu çocukta vurdumduymazlık oluşturabilir. Öğretmenini pasif ve korkak olarak değerlendirebilir. Çocuğun içersinde yanlış bir gurur oluşturur. İşte bu durumda çocuğun kusur ve noksanlığı gösterilerek yani “sen mesajını” kullanarak çocukta bir sarsıntı meydana getirmek doğru bir hareket olabilir. 

Ben mesajının çatısı nasıl kurulur?

Hoş olmayan hislerimizi karşı tarafa iletmemizin asıl sebebi karşı tarafın davranışının sonucundan kaynaklanır. Yani davranışın sonucunun bizi engellemesidir. Çocuk eğer izinli olarak geç kalsaydı buna hazırlıklı olduğumuzdan bu davranışın sonucu bizi rahatsız etmeyecekti. Fakat haberimizin olmadığı bir ortamda böyle bir davranışın sonucu hem biz hem de sınıfı rahatsız etti. Çocuğa ben mesajında sonuç gösterilmelidir. Çatı buna göre kurulur. 

Ben mesajının üç kısmı vardır :
a) Bizi engelleyen davranışı açıklamalıyız,
b) Davranışın bizde uyandırdığı hissi anlatmalıyız,
c) Davranışın sonucunu anlatmalıyız.

Yukardaki örneği bu formata uyduracak olursak;
Davranışın açıklanması:
Geç kaldığın zamanlar...
Bizde uyandırdığı hisler:
Benim ve sınıfın dikkati dağılıyor ve benim konsantrasyonum bozuluyor.
Davranışın sonucu:
Bu benim verimimi düşürüyor ve sınıfın dersi anlamsını zorlaştırıyor.

Bazen bu çatı tamamen bu şekilde oluşturulmayabilir, hisler anlatılmayabilir. Fakat sonuç her zaman gösterilmelidir. 
http://www.ufuktarhan.com/gunluk_detay.asp?id=356

NEVROTİK KİŞİLİKLER…


İnsanlar, istekleriyle koşullar arasındaki çelişkilerden duydukları kaygıyı bir biçimde örtmeye çalışırlar. Bu örtme biçimleri olarak da, inkâr etme, uyuşturma ve kaçınmayı kullanırlar. 
Ancak bu yolları kullanıp da kaygılarını kendilerinden uzaklaştırırken de farkında olmadan “nevrotik bir kişilik” kazanırlar. “Nevrotik kişilik” hangi durum ve koşulda olursa olsun belirlediği davranışları göstermekten kendini alamayan kişiliktir. Nevrotik kişilerin davranış biçimleri belirlidir, başka bir davranış gerektirse de bunu yapamazlar. 
Karen Horney, bu “nevrotik kişilikler”in en çok üç biçimde görüldüğünü belirtiyor. 
Birincisi, ´çevre onayına bağımlı kişilik´tir. Bu kişiliği kazanmış birisi için en önemli konu, “başkaları tarafından sevilmek´tir. Bu davranışla kendi kaygılarını yatıştırmayı, kendisine kimseden zarar gelmemesini amaçlar. Ancak, kendi düşüncesine göre, “o herkesin iyiliğini isteyen, herkesin yardımına koşan birisi”dir. Gerçekten de böyle davranır. Herkesin derdini çözmek için uğraşır, başkaları istesin ya da istemesin, aldırmadan yardım için koşar. 
Özellikle “birisinin” kendisini sevmesi, beğenmesi için çaba gösterir. Ona bağımlı olmanın bütün özelliklerini gösterir, onun istediklerini yapar, istemediklerinden kaçınır. Bu davranışlarıyla hedeflediği “beğenilmek ve sevilmek”tir. 
Bu kişiliğin bizim kültürümüzde nasıl onaylandığını, nasıl örnek gösterildiğini anımsarsak, sosyal kültürümüzün “bağımlı kişilik” ödüllendirmesini daha iyi anlayabiliriz. Bu davranışların tümü de, kişinin kendi kaygısını bastırmak, kaygısından kurtulmak için gösterdiği davranışlardır. 
Burada önemli olarak, “normal kişilikli insan”ın da beğenilmek ve sevilmek isteyeceğinin bilinmesidir. Ancak, “normal kişilikli insan”, beğenilmek ve sevilmek için ne pahasına olursa olsun çaba göstermez, aradaki önemli farklılık budur. 
“Nevrotik kişilik” için ikinci model, “üstün olmaya dayalı saldırgan kişilik”tir. Bu kişilik sahibi için, dünya birbirinden üstün olmaya çalışan düşmanların yaşadığı bir arenadır. 
Çevresindeki herkes potansiyel bir düşmandır (rakip). Çevresindekiler onun zayıf yanlarını kollamaktadır, hiç kimseye güvenmemek gerekir, başarılı insanın dostu olmaz. “Homo homini lupuş- İnsan insanın kurdudur”. Bu durum da başkaları onu yeneceğine o başkalarını yenmelidir. Başarılı olmak, başkalarını yenerek daha üstün olmaktır. Bunun için de kimseye güvenmemeli, çevresini kontrol altında tutmalıdır. Bu kişiliğin bütün davranışlarının hedefi, çevresini kontrol altında tutabilmektir. Kontrol altına alamadığı kişileri yabancı görür, saldırılması gereken hedefler olarak algılar. Eğer entellektüel düzeyi yüksekse bu tavrını “uzak duruşlu yapay bir nezaket çerçevesi”ne oturtur, bu durumda da asıl hedefini gizleyebilir. 

Üçüncü nevrotik kişilik tipi de “kaçınan kişilik” olmaktadır. Bu kişilik sahibi insan da “göze çarpmaktan, üstün olmaktan, dikkati çekmekten kaçınmaktadır.” Kaygılarını bastırmanın yolu olarak herkesten ve her şeyden uzak durmayı seçmiştir. Çevresine görünmeyen bir çember çizer ve kimseyi oradan içeriye sokmaz. Hiçbir yarışmanın yarışçısı değildir, hiçbir rekabetin içine girmez, başarılı olmaktan kaçınır. İnsanlardan uzaktır, kendini yalıtmıştır ve ona yönelecek tehlikelerden böyle korunmaktadır.
“Normal kişilikli insan” da sırasında saldırganlaşır, sırasında kaçınır, sırasında sevilmek ve beğenilmek için yakınlaşır. Ancak, normal kişilik, bütün bunları yerinde, zamanında, sırasında yaparken, “nevrotik kişilik”, durumlar, koşullar, kişiler nasıl olursa olsun yalnız kendini koruduğuna inandığı davranışı göstermektedir. Aradaki bu çok önemli fark gözden kaçırılmamalıdır. 
Karen Horney hem kendimizi hem de çevremizi aydınlatırken çok önemli bir işlevi yerine getirmektedir. Hepimiz kendimize ve çevremize yeniden bakalım. 
http://www.ufuktarhan.com/gunluk_detay.asp?id=357

Pazarlamaya-yeni-bir-boyut-noromarketing




Karar verme eğilimlerimizi bilimsel bir yolla açıklayan, “bilim ile pazarlamanın evliliği” olarak da tanımlanan Nöromarketing, klasik pazarlama yöntemlerinin dışına çıkıyor.
02 Ağustos 2013 Cuma 16:11

Satın almayı tetikleyen verilere ulaşmada önemli bir veri kaynağı olan Nöromarketing, perakende sektöründe fark yaratmak isteyen markalara da önemli ipuçları veriyor Uğur TATLI Tüketicilerin satın alma kararlarının arkasındaki bilimsel nedenleri inceleyen bir yöntem olan Nöromarketing´de beyin, üç bölüme ayrılarak inceleniyor. Yeni beyin, yani korteks düşünüyor, rasyonel verileri işliyor ve entelektüel süreçlerden sorumlu oluyor. Orta beyin; hissediyor ve duyguları işliyor. Eski beyin ise karar verici konumunda yer alıyor. Eski beyin, diğer adıyla sürüngen beyin veya reptilian adı verilen bölge hayatta kalmamızla ilgili kararlarda önemli yer tutuyor. Bu kararlar ise mantıkla değil, duygularla veriliyor. Yapılan son çalışmalar beyindeki satın alma kararının rasyonel gerekçelerle değil duygularla verildiğini gösteriyor. Kısacası eski beyni etkilememiz için duygulara hitap etmemiz gerekiyor. Nöromarketing ise eski beyni etkileyen süreçleri ve satın alma kararlarının arkasındaki perdeyi aralıyor. Karar verme süresi 5-7 saniye arasında değişiyor Nöromarketing konusunda önemli çalışmalar yapan Sales Brain´in kurucu ortağı Christophe Morin, Nöromarketing´in genel işleyiş prensiplerini anlatarak şunları söyledi: “Nöromarketing, satış mesajlarımıza veya pazarlama stratejilerimize müşterinin beyin perspektifi açısından bakmamızı sağlayan bir paradigma dönüşümü. Karar verme süreçlerimizi inceleyen en yeni ve hızla büyüyen bir alan. Biz pazarlamacılar, uzun yıllar müşterilerimizin bize aktardığı görüşlerin doğru olduğuna inandık. Tüketicilerin mesajları aldıklarında beyinlerinde gerçekten neler olup bittiğinin farkında olduğunu düşündük. Bilincin kontrolümüz altında olduğuna inanıyorduk. Ancak özellikle son 10 yılda gerçekleştirilen bilimsel çalışmalar bizlere karar verme süreçlerinin çok farklı işlediğini ve tüm kararların yüzde 85 oranında bilinçaltının etkisiyle verildiğini gösterdi.” Nöromarketing´in klasik pazarlamadan ayrılan yönlerine de değinen Morin, “Şimdiye kadar şirketler tüketicilerin isteklerini ya onları gözlemleyerek ya da doğrudan kendilerine sorarak öğreniyorlardı. Ancak özellikle son 10 yılda yapılan bilimsel araştırmalar bize gösterdi ki pazar araştırması ya da odak gruplar gibi geleneksel yöntemler tüketicilerin gerçek düşünce tarzını anlamakta yetersiz kalıyor. Geleneksel araştırma yöntemleri tüketicilerin yanıtlarının doğru ve samimi olmasına dayanıyor. Ancak tüketiciler de gerçekte ne istediklerini bilmiyorlar. Kararlar büyük oranda bilinçaltında veriliyor. Nöromarketing araştırma yöntemlerini uygularken tüketicilere yine belirli sorular soruluyor veya uyaranlar gösteriliyor. Ancak bu araştırmalar sırasında onların söylediklerine değil, beyindeki değişiklere veya vücuttaki fizyolojik değişikliklere bakıyoruz. Nöromarketing araştırmalarında kullanılan´eye tracking´ ´voice analysis´ (ses analizi), ´facial decoding´(ifade çözümleme), EEG (elektroensalogra) ve MRI gibi yöntemler var” şeklinde konuştu. Nöromarketing´in perakende sektörüne önemli katkıları olacağının altını çizen Morin, “Tüketicinin market zinciriyle duygusal bir bağ kurmuş olması çok önemli. Nöromarketing yöntemleri hem müşteri davranışlarını incelemek hem de daha uygun koşullar hazırlamaya yardımcı olmak amacıyla kullanılabilir. Araştırmalar marketlerde alışveriş sırasında tüketiciye ne kadar çok tercih sunulursa, o kadar az para harcadığını gösteriyor. Çeşit veya uyaran artıkça ilgi azalıyor. Alınacak ürüne karar verme süresi 5-7 saniye arasında değişiyor. Rafların önünde ne kadar çok süre harcanırsa harcansın karar verme süresi aslında çok kısa. Bu aşamada raf tasarımı, paketlenme ve markanın sunumu ve tüketicinin marka ile kurmuş olduğu duygusal bağ büyük önem taşıyor. Bir ürünü satın almak bilinçli bir karardan çok ritüel haline gelmiş bir davranıştır. Bu nedenle marketlerde müşteri deneyimi çok önemli” açıklamasında bulundu. Çarpıcı sonuçlar elde ediliyor Nöromarketing´le ilgili dünyada yürütülen bilimsel araştırmalarda EEG, fMRI, Eye-Tracking gibi yöntemlerin kullanıldığını belirten PTMS Kurucu Ortağı Dr. Kıvılcım Kayabalı, “Bu bilimsel yöntemleri kullanan markalar, reklam filmi ve logoların beynimizin farklı bölgelerinde oluşturduğu etkiler izliyor, çarpıcı sonuçlar elde ediyor. Bazı pazar araştırması firmaları da tüketicilerin kullandıkları ürünler, bağ kurdukları markalar ve iş yaptıkları şirketler hakkında neler hissettiğini bu bilimsel yöntemler yardımıyla bilinçdışı veriye ulaşarak tüketicilere herhangi bir soru sormadan ortaya koyabiliyorlar. Zaten yine araştırma sonuçlarından biliyoruz ki sorulan sorulara verilen cevaplar, her zaman gerçeği yansıtmayabiliyor ve yanıltıcı olabiliyor. Bu alanda gerçekleştirilen tüm araştırmaların sonuçları şunu gösteriyor; satın alma kararlarımızı duygularımızla veriyoruz ve aslında neyi istediğimizin bilinçli olarak farkında değiliz. Satın alma kararlarında bilinçaltı faktörlerin etkisinin yüzde 85 civarında olduğu artık biliniyor. Nörobilim ile ilgili bilgilerimize her geçen gün bir yenisi ekleniyor ve Nöromarketing akademik düzeyde giderek önem kazanan bir alan durumuna geliyor” açıklamasında bulundu. Markaların, ürünlere göre daha fazla önem kazandığını anlatan Kayabalı, sözlerine şöyle devam etti: “Doğal olarak bir marka ne kadar çok fiziksel işaretleyici taşıyorsa, tüketicinin gözünde o kadar büyük bir haz nesnesi haline gelebiliyor. Şekiller, renkler, sesler, hatta kokular ve dokular, bir markanın bileşenleri olarak tüketiciye o ürünün veya hizmetin verdiği hazzın çok daha fazlasını sunuyor. Günümüzde farklı araştırma sonuçları, reklamcılıkta en etkili unsur olarak görülen logonun aslında en az etkili unsur olduğunu gösteriyor. Çünkü ister kırmızı bir spor araba, ister romantik bir yalnız kovboy imajı olsun, sigarayı çağrıştıran görüntüler herhangi bir sigara logosundan çok daha güçlü ortaya çıkıyor. Bunun farkında olan birçok şirket logosuz reklam yapmaya başladı bile. Duygusal markalandırmayı her geçen gün daha fazla görüyoruz. Örneğin Amerika´da tüm Abercrombie mağazalarında aynı kokuyla karşılaşıyoruz. Bugün dünyada birçok tanınan marka mağazalarında kendiyle özdeşleşmiş kokular kullanıyor. Nöromarketing araştırma yöntemleri ile koku, ambalaj, reklam, müzik, ürün, logo gibi bir uyarıcı karşısında tüketicilerin beyinlerinde oluşan tepkilerin saniye saniye ölçülmesi sonucunda, uyarıcının yarattığı hisler artık analiz edilebiliyor.” Dünyada ve Türkiye´de yaygınlaşıyor Nöromarketing araştırmalarının dünyada ve Türkiye´de yaygınlık kazandığını dile getiren Kayabalı, “Bunun nedeni ise Nöromarketing´in tüketicilerin pazarlama iletişimi araçlarına verdikleri bilinçdışı tepkiyi yüksek güvenilirlikle ve biyolojik verilerle ölçümleyebilmesi. Tüketicilerin herhangi bir görsele ne kadar dikkatle yaklaştığı, onunla nasıl bağ kurduğu, ne kadar hatırladığı deneklere soru sormadan, düşük bir varyansla, bilimsel olarak tespit edilebiliyor. Nöromarketing araştırmalarının önemli farklarından biri de küçük örneklem yapısıyla geleneksel araştırmalara göre kat kat hızlı ve güvenilir sonuç elde edilmesi” tespitinden bulundu. Kayabalı, sözlerine şöyle devam etti: “Nöromarketing, pazarlama alanında yeni ve umut verici bir dal olarak ortaya çıktığında bazıları bunun manupülatif bir teknik olduğunu düşünmüş olabilir. Ancak beyindeki karar verme mekanizmasını çözmek, kendi karar verme şeklimizin de farkına varmamıza yardımcı olacak. Bu çalışmalardan elde edilen bilginin daha kaliteli ve müşteri ihtiyaçlarına, isteklerine çok daha iyi cevap verebilen ürün ve hizmetlerin yaratılmasında rol oynayacağını düşünüyorum. Nöromarketing yöntemlerinin kullanılması firmaların gereksiz bütçeler harcamasını engelleyecek. Ayrıca nöromarketing araştırmalarının sonuçlarına dayanarak beynimizin işleyiş mekanizmalarını ve kendimizi daha iyi tanıyabileceğiz, nelerden, nasıl etkilendiğimiz konusunda farkındalık geliştireceğiz. Eti, Ülker, Pınar… Türkiye´nin Nöromarketing alanında araştırma hizmeti veren ilk şirketi olan ThinkNeuro´nun yönetici ortağı Dr. Yener Girişken, pazarlama doktorasını ve tezini bilinçaltındaki marka algısını en etkin biçimde yansıtan marka kişiliği üzerine yazmış. Nöromarketing´i pazarlamanın odağındaki insanın beyninin nasıl çalıştığını ve nasıl karar verdiğini nörobilim ölçümlere teknikleriyle inceleyen ve analiz bir interdisipliner alan olarak tanımlayan Girişken, şunları söyledi: “Bir diğer deyişle Nöromarketing, tüketicilerin duygularını analiz ederek, hangi markayı, ürünü, rengi, kokuyu, müziği neden tercih ettiğini tespit eden bir pazarlama yöntemi. Geçmişte çoğunlukla davranışsal psikolojinin bulguları ve tüketicilerin beyanına dayalı pazar araştırmaları temel alındı. Oysa son yıllarda yapılan çok sayıda bilimsel araştırma, karar verirken beynimizin hâkimiyetinin bilinç dışı çalışan “ilkel” beyinde yani sürüngen beyinde ve limbik bölgede olduğunu ortaya koydu. Kathryn A. Braun´ın 1999 yılında Journal of Consumer Research´te yayınlanan makalesi bu sürece ışık tutmak açısından bir mihenk taşı olduğunu söyleyebiliriz. Eskiden, tüketicilerin satın alma davranışında eylem sıralamasının “düşün-hisset-yap” şeklinde olduğu sanılırken, Braun´un çalışması gerçek sıralamanın ´hisset-yap-düşün´ olduğunu ortaya koydu. Günlük yaşantımızdan bir örnek vermek gerekirse: kumaşı çok hoşumuza gittiği için (hisset) satın aldığımız (yap) gömlek hakkında eve geldiğimizde kendimize ´iyi ki aldım, ihtiyacım yoktu ama olsun, gömlek her zaman giyilir´ şeklinde telkinlerde bulunuyoruz(düşün). Yani satın alma hareketimiz rasyonel bir düşünceyle başlamıyor, hissederek başlıyor. Satın alma davranışının hisler baz alınarak yapıldığı gerçeği, pazarlama uzmanlarının da duygular üzerine yoğunlaşmalarına neden oldu. Tüketicileri satın almaya yönlendirecek ürünü, markayı, ortamı, ambalajı yaratmak öncelikli hale geldi. Bu bağlamda hislere, daha da ötesi satın almayı tetikleyen bilinçdışı verilere ulaşmada Neuromarketing (nöropazarlama) bir araştırma yöntemi olarak öne çıktı. Koku, ambalaj, reklam, müzik, ürün, logo gibi bir uyarıcı karşısında tüketicilerin beyinlerinde oluşan tepkilerin saniye saniye ölçülmesi sonucunda, uyarıcının yarattığı hisler artık gönüllü deneklere herhangi bir soru sormadan analiz edilebiliyor.” Nöromarketing araştırmalarının detaylarıyla ilgili bilgiler de veren Yener Girişken, “Yaptığımız araştırmalarda iki yöntemin entegre edildiği bir sistem kullanıyoruz. Birincisi EEG ile beyin dalgaları ölçümünü yapıyoruz. EEG sayesinde tüketicilerdeki görece duygusal tepkileri ölçümleyebiliyoruz. İkinci yöntem ise eye tracking dediğimiz göz takibi sistemi. Göz takibi, tespit ettiğimiz duygusal değişimlere hangi imgenin neden olduğunu tespit etmemize olanak tanıyor. Dünyada EEG ve göz-takibi yöntemlerini entegre olarak kullanan ilk şirketlerden biriyiz” açıklamasında bulundu. Vodafone, Eti, Pınar, Tofaş, Ülker, Garanti Bankası´nın Nöromarketing yöntemlerini kullanarak pazarlama faaliyetlerini sürdürdüğünü anlatan Girişken, “Farklı ürünler için farklı donanım ve yöntemler kullanıyoruz. Reklam, ambalaj, web sitesi gibi konulardaki ölçümlerimizi ev ya da mağaza gibi dekore edebildiğimiz laboratuarımızda gerçekleştiriyoruz. Ölçümler hedef kitleye uygun bir denek örneklemiyle gerçekleştiriliyor. Alışveriş deneyimi ölçümlerini ise mobil EEG ve göz takibi cihazlarıyla doğrudan mağazalarda ve perakende noktalarında gerçekleştiriyoruz” diye konuştu. Tarih: 02 Ağustos 2013 Cuma 11:00 Url: http://www.perakende.org/guncel/pazarlamaya-yeni-bir-boyut-noromarketing-1342793358h.html 

PEKI, GERÇEK SOYGUNCULAR KIMLER?




Çin´in Guangzhou kentinde bir banka soygunu. 
Soygunculardan biri bankadakilere bağırır: 
“Kımıldamayın. Para devletindir, ama hayatınız sizindir.”

Herkes sessizce yatar… 
Bunun adı “Zihin Değiştirme Kavramı”dır. 
Alışılmış düşünce tarzını değiştirmek…

Bu arada müşterilerden bir kadın bir masanın üzerine yatmıştır. Ama bacaklar ortada... 
Soyguncu bağırır: “Edebini takın. Bu bir soygun, ırza geçme değil!”
Bunun adı “Profesyonellik”tir. İşin neyse onun üzerinde yoğunlaş!

Soyguncular paraları yüklenip eve kapağı atmışlar. Daha genç olanı (MBA derecelidir) 
daha yaşlı olanına (ki bu ise 6 yıl ilkokuldan sonra terk): “Haydi şu paraları sayalım,” der. 
Daha yaşlı olanı der ki: “Çok aptalsın be. Bu kadar para oturup sayılır mı? Bu akşam zaten TV haberlerinde kaç para çaldığımızı öğreniriz.”
Buna “Deneyim” derler! Günümüzde deneyim kağıt diplomalardan çok daha önemlidir.

Soyguncular bankadan kaçtıktan sonra Şube Müdürü, Şube Şefine hemen polisi aramasını söylemiş. Şef demiş ki: “Durun hele Müdürüm. Alacaklarını aldılar. Biz de bir 10 milyon daha alıp daha önce iç ettiğimiz 70 milyon dolara ekleyelim, ne dersiniz?”
Buna “Dalgayı yakalamak” derler. Berbat bir durumu kendi lehine çevirmektir bu!

Müdür der ki: “Yahu, her ay bir soygun olsa harika olurdu. Ne eğlenirdik!”
Buna “Sıkıntılardan kurtulmak” derler. 
Kişisel mutluluk işinden çok daha önemlidir.

Akşam TV haberleri bankadan 100 milyon dolar çalındığını açıklamış!
Çaldıkları paranın çok daha az olduğu bilen soyguncular oturup saymışlar parayı… 
Tekrar tekrar saymışlar. Bakmışlar hepi topu 20 milyon! Çok kızmışlar bu işe:
“Biz hayatımızı tehlikeye atıp 20 milyon çalabildik. Banka Müdürü bir el harketiyle 80 milyon götürdü. 
Galiba soyguncu olmak yerine doğru dürüst eğitim görmek daha iyiymiş!”
Bu “Bilgi altından daha değerlidir” demektir…

Yaşlı kızgındır. Polise gidip müdürün 80 milyon götürdüğünü söyleyelim der.
Polis onlara inanmaz ve diğer 80 milyon nerde diye sorar.
Soyguncuların şaşkınlığını gören deneyimli polis doğru söylediklerini anlar ve
18 milyonu alıp "toz olun lan salaklar" der.

Buna “Fırsatları kullanmak” derler. 
PEKI, GERÇEK SOYGUNCULAR KIMLER?
http://www.ufuktarhan.com/gunluk_detay.asp?id=359

SIZIN TEPKINIZ HANGISI?


Klasik tepki: "Sıraya geç kardeşim."
Neoklasik tepki: "Şeker kardeşim sıraya geçiver."
Realist tepki: "Sıra var."
Sürrealist tepki: "Sallandıracaksın bunlardan ikisini Kızılay´da bak bir daha yapabiliyorlar mı?"
Romantik tepki: "Beyefendi galiba sırayı görmediniz."
Modern tepki: "Efendim insanımız eğitimsiz. Halbuki Avrupa´da..."
Postmodern tepki: "Sırana geç lan ayı!"
Uzlaşımcı tepki: "Acelesi olmasa öne geçmezdi, üzmeyin garibi..."
Devrimci tepki: "Altyapı sorunları çözülmeden halkımız sıraya geçmez. Devrim olunca herkes hizaya gelecek."
Kaderci tepki: "İki dakika fazla beklesek kıyamet mi kopar? Kısmetse hepimizin işi görülür."
Felsefeci (septik kuşkucu) tepki: "Ön ve arka kavramları görecelidir. O tarafın ön taraf olduğuna kim karar verdi? Öne geçtiğini zanneden, aslında arkaya geçmiş olabilir."
Kantçı tepki: "Efendim, algılanmayan şeyler yok demektir. Bakmayın o tarafa, adam yok olur."
Kötümser varoluşçu tepki: "Herkes bir gün ölecek. Onurlu bir şekilde bekleyin. Bir gün o adam da ölecek."
İyimser varoluşcu tepki: "Sıkmayın canınızı, şu anın tadını çıkarmaya çalışın. Bakın ne güzel hayattasınız ve birileri önünüze geçebiliyor."
Hümanist tepki: "İnsanlık bir bütündür. Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için. Dolayısıyla birimiz öne geçince, aslında hepimiz öne geçmiş oluyoruz." 

http://www.ufuktarhan.com/gunluk_detay.asp?id=366

Patronunuza kendinizi sevdirmek için 9 yol




Patronunuzla nasıl iyi ilişkiler kuracağınızı ve terfi edeceğinizi bilmek
ister misiniz? Bunun yolu genel düşüncenin aksine, onun en iyi arkadaşı
olmak ya da kendinizi iyi göstermeye çalışmak değil. İşte patronların
söyledikleri. Siz de uygulayın, ofisin gerçek starı siz olun!


1. Yanıtlayabileceğiniz sorular sormayın

Tabii ki patronunuza sorup onun onayını almak sizi rahatlatacaktır ama bir
sonraki sefer önce kendinize sorun: "Bu soruyu benden daha iyi
cevaplayabilir mi?" Genelde cevap "hayır" olur. İşinizi sizden daha iyi
kimse bilmez. Önce kaynakları araştırıp kendiniz çözmeye çalışın.
Herşeyi patrondan beklemeyin.

2. Problemle değil çözümle gidin

En az 10 dakika bir çözüm düşünmeden problemi patronunuza götürmeyin. Zor
bir konuyla gidip çözüm önermek, patronunuzu etkileyecektir.Unutmayın,sizin ofisteki varoluş sebebinizde budur.

3. Özür dilemeyin

Yanlış bir şey yaptıysanız söze hemen özür dilemekle başlamayın, sizi
zayıf gösterir. Bir dahaki sefer bir hata yaptığınızda şunu deneyin: "Bu
proje daha iyi olabilirdi", "Daha farklı yapmalıydım", "Bir sonraki sefer
şöyle yapmayı düşünüyorum..." gibi. Patronunuz neyi yanlış yaptığınızdan
çok ne öğrendiğinize dikkat edecektir.

4. Duygusallaşmayın

Sinir anında sakın e-mail atmayın. Sizi sinirlendiren bir e-mail´den sonra
cevap yazmak istemek normal bir davranış. Cevabınızı hemen yazın ama
göndermeyin. En az 30 dakika bekleyin, sonra orijinal e-mail´i ve
cevabınızı tekrar okuyun. Profesyonellikten vazgeçmeyin.Öfke ile kalkıp zararla da oturmayın.

5. Görevinizin dışına çıkın

Yeni görevler deneyin. Bazen sizin için uygun zamanı bulmak istiyorsanız
yeni işler denemelisiniz. Böylece yeni şeyler öğrenirsiniz ve patronunuz,
takım ruhunuz ve yardım isteğinizden etkilenir.Devir bunu götürüyor,aynı günde birden fazla değişik konu da iş bitirebilirseniz patronun gözünde makbulsünüz.

6. Patronunuzun zekasını küçümsemeyin

Hastalık numarası yapmanın da yolları vardır. Hasta olduğunuzu ve işe
gelemeyeceğinizi e-mail/mesaj atarak ya da İnsan Kaynakları yöneticisini
veya bir çalışma arkadaşınızı arayıp bildiriyorsanız, bu yalan
söylediğinizi gösteren bir işaret. Bir dahaki sefer büyüyün ve direkt
patronu arayın.

7. Geribildirim isteyin ve verin

İletişim iki yönlüdür ve insanoğlu olarak pozitif yorumlara her zaman
açığızdır. Eğer patronunuzun yaptığı herhangi bir şey hoşunuza gidiyorsa
bunu ona söyleyin. "Toplantıdaki desteğiniz takdir edilecek bir
davranıştı" gibi bir şey, davranışlarının sizin üzerinizdeki etkisini fark
etmesine yardımcı olacaktır.
Sonuçta o da kaygıları,korkuları olan bir insan,empati yapın…

8. Mızmızlanmayı bırakın

Hepimiz arada sırada şikayet etmeyi severiz ancak, sık sık yaptığınızda
çalışma arkadaşlarınız ve patronunuz herkesi kışkırtanın siz olduğunu fark
edecektir. Her ufak problemde şikayet etmek yerine, ortalığı yatıştırarak
çözüm aramak daha saygı değer bir davranıştır. Böylece gerçek bir problem
olduğunda, insanlar sizi ciddiye alacaktır.3. göz olarak olayları dışarıdan izlemeye çalışın.

9. Üretici olun

Hepimiz işleri geliştirecek yeni projeler hakkında bir sürü dahiyane fikre
sahibiz. Ancak fikirlerinizi listeleyip patrona göndermeniz yeterli değil.
Sorumluluk almadığınız sürece, büyük ihtimalle hiçbiri hayata
geçmeyecektir. En iyi fikirlerinizden birkaçını seçin ve konu üzerine
çalışmaya başlayın. Patronunuz yaratıcılığınıza hayran olmakla kalmayacak,
projelerin hayata geçmesi için aldığınız insiyatifi de takdir edecektir.

FUTURE 2045


Bugün sizlerle bloğumda yayınladığım bir yazıyı paylaşmak istedim.
Sizlere Rusların 2045 yılını hedef aldıklar ve Putin tarafından da desteklenen 2045 projesinden bahsetmek istiyorum.
Bu tamamiyle gerçekleştirilecek bir proje,çünkü,ekip ve bütçe sıkıntısı olmadığı gibi mevcut Hükümet ve de ötesinde Başbakan tarafından destekleniyor.
Bu öyle bir proje ki hayatı tamamiyle sibernetik hale getirmek mümkün olabilecek.
Hatta,ipin ucu kaçarsa Matrix-Terminator arası bir yaşam mümkün olabilecek.
Bu Rusya´nın hala en büyük güç olduğunun ve gelecek yüzyılı da planladığının bir göstergesi olacak.
Peki,nedir bu Future 2045?
Aslında hakkında günlerce konuşmak mümkün ama kısaca sizin için kendi ifadeleri ile özetlemeye çalıştım.
Bu sadece teknoloji,sadece silah sektörü olarak değerlendirmek sığlık olur.
Bu,insanlık tarihinin geçireceği en büyük evrim´dir.
Bizler,yani 50 yaş ve üzeri olanlar algıladığımız,dünü-bugünü ve yarını yaşamaya çalışan son nesiliz.
Arkadan,dün ile ilgilenmeyen ve bizden farklı düşünen Millenials(Y Kuşağı) ve onları da geçecek olan Screenagers diyebileceğimiz çok farklı kuşaklar yetişiyor.
Bu nokta da bizim algılamakta zorlanacağımız bu Rus projesi bizden sonraki nesiller için bir yaşam biçimi olacaktır.
BİLİMKURGU FİLMLERİ ARTIK GERÇEK OLACAK!
Şimdi projeye ana hatları ile bir göz gezdirelim;

Robotik, yapay organ ve sistemlerin alanında önde gelen Rus uzmanların katılımı ile Şubat 2011 yılında Rus girişimci Dmitry İtskov tarafından kuruldu.
Ana hedefleri 2045 Girişimi : küresel medeniyetin zorlukları karşılayan insanlığın gelişimi için yeni bir stratejinin oluşturulması ve gerçekleştirilmesi; insanlığın manevi aydınlanmayı teşvik optimum koşulların yaratılması ve buna dayalı yeni bir fütüristik gerçekliğin gerçekleşme ilkeleri: Yüksek maneviyat, yüksek kültür, yüksek ahlak, yüksek bilim ve yüksek teknolojileri. 
Ana bilim mega proje 2045 Girişimi ölümsüzlük noktasına da dahil olmak üzere daha gelişmiş bir biyolojik olmayan taşıyıcı bir bireyin kişiliğinin transferi, ve uzayan yaşam, sağlayan teknolojileri yaratmayı amaçlamaktadır. 
Tarihinin en büyük ölçekli dönüşümü, yeni bir strateji gerektirir. Biz , bu projenin dünya da yaşam ve insanlığın sürekli varlığını tehdit eden mevcut krizlerin üstesinden gelmek için gerekli olduğuna inanıyoruz. 2045 Girişimi , biz insanlığın gelişimi için yeni bir stratejiyi gerçekleştirmek için umut, ve bunu yaparken de üretken ve tatmin edici bir gelecek yaratmak istiyoruz.
"2045" ekibi önde gelen bilim adamları yapay bir taşıyıcıya kişinin bireysel bilinç aktarılması amacı ile canlı sistemlerinin modellenmesi , beyin ve bilinç modelleme, antropomorfik robotik alanlarında araştırma ve geliştirme konusunda uluslararası bir araştırma merkezi oluşturma yönünde çalışıyor ve sibernetik ölümsüzlük elde edebilmek için çalışıyoruz.
Bu yıl "Global Gelecek 2045" tarafından düzenlenen Girişimi sibernetik ölümsüzlük yanı sıra küresel toplum, siyaset ve geleceğin ekonomileri üzerindeki bu tür teknolojilerin olası etkilerini teknolojilere dayanan insanoğlunun evrimsel stratejisini tartışmak için bir platform oluşturduk.
Rus Bilimadamları hazırladıkları proje de yıllara göre bu çalışmaları yürüteceklerdir;
Toplum için "2045" Girişiminin geleceği
2015-2020
Uygun android "avatarları" ortaya çıkması ve yaygın kullanımı bir "beyin-bilgisayar" arayüzü ile kontrol. Ilgili teknolojiler "avatarlar ile birleştiğinde ´insanlara yeni bir dizi özellik verecektir:, tehlikeli ortamlarda çalışmak kurtarma işlemleri, olumsuz koşullarda seyahat vb yeteneği 
Avatar bileşenler vererek kısmen veya tamamen özürlü hastaların rehabilitasyonu için tıpta kullanılır olacak. Onlar protez uzuvlar veya kayıp duyuları tedavi edilerek iyileştirilecek.
2020-2025
Bir robot bağlantılı insan beyni için özerk bir yaşam-destek sistemi, ´avatar´ Yaratılış bedeni tamamen yıpranmış veya geri dönüşümsüz hasar görmüş insanları kurtaracak. Sağlam bir beyin ile her hasta tam olarak işleyen bir bedensel hayata dönmesi mümkün olacak. Bu tür teknolojiler büyük ölçüde melez biyo-elektronik cihazların olasılığını artıracak ve böylece yeni bir BT devrim yaratmak olasılığı ile elektronik ve biyolojik sistemlerin her türlü şekilde yapılması mümkün olacaktır.
2030-2035
Yapay bir taşıyıcı üzerine bireysel bilinci aktarmak için araçlarının sonraki gelişimi ile beyin ve insan bilincinin bir bilgisayar modelinin oluşturulması. Bu gelişme derinden dünya değişecek, bu, herkesin sibernetik ölümsüzlük imkanı verecek değil, aynı zamanda bir dost yapay zeka yaratacak, insan yeteneklerini genişletmek ve birden çok kez geri yüklemek veya kendi beyin değiştirmek için sıradan insanlar için fırsatlar sağlar. Bu aşamada nihai sonuç tamamen insanlık için, insan ve teknik umutları değişecek insan doğası anlayışı gerçek bir devrim olabilir.
2045
Madde-bağımsız zihinler kapasiteleri çok sıradan insanlardan aşan yeni organları alacaksınız .İnsanlık için yeni bir dönem gelecek! Değişiklikler insan faaliyetinin tüm alanlarında meydana gelecek - enerji üretimi, ulaşım, siyaset, tıp, psikoloji, fen bilimleri ve.
Bugün Nanorobots oluşan organları, uygun fiyatlı ve herhangi bir biçimde alınarak yeteneğine sahip olacak ne zaman bir geleceği hayal etmek zor. Bu kontrollü madde içeren vücut hologramlar hayal etmek de zordur. Bir şey açıktır: insanlık, tarihinde ilk kez, tamamen yönetilen bir evrimsel geçiş yapmak ve sonunda yeni bir tür oluşturmak. Dahası, dış uzaya büyük çaplı bir genişleme için bir önkoşul de oluşturulur.

Gelecekte projenin ana unsurları
• Uluslararası sosyal hareket 
• sosyal ağ immortal.me 
yardım vakfı "Global Gelecek 2045" (Vakıf 2045) • 
• bilimsel araştırma merkezi "Ölümsüzlük" 
• iş kuluçka 
• "Ölümsüzlük" Üniversitesi 
• projesinin gerçekleştirilmesine katkı için yıllık ödül "Ölümsüzlük".
Görüleceği üzere insan her zaman olduğu gibi yine “TANRI”yı oynamaya çalışıyor.
İnsanlık adına başlanılan her proje bir süre sonra yıkımı da beraberinde getirmektedir.
Şu an proje tamamiyle masumane görünmekle birlikte ilerde insan eliyle yaratılan bir “KIYAMETTE”olabilir.
Saygılarımla
Muzaffer DÖNMEZ