30 Nisan 2014 Çarşamba

PISMANLIK DUYMAMAK ICIN OKUYUN!-POLITIK YAZI DEGIL

Avusturyalı Bronnie Ware, ölmek üzere olan hastaların son haftalarına
refakat eden bir hemşire. Ware, ölmek üzere olanların en çok pişman
olduğu 5 konuyu ve tecrübelerini bir kitapta derlemiş.

Avusturyalı Bronnie Ware 8 yıl boyunca İngiltere'nin güneydoğusundaki
bir kentte, palyatif bakım hemşiresi olarak çalışmış. Yani ölmek üzere
olan hastaların son birkaç haftasına refakat etmiş. Ware bir anlamda,
birçok insanın hayatının son faslına hangi duygu ve düşüncelerin
damgasını vurduğuna uzun yıllar tanık olmuş. Bronnie Ware edindiği bu
tecrübeleri, hastaları ile dertleşmelerinden çıkardığı sonuçları, bir
kitapta derlemiş.

Hemşire Ware "Inspiration and Chai" adlı blokunda amacının ömrü önünde
uzanan diğer insanlara ilham vermek olduğunu paylaşıyor. Şimdilik
sadece İngilizce baskısı bulunan kitabın adı "The Top Five Regrets of
Dying".

Ölmek üzere olanların en büyük beş pişmanlığı, sırasıyla şöyle:

1. "Keşke kendi hayatımı yaşama cesaretini gösterebilseydim"

"Hayatının noktalanmak üzere olduğunu anlayan insanın, birçok
hayalinin gerçekleşmediğini görmesi kolaylaşıyor. Benim refakat
ettiğim, ölmek üzere olan hastaların çoğu, hayallerinin yarısını bile
gerçekleştirememişti ve hepsi bunun en büyük sorumlusunun kendisi
olduğunun farkında olarak hayata veda etti. Çünkü her biri çeşitli
nedenlerden ötürü, kendi istedikleri hayatı yaşayacakları yerde
başkalarının onlardan beklediği hayatı yaşamıştı."

2. "Keşke o kadar çok çalışmasaydım"

"Ölümüne refakat ettiğim bütün erkek hastalarımın pişman olduğu ortak
şey vardı. Hepsi evlatlarının çocukluk dönemini kaçırdıkları ve
karısına daha fazla zaman ayıramadığı için pişmanlık duyuyordu. Gerçi
kadınlar da aynı pişmanlığı dile getiriyordu ama çoğu ileri yaşlarda
olduğu için, bu kadınların çok azı hayatı boyunca tam mesaili bir işte
çalışmıştı. Ama erkekler istisnasız, iş dünyasının tekdüzeliği içinde
o kadar çok zaman geçirdiği için pişmandı."

3. "Keşke duygularımı açıklama cesareti gösterebilseydim"

"İlgilendiğim birçok kişi, hayatı boyunca durup dururken 'ortamın
ahenkini bozmamak' adına duygularını bastırmış. O nedenle de ortalama
bir mutluluk yakalayabilmişler ama hiçbir zaman olmak istedikleri kişi
olamamışlardı. Ve bence yakalandıkları birçok hastalığa da işte bu
hayata küskünlük ve memnuniyetsizlik sebebiyet vermişti."

4. "Keşke arkadaşlarımla daha fazla görüşseydim"

"Hastalarımın büyük bir kısmı, hayatlarının son haftasında sahip
oldukları arkadaşlıkların ne kadar değerli olduğunu anladılar. Ama
hemen hepsinin hayatı o kadar yoğun bir tempo ile geçmişti ki
arkadaşlarını yıllar boyunca ihmal etmiş ve çoğu ile iletişimi
kaybetmişlerdi. Ve maalesef birçoğuna, hayatına nokta koymadan önce
eski arkadaşlarına ulaşmak ve onları bir kez daha görmek kısmet
olmadı. Tecrübelerime dayanarak şunu kesinlikle söyleyebilirim: Ölmek
üzere olan her insan, eski arkadaşlarını özlüyor."

5. "Keşke daha mutlu olmama izin verseydim"

"Birçok insan hayatının son evresinde aslında 'mutluluk'un kişisel bir
tercih olduğunun farkına varıyor. Oysa insanlar hayatları boyunca
mutluluğu keşfetmek yerine, eski alışkanlık ve kalıpları devam
ettirerek yaşıyor. Değişim korkusu insanları kendi kendilerini
aldatmaya kadar götürüyor ve birçok kişi, sürdürdüğü hayattan mutlu
olduğuna hem çevresini hem de kendini inandırıyor. Hem de içlerinde
bir yerlerde, bütün kalbiyle gülmek ve yeniden hayattan tat almak için
büyük bir özlem duymalarına rağmen."





Derleyen: Başak Demir (Kaynak: Bronnie Ware' in 'Inspiration
and Chai' adlı blogu)



28 Nisan 2014 Pazartesi

2013 yılının en önemli buluşları


 
  • Higgs Bozonu'nun (varlığı) kesinleşti
İngiliz bilim adamı Peter Higgs'in, 1964'te maddelere kütle kazandıran bir parçacık ve alan olması gerektiğini öne sürmesinin ardından başka fizikçiler de buna paralel bir görüş açıkladı. Uzun yıllardır yürütülen çalışmalar sonrası CERN'de 103 ülkeye mensup araştırmacılardan oluşan 9 bin kişi, 2012'de izine rastladıkları Higgs Bozonunun varlığını 2013'te kanıtladı. CERN'de bu buluşa katkı yapanlar arasında Türkiye'den de bilim insanları vardı. Peter Higgs ve Francois Englert, 2013 Nobel Fizik Ödülü'nü Higgs mekanizmasını önerdikleri için aldı.
  • Beyin hücrelerinin ölümünü engelleyen protein 
Beyne giden damarların tıkanması sonucunda, oksijensiz kalan beyin hücrelerinin kısa sürede ölmeye başladığı ve bu durumun felce neden olduğu biliniyor. Oxford Üniversitesi araştırmacıları, beynin belirli bir bölümündeki hücrelerin ise hamartin adlı bir protein üreterek uzun süre oksijensiz yaşadığını buldu. Profesör A. Buchan, beyinde hafıza ve yön bulmada önemli rolü olan hipokampus adlı bölgedeki hücrelerin, beyin oksijensiz kaldığında hamartin üreterek uzun süre nasıl yaşadığını buldu. Bu hücrelerin ürettiği hamartinin, hücreleri enerji tasarrufuna zorladığı ve hücrelerin de faaliyetlerini durdurduğunu açıkladı. Beyin hücrelerinin, hamartinin etkisiyle protein üretmeyi durdurup var olanları parçalayarak kendileri için kullandıkları anlaşıldı. Buchan, beynin diğer bölümlerinin de kansız kalınca hamartin üretmesini sağlayacak bir yöntem bulunursa felcin neden olduğu ölümlerin önleneceğini vurguladı. Çalışmanın detaylarını veren makale, Nature Medicine dergisinde yayınlandı.
  • Harvard'ın kanat çırparak uçan mikro robotu
Harvard'da 12 yıldır mikro robot geliştirmek için araştırma yapan Profesör R. J. Wood ve ekibi, robotun tüm parçalarını kendileri üretti. Geliştirilen mikro motor, kanat ve kontrol sistemlerinin teknik detayları Science dergisinde yayınlandı. Wood ve ekibi, arı ve sineklerin kanat çırpışını filme çekip analiz etti ve hafif malzemelerden kanat ve mikro motorlar yaptı. Saniyede 120 kez kanat çırpan mikro robotların boyu 3 santimetre, ağırlığı ise 0,080 gram. Kanatların gözle görülemeyecek bir hızla çırpması için elektrik alanı uygulanınca büzülen, ince seramik çubuklar kullanıldı.
  • Parmak ucu kadar hassas yapay deri 
ABD'de Georgia Institute of Technology'de, Profesör Z. L. Wang, akıllı deri üretti. Suni deride 8 bin transistör bulunuyor. Transistörler basınç altında birbirinden bağımsız olarak elektrik üretiyor. Her transistör insanın parmak ucu gibi 10 kilo paskal basıncı hissediyor. Çalışmanın detayları, Science dergisinde yayınlanacak. Bu deriyle robotlar hassas işleri yapabilecek. Elini kaybedenlerin robot elleri, bu deriyle kaplanarak hissetmeleri sağlanacak.
  • Kanserli ile sağlıklı dokuyu ayırabilen cerrahi bıçağı
İngiltere'de Imperial College London'da öğretim üyesi olan Macar kimyacı Z. Takats, Bistüri geliştirdi. Takatz, cerrahların elektrokoter denilen cerrahi bıçağıyla hastanın dokularını keserken kanserli dokularla sağlıklı dokuların çıkardıkları dumanlardaki gazın yapılarının farklı olduğunu buldu. Böylece, cerrahlar, ameliyatta kestikleri dokunun kanserli mi sağlıklı mı olduğunu birkaç saniyede öğrenecek. Analizin patoloji laboratuvarında yapılması ise 30 dakika sürebiliyor. Yakında kullanıma sunulacak cihaz ameliyatlarda kanserli dokuların içeride kalabilmesi ya da istemeden sağlıklı dokuların alınması gibi riskleri ortadan kaldıracak. 
  • Bükülebilen ve esneyebilen pil 
ABD'de Northwestern ve Illinois Üniversites'nin ortak çalışmasıyla esneyen ve bükülen pil üretildi. Çok küçük 100 lityum iyon pili esnek tellerle birbirine bağlandı. Esnek bir plastik malzeme üzerine yerleştirilen pil, uzaktan şarj edildiği için kablolu şarj cihazına gerek bulunmuyor. Bükülebilen bilgisayar ve televizyonlar için gerekli olan bu pilin uzaktan şarj edilir olması önemli bir gelişme olarak kabul ediliyor.
  • Demir pası ve Güneş ışığı ile ucuz hidrojen üretimi
Lozan Üniversitesinden Prof. Dr. M. Gratzel ve Technion Teknoloji Enstitüsü profesörlerinden A. Rotschild, ucuz malzemelerle yeni bir teknik geliştirdi. Gratzel, ekibiyle yaptığı çalışmalarla, Güneş pillerinin verimini artırmak için 90'larda geliştirdiği birleşik pillerin pratik kullanımını sağladıl. Çalışma Nature Materials dergisinde yayınlandı. Pilin verimini artırma çalışmaları sürüyor.
  • Kuvantum mikroskopu
Avustralya'da Queensland Üniversitesi ve Avustralya Ulusal Üniversitesinin ortak çalışmasıyla, kuantum mekaniğinin prensibi kullanılarak mikroskop yapıldı. Bu çalışma, Nature Photonics'de yayınlandı. Mikroskop, yaşayan hücrelerin iç yapılarını hücreye zarar vermeden inceleme olanağı verecek. Doç. Dr. W. Bowen, bu çalışma ile kuantum fiziğinin teknolojiye uygulanabildiğini kanıtladıklarını vurguladı. Mikroskopla hücrelerin yaşam döngüsü izlenebilecek. 
  • Moleküllerin hareketiyle Dünyanın en küçük çizgi filmi 
IBM'in araştırmacıları, karbonmonoksit moleküllerini, Taramalı Tünelleme Mikroskopu ile hareket ettirerek dünyanın en küçük çizgi filmini yaptı. IBM araştırmacısı Prof. Dr. H. Rohrer ve G. Binnig, 1981'de bu mikroskopu geliştirip 1986'da Nobel Fizik Ödülü almıştı. Bu mikroskopla malzemelerin yüzeyi atom düzeyinde görüntüleniyor. IBM araştırmacıları atom düzeyinde araştırma yaparken "Çocuk ve Atomu" adlı bir çizgi film hazırladı. Bakır levha üzerine yerleştirilen karbonmonoksit molekülleriyle çocuk ve topunun şekli oluşturuldu. Mikroskopta, karbonmonoksit molekülündeki oksijen atomu nokta halinde görünüyor. Bu yöntemle 242 farklı resim üretilerek 94 saniyelik çizgi film yapıldı.
  • ABD'de laboratuvarda üretilen böbrek 
ABD'de Massachusetts General Hastanesinde, laboratuvar ortamında rejenere edilen fare böbreği, bir fareye takılınca idrar üretmeye başladı. Dr. Harald Ott, daha önce damarların rejenere edildiği tekniği kullanarak böbreği oluşturdu ve ilk kez tam bir organ rejenere edilmiş oldu. Önce ölü bir farenin böbreği alındı ve içinde özel bir sıvı bulunan yıkama makinesine konuldu. Sıvıdaki enzim ve parçalayıcı maddeler böbrekteki ölü fareye ait hücreleri parçalayarak temizledi. Geriye böbreğin iskeleti olan ve bal peteğini andıran matris kaldı. Sonra yeni doğmuş fareden alınan böbrek hücreleri, özel bir ortamda bu böbrek matrisine aşılanarak böbrek dokuları oluşturuldu.
 

26 Nisan 2014 Cumartesi

ACI KAYBIMIZ

DİLŞAT BURÇAK
(Merhum, Prof. Dr. Rıfkı Salim BURÇAK’ın Eşi)
Erzurumlu merhum İhsan ve Ulviye Nurluoğİu’nun kızı, merhum Prof. Rıfkı Salim Burçak’ın sevgili eşi, merhum Ekrem Nurluoğlu ve merhume Necla Ekmekçioğlu, Dr. Metin Nurluoğlu ve Leyla Güllü’nün ablaları, Yalçın Burçak, Zeynep Burçak ve Zehra Öksoy’un anneleri, Prof. Dr. Dolun Öksoyve Jale Burçak’ın kayınvalildesi, Berrak-Damon, Haluk-Şerike, Hande, Osman-Eİifve Aydın’nın büyükanneleri, Alp, Doruk, Naz, Ela ve Nazın’in büyük büyük anneanneleri,
DİLŞAT BURÇAK
Hanımefendi vefat etmiştir. Merhumenin cenazesi 27 Nisan 2014 Pazar günü (yarın) Kocatepe Camii’nde kılınacak öğle namazına müteakiben Cebeci Kabristanında defnedilecektir.
Allah (CC) rahmet eylesin.
AİLESİ & DEMOKRATLAR KULÜBÜ BAŞKANLIĞI
ADINA

         

                                              Ali Naili ERDEM


23 Nisan 2014 Çarşamba

STA BİLGİ VE KAPASİTE MERKEZİ’NİN İLK TOPLANTISI YAPILDI





sta-bilgi-ve-kapasite-merkezinin-ilk-toplantisi-yapildi
İktisadi Kalkınma Vakfı (İKV) sayıları giderek artan ve dünya ticaretinde önemli bir yeri ve etkisi olan Serbest Ticaret Anlaşmalarını (STA) izlemek ve analiz etmek üzere bir “STA Bilgi ve Kapasite Merkezi” oluşturdu.
23 Nisan 2014 Çarşamba 13:55
İKV bünyesinde çalışma yapacak olan bu merkeze TOBB, İSO, İTO, TİM gibi İKV’nin mütevelli kurumları ve DEİK ile MÜSİAD destek verdi. İKV’nin yanı sıra, bu kurumlardan da katılımcıların katkıda bulunduğu STA Bilgi ve Kapasite Merkezi ile özel sektörde STA’lar ile ilgili bilgi üretmek, analizler yapmak ve STA’ların iş dünyası ve çeşitli sektörler üzerindeki etkilerini araştırarak görüş oluşturmak hedefleniyor. 21 Nisan’da yapılan ilk toplantıda Ekonomi Bakanlığı Hizmet Ticareti Anlaşmaları Dairesi Başkanı Ayşe Figen Safalı ve İKV Brüksel Temsilcisi Haluk Nuray sunumlar gerçekleştirdi. İKV yönetim kurulu, dünya ticaretindeki gelişmeler ışığında, bir STA Bilgi ve Kapasite Merkezi oluşturma kararı almıştı. Bu Merkez ile iş dünya temsilcilerini buluşturan, tüm yeni nesil STA’lar ve özellikle AB ile ABD arasında müzakereleri yürütülen Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı’na (TTYO) ilişkin süreçlerin yakından takip edilmesi ve Türk iş dünyasının bu gelişmeler hakkında bilgilendirilmesi amaçlanıyor. Toplantının açılış konuşmasında, İKV Genel Sekreteri Doç. Dr. Çiğdem Nas, İKV’nin liderliğinde başlatılan STA Bilgi ve Kapasite Geliştirme Merkezi Projesi hakkında katılımcılara kısaca bilgi verdi. STA Bilgi ve Kapasite Geliştirme Merkezi’nin Türk iş dünyasını bir araya getiren bir platform özelliği taşıyacağını ve bu bağlamda katılımcı kurumlar arasında işbirliğinin sağlanmasına katkıda bulunacağını vurgulamıştır. STA Bilgi ve Kapasite Geliştirme Merkezi ile, STA’lar ve özellikle TTYO’ya ilişkin yapılan çalışmaların koordinasyonunun sağlanması ve bu alanda Türkiye genelinde bilgi ve kapasitenin oluşturulması ve geliştirilmesi hedeflenmektedir. Doç. Dr. Çiğdem Nas, AB’nin ticaret politikasının ve tüm dünyada sayısı giderek artan yeni nesil STA’ların, Türkiye’yi ve özellikle Türk özel sektörünü nasıl etkileyeceğini daha iyi anlayabilmek için böyle bir proje gereksiniminin duyulduğunu belirtmiştir. Ekonomi Bakanlığı’nın Anlaşmalar Genel Müdürlüğü’nden, Hizmet Ticareti Anlaşmaları Dairesi Başkanı Ayşe Figen Safalı, dünya hizmet ticaretindeki gelişmeler ışığında Türkiye’deki mevcut durum ve Türkiye’nin bulunduğu müzakere sürecindeki konumu ile Türkiye’nin son dönemde attığı adımlar hakkında kapsamlı bir sunum gerçekleştirdi. Sunumunda hizmet ticareti müzakerelerinin amacına ve kullanılan farklı tanımlara değinen Ayşe Figen Safalı, dünya ticareti çerçevesinde hizmet ticaret müzakere sürecinin yıllar içinde nasıl geliştiği konusunda da bilgi verdi. Bu bağlamda, 1995 yılında Hizmet Ticareti Genel Anlaşması (GATS) ile hizmet ticaretine ilişkin uluslararası kuralları ortaya koyan ilk çok taraflı anlaşma ve bugün yeni nesil STA’lar kapsamında hizmet ticareti müzakerelerini gibi hususları da ele almıştır. Ayşe Figen Safalı ayrıca, Dünya Ticaret Õrgütü’nün bazı üye ülkelerin arasında hizmet ticaretine yönelik bir uluslararası anlaşma (TISA) müzakere süreci hakkında bilgiler vererek, Türkiye’nin de bu müzakere de yer aldığı bu sürecin de yakından takıp edilmesi gerektiğini ortaya koymuştur. Son olarak, Ayşe Figen Safalı, Türkiye’nin bu anlaşmalarda müzakere konumunu güçlendirebilmesi için kamu arasında koordinasyonun geliştirilmesi, özel sektörün bu süreçler hakkında daha iyi bilgilendirilmesi, mevzuat eksikliğinin giderilmesi ve hizmet sektörleri ile hizmet ticaretine yönelik istatistiklerin artırılması ve şeffaflığın sağlanması gerektiğini vurgulamıştır. İKV Brüksel Temsilcisi Haluk Nuray ise, dünya ticaretindeki son gelişmeleri de ele alarak, bu konulara ilişkin yapılan önemli araştırma çalışmalarının yanı sıra STA Bilgi ve Kapasite Geliştirme Merkezi nezdinde öngörülen çalışmalar hakkında katılımcıları bilgilendirmiştir.


http://www.egehabercisi.com/haber/ekonomi/sta-bilgi-ve-kapasite-merkezinin-ilk-toplantisi-yapildi/3767.html

22 Nisan 2014 Salı

ZEKİ İNSANLARIN EN BELİRGİN 8 ÖZELLİĞİ


Zaman zaman sorulur, zeki insanların özellikleri nelerdir? İsterseniz 8 tane özelliğini inceleyelim…
1) Zeki insanlar naziktirler ve nezaket kurallarına uyarlar. İnsancıl yönleri fazladır ve karşılarındakine değer verirler. Hangi zeki insanı araştırırsanız araştırın, nazik olduğunu görürsünüz.
2) Zeki insanların duyguları çok yoğundur. Mantıksal gelişim aynı zamanda duygusal gelişimi de etkileyecektir. Bu duruma göre çocuk kalmayı başarmış insanlar daha zekidir gibi bir sonuca ulaşabiliriz, çünkü çocuklar duygularını çok yoğun yaşarlar.
3) Özelliklerinden bir tanesi çok büyük fiziksel enerjiye sahip olmalarıdır. Bu doğuştan gelen bir enerji modellemesi olmayıp, tamamen kendini adapte ettiği konuyu tamamlamak için saatlerce çalışması gerektiği bilincine sahip olmasıdır. Bunun sonucu olarakta irade ve kalp koordineli bir şekilde enerjiyi temin için çalışırlar.
4) Üstün zekalı insanların diğer bir özelliği ise hem zeki görünüşlü olmaları ve hem de doğal görünmeleridir. Hem zekalarını belli ederler ve hem de çocukça bir yapıyla hareket ederler. Bu nedenden dolayı da sorgulanırlar; bu kişi gerçekten zeki mi?
5) Zeki kişiler hem disiplinle ve hem de oyun oynar tarzda işlerine eğilirler. Yaptıkları işi büyük bir ciddiyetle yaparlar, ancak oyun havası da vererek yaptıkları işten büyük bir zevk alırlar.
6) Zeki kimseler hem gerçek dünya ile bağlarını koparmazlar ve hem de hayal dünyası içinde yaşarlar. Ürettikleri şeyler gerçek dünyada kullanılacaktır, ancak olmayan şeyleri üretmek zorundadırlar. Normal insanlara göre üstün zekalı insanların düşünceleri fantastiktir, ancak bilimsel çalışmalar fantastik hayaller sonucu ortaya çıkmaktadır.
7) Üstün zekalı insanlar son derece inatçı yapılı kimselerdir. (? ) Başarısızlıkta asla yılmazlar ve asla pes etmezler. Düşünsenize, Edison ampulü bulmadan önce binlerce sefer deneme yapmıştır ve asla pes etmemiştir Sonunda da başarıya ulaşmıştır.
8) Üstün zekalı insanlar lider ruhlu insanlardır. Genellikle her konuda söyleyecekleri şeyler olduğu için her türlü insana hitap edebilirler. Sevecen ve babacan bir tavırları vardır. Genellikle öğrenciliklerinden itibaren lider ruhlu özellikleri belirginleşir.

23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI



23-nisan-ulusal-egemenlik-ve-cocuk-bayrami
Türk Milletinin Geleceği, Bugünkü Çocuklarının Doğru Yetiştirilmesi ve Yorulmak Bilmeyen Çalışma Azmi İle Büyük ve Parlak Olacaktır. Bu Konu Öğretmenleri Olduğu Kadar Öncelikle Anne ve Babaları İlgilendirmektedir. Unutmayın Çocuklar Sizin Yansımanızdır,Sizden Gördüklerini Yaparlar. Hepimizin Bayramı Kutlu Olsun. Muzaffer DÖNMEZ 


http://www.egehabercisi.com/haber/guncel/23-nisan-ulusal-egemenlik-ve-cocuk-bayrami/3763.html

19 Nisan 2014 Cumartesi

Oğlumun Öğretmenine,

BU MEKTUP HER ZAMAN BENİ ÇOK ETKİLEMİŞTİR. UMARIM BEĞENİRSİNİZ.



Öğrenmesi gerekli, biliyorum; tüm insanların dürüst ve adil olmadığını.
Fakat şunu da öğret ona; her alçağa karşılık bir kahraman, her bencil politikacıya karşılık kendini adamış bir lider vardır.
Her düşmana karşılık bir dost olduğunu da öğret ona.
Zaman alacak biliyorum. Fakat eğer öğretebilirsen ona, kazanılan bir doların bulunan beşinden daha değerli olduğunu öğret.
Kaybetmeyi öğrenmesini öğret ona ve hem de kazanmaktan neşe duymayı.
Kıskançlıktan uzaklara yönelt onu.
Eğer yapabilirsen, sessiz kahkahaların gizemini öğret ona.
Bırak erken öğrensin zorbaların görünüşte galip olduklarını.
Eğer yapabilirsen, ona kitapların mucizelerini öğret.
Fakat ona sessiz zamanlar da tanı. Gökyüzündeki kuşların, güneşin yüzü önündeki arıların ve yemyeşil yamaçtaki çiçeklerin ebedi gizemini düşünebileceği.
Okulda hata yapmanın hile yapmaktan çok daha onurlu olduğunu öğret ona.
Kendi fikirlerine inanmasını öğret, herkes ona yanlış olduğunu söylediğinde dahi.
Nazik insanlara karşı nazik, sert olanlara karşı da sert olmasını öğret ona.
Herkes birbirine takılmış bir yönde giderken, kitleleri izlemeyecek gücü vermeye çalış oğluma.
Tüm insanları dinlemesini öğret ona. Fakat tüm dinlediklerini gerçeğin eleğinden geçirmesini ve sadece iyi olanları almasını da öğret.
Eğer yapabilirsen, üzüldüğünde bile nasıl gülümseyeceğini öğret ona.
Gözyaşlarında hiçbir utanç olmadığını öğret.
Herkesin sadece kendi iyiliği için çalıştığına inananlara dudak bükmesini öğret ona ve aşırı ilgiye dikkat etmesini.
Ona kuvvetini ve beynini en yüksek fiyatı verene satmasını, fakat hiçbir zaman kalbi ve ruhuna fiyat etiketi koymamasını öğret.
Uluyan bir insan kalabalığına kulaklarını tıkamasını öğret ona. Ve eğer kendisinin haklı olduğuna inanıyorsa dimdik dikilip savaşmasını öğret.
Ona nazik davran, fakat onu kucaklama. Çünkü ancak ateş çeliği saflaştırır.
Bırak sabırsız olacak kadar cesarete sahip olsun. Bırak cesur olacak kadar sabrı olsun.
Ona her zaman kendisine karşı derin bir inanç taşımasını öğret. Böylece insanlığa karşı da derin bir inanç taşıyacaktır.
Bu büyük bir taleptir, ne kadarını yapabilirsen bir bak bakalım.
O, ne kadar iyi, küçük bir insan.
Oğlum.

Abraham Lincoln
(Oğlunun öğretmenine yazdığı mektup)

11 Nisan 2014 Cuma

İster Uygulayın İsterseniz Takmayın...

* İnsanlara doğru değer ver, haketmeyenleri sil.
* Kimseye yalvarma.
* Asla dönüp de arkana bakma.
* Sır tutmasını bil.
* Dostlarının yeri ayrı, sevgilinin yeri ayrı. Sevgilin için dostlarını, dostların için sevgini satma.
* Hakettiğin sevgiyi alamadın mı? Kendini üzme, sorun sen değilsin.
* Kimsenin lafıyla dolduruşa gelme, ama aklının bir köşesinde de tut.
* Bir ilişkiyi kafanda bitirdikten sonra iki çift tatlı söz, iki damla gözyaşı için asla yumuşama.
* Seni sevenlerle kullananları iyi ayırt et.
* Seni dinleyip anlamaya niyeti olmayanlarla tartışma.
* Emrivaki oluşturulan dostlukları kabul etme.
* Eğer verdiğin o kişide kalmıyorsa ikinci bir sır şansı verme.
* Dostun olacak insanları bazı kriterlere göre belirle.
* Kendini öven insanlardan kaç.
* Karşındakinin doğruyu söylediğini varsayma.
* Kendine saygını yitirmene neden olacak hiçbir şey yapma.
* Sorunun olduğunda insanlar zaman ayırıp seni dinliyorlarsa onların öğütlerini gözardı etme.
* Göz göre göre su birikintilerine taş atma, mutlaka üzerine sıçrar.
* Gözyaşlarının değerini bil. Onları haketmeyenler için harcama.
* Sana bahşedilen zekayı kullanmayarak Allah'a hakaret etme!
* Senin zekana inanan insanları hayal kırıklığına uğratma.
* Kendini sev.
* Alkol alınca kontrolünü yitirenlerle asla tartışma.
* Dışarıdaki güneşe bakıp gülümse ve önünde koskocaman bir gelecek olduğunu unutma.
* Dostluğunla yetinmeyenler için hiçbir fedakârlık yapma.
* İnsanları kaybediyorsun diye ağlayıp sızlama, ama kazandığın insanların değerini bil.
* Kimseye taşıyabileceğinden fazla değer verip bununla övünmesine fırsat verme.
* Güvenmediğin kimseye aleyhine kullanılabilecek hiçbir koz verme.
* İstediğini almak için asla duygu sömürüsü yapma.
* Sana duyulan sevgiyi ve güveni istismar etme

KEŞKE BUNLARI ÖNCEDEN BİLSEYDİM

Andrew Galasetti imzasıyla internette yayınlanan bu yazı “Keşke bunları önceden bilseydim” diyeceğiniz konularda önerilerde bulunuyor.

Kimbilir kaç defa duymuşsunuzdur, insan en sağlam dersleri yaşarken alır. Hayat tecrübesi en sağlam öğretmendir.

Geçen yıl bir arkadaşım yazdığı makalesinde "Keşke bunları daha önceden bilseydim" başlığı altında uzunca bir liste yayınladı. Ben de düşündüm ki gerçekten de hayatta en çok işe yarayacak bilgileri kitaplardan veya internetteki bloglardan değil bizzat hayatın kendisinden alırsınız.

Elbette bir takım internet sitelerinden veya gazete köşelerinden bir takım bilgi kırıntıları da toplamak mümkün. Ama o kırıntıları kullanıp da yararlı işler yapmak tamamen bize kalıyor. Eğer önemli bir bilgiyi elde etmek için önce başarısızlığa uğramak lazımsa, ne yapalım öyle olsun.

Kendi tecrübelerimle öğrendiğim ve samimiyetle inandığım 20 şeyi aşağıda yazdım. Sizin listenizdeki 20 madde belki tamamen farklıdır veya belki sizin listenizde sadece 5 madde vardır, önemli değil. Asıl önemli olan şudur ki sizin bilgileriniz de sizin kendi hayatınızdan, kendi hatalarınızdan ve kendi başarısızlıklarınızdan geliyor. O bilgileri ihmal edecek olursanız, hayatın dikenli yollarında çekecek daha çok çileniz var demektir.

1. Fırsatları siz yaratmalı ve kovalamalısınız:
Fırsatlar çok nadiren kendisini aramayan birilerinin kapısını çalar. Fırsatları siz yaratmalı ve kendiniz aramalısınız. İnisiyatifi ele alıp işleri sizin yürütmeniz ve kapıları sizin açtırmanız gerekecektir.

2. Olumsuz düşünce size sadece daha fazla olumsuzluk getirir:
Olumsuz düşüncelere odaklandığınızda bütün görüp göreceğiniz nimet olumsuzluğun kendisi olacaktır. Hayatta olumlu şeyleri aramazsanız, olumlu şeyler başınıza gelse bile siz onun sadece olumsuz yanlarını görebiliyor olabilirsiniz.

3. Bulunduğunuz konum, sizin neler yapabileceğinizi belirlemez:
Evsiz biri de olsanız, konaklarda da yaşasanız, zengin veya fakir de olsanız veya hatta üniversiteden tam notla mezun da olsanız veya sınıfta kalmış olsanız bile; bunların gelecekte bir etkisi yoktur. Bu görüş açısını destekleyecek çok fazla sayıda başarı öyküsü vardır. Eğer azminiz ve yeteniğiniz varsa ulaşamayacağınız nokta yoktur. Kendi sınırlarınızı ve ufkunuzu siz kendiniz tayin edersiniz.

4. Başkalarına yardımcı olamıyorsanız, kendinize de faydanız yoktur:
Sadece başkaları için kapıyı tutmak veya buna benzer basit bir jest bile olsa sizin hayatınızda mucizeler yaratır. Hem kendinizi harika hissedecek hem de yaptığınız iyilik hayat yolunda bir şekilde size geri dönecektir, siz farketseniz de farketmeseniz de... Başkalarına yardım etmiyorsanız, onlar da size yardım etmeyeceklerdir ve aslında yardım etmeleri de gerekmiyor demektir.

5. Kişisel tutkunuzu takip edin, para da sizi takip edecektir:
Tutkunuz varsa ve işinizi yaparken keyif alıyorsanız ben buna "iş" demem. O işte yeni bir şeyler yaratmak için odaklanın ve daha fazla tutkuyla davranırsanız eninde sonunda para size gelecektir. Eğer sadece paraya odaklanırsanız, para size gelmeyecektir çünkü siz sadece miktara odaklanmışsınız demektir, kaliteye değil.

6. Kendinizden keyif alın:
Mümkün olduğunca hoşça vakit geçirin, herşeyi ciddiye almayın. Endişelerinizi kenara itin ve keyifli şeyleri yakınınıza çekin.

7. Eğer kolay olsaydı herkes yapardı:
İşte bu yüzden "çabucak zengin olma" reçetelerinin hiçbiri işe yaramaz. Eğer bu kadar kolayu ve çabuk yoldan zengin olmam mümkün olsa o zaman herkes milyoner olurdu. Para kazanmak ve size verilen görevi başarmak sıkı çalışmayı gerektirir ama harcadığınız çabaların karşılığını en sonunda alırsınız.

8. Planlı olmak iyidir ama spontan olmak da iyidir:
İş hayatında ve özel hayatta geleceği planlamak önemlidir ama bu planı çabucak değiştirebilecek durumda olmak da önemlidir. Bazen çeşitli insanlar ve olaylar planlarınızla sizin aranıza girecektir, işte o yüzden yeri gelince planlarınızı değiştirmeniz veya iptal etmeniz gerekecektir. Arada bir spontan olun, o zaman hayat çok daha ilginçleşecektir.

9. Pek çok yeteneğiniz var:
Yetenekli bir atlet veya müzisyen olabilirsiniz ama belki de sizin bilmediğiniz on tane daha yeteneiğiniz olabilir. İnsanlar iyi yapabildikleri bir şey bulunca genellikle ona odaklanırlar ve daha başka hangi alanlarda yetenekleri olabileceğini düşünmezler.

10. Ödül almaksızın sıkı çalışmayın:
Eğer hayat yolunda kendinize iyi davranmıyorsanız, rüyalarınız gerçekleştirmek için sıkı çalışmanın anlamı nedir? Büyük veya küçük başardığınız her zorluğun uygun bir ödlü olmalıdır, bir günlük tatil veya bir dilim kek gibi...

11. Para mutluluk getirmez:
Dediğim gibi, peşinde koştuğunuz asıl amaç para olmamalı ama para kazandığınız zaman bir şeyleri başarmış olduğunuzu bilirsiniz. Bunu bilmek de güzel bir histir ve size mutluluk verir çünkü kendi istediklerinizi yapacak daha fazla zaman ve özgürlük kazandığınızı da bilirsiniz.

12. Başka birinin başına her zaman daha kötüsü gelmiştir:
Bazen kötü bir gün geçirmişsinizdir ama kötümserliğe kapılmadan önce durun ve düşünün, her gün sizden daha kötü bir gün geçirmiş milyonlarca insan var şu dünyada.

13. Başkalarına ihtiyacınız var:
Elinizden geldiğince dost kazanın, arkadaş edinin. Ve asla köprüleri yakmayın. Başarı için başka insanlara ihtiyacınız olacaktır.

14. Açık fikirli olmak, daha fazla bilgi edinmenin anahtarıdır:
Dünya hakkında daha fazla şey öğrenmek için açık fikirli olmanız gerekir. Herşeye bir şans verin.

15. Başarısızlık çok iyidir:
Başarıya giden en önemli adım değilse bile en önemli adımlardan biri başarısızlıktır. En azından bir kere başarısızlığa uğramanız şarttır ama bir kaç defa başarısızlığa uğrarsanız daha iyidir. Başka türlü öğrenmeniz mümkün olmayan bir sürü şeyi başarısızlıklarınızdan öğrenirsiniz. Ve bir gün nihayet başarıya ulaştığınızda bunun değerini daha iyi anlayacaksınız.

16. Pek çok insan gerçekten iyidir:
Bu gerçeği çok yakınlarda farkettim. Pek çok insan iyidir ama bunu yabancılara pek göstermezler. Siz onları tanıdıkça ve onlar da sizi tanıdıkça muhtemelen ne kadar iyi insanlar olduklarını göreceksiniz.

17. Sözler ve düşünceler herşeyi kontrol eder:
Söylediğiniz veya düşündüğünüz şeyler eninde sonunda gerçekleşir. Başarısız olacağınızı söylerseniz başarısız olursunuz çünkü bunun gerçekleşmesi için nasıl olsa bir yol bulacaksınız demektir. Başarılı olacağınızı söylerseniz de aynı şey olur, bunu gerçekleştirmek için nasıl olsa bir yol bulursunuz.

18. Bakış açınızı gerçekliğin ta kendisidir:
Bir olayı veya durumu nasıl görüyorsanız, o da öyle var olur. Bir şeyi trajik veya olumsuz olarak görüyorsanız, onun sizin için anlamı odur. Eğer bir şeyi heyecan verici ve olumlu olarak görüyorsanız, o zaman onun sizin için anlamı da öyle olacaktır.

19. İlham ve motivasyon her yerdedir:
Nerede olduğunuzun hiç önemi yok, orada mutlaka size ilham vercek veya sizi motive edecek bir şeyler vardır. Çok uzaktaki bir ülkede savaşa girmiş ve kendidinizi korkunç şartlar bulmuş olabilirsiniz ama gene de orada sizi hayatta tutacak ve daha iyi bir şeyler için çabalamanızı sağlayacak bir şeyler olacaktır. Size düşense o sebebi görüp tanımak ve asla kaybetmemektir.

20. Dünyayı değiştirebilirsiniz:
Her bir insanın doğrudan veya dolaylı olarak dünyayı değiştirebilme gücü vardır. Kendi hayatınızı değiştirdiğinizde doğrudan veya dolaylı olarak dünyayı da değiştirmiş olursunuz. Kendi hayatınızı veya etrafınızdaki insanların hayatını değiştirdiğinizde dünyayı değiştirmişsiniz demektir. Yaptığınız küçük şeylerin dünyada büyük etkileri olabilir.


10 Nisan 2014 Perşembe

MUTLU OLMAK VARKEN BU DÜNYADA !





Beyin bilimcisi Jeffrey M. Stibel aynı Dalai Lama gibi mutluluğun öğrenilebilir olduğunu düşünüyor.
Ona göre birkaç basit adım atarak mutlu çalışanlar yaratmak mümkün.

Mutluluk…
Türkçe kökenli kelimelerde başta yer alan ‘m’ sesine rastlanmıyor. Dolayısıyla ‘mutlu’ kelimesinin Türkiye Türkçesi dışında bir örneği bulunmuyor. Ancak anlamdaşı olan ‘bahtiyar’ Farsça kökenli olup aynı İzlanda kökenli İngilizce karşılığı ‘happy’ gibi “şansı yardım eden, talihli” anlamına geliyor. Buna göre mutluluk için tesadüfidir ve tarif edilemez denebilir mi? Nassim Taleb Fooled by Randomness (Tesadüfilikle kandırılmış) adlı çok satan kitabında mutluluktan tam olarak böyle bahsediyor. Bilgeliği ve mutluluğu tartışma götürmez Dalai Lama ise ‘Mutluluk Sanatı’ adlı kitabında gerçek mutluluğa ancak beynin eğitilmesiyle ulaşılabileceğini söylüyor. Harvardlı psikolog Dan Gilbert da daha mutlu olabilmek için beyinlerimizi eğitebileceğimiz görüşünde.

Peki, çabalayarak mutlu olmak gerçekten de mümkün mü? MIT Sloan’da ve Brown Üniversitesi’nde beyin bilimi üzerine çalışan Jeffrey M. Stibel iş dünyasında sıkça rastladığımız asık suratlıları mutlu insanlar haline getirmenin mümkün olduğunu düşünüyor. İşte iş yerinde mutluluk için Stibel’den yedi basit öneri…

1- Gülün: Gülmenin mutlulukla doğrudan bir ilişkisi var. Bu ilişki bir korelasyonla başlamış olabilir ancak beyin zaman içerisinde ikisi arasında bağlantı kurdu. Bana inanmıyorsanız şunu deneyin: Yüzünüze kocaman ve güzel bir gülücük oturtun ve negatif bir şey hakkında düşünmeyi deneyin. Ya gülmeyi bırakacak ya da olumsuz düşünceyi aklınızda tutmayı beceremeyeceksiniz.

2- Endişelenmeyi bırakın: Endişe insanlığın en iyi özelliklerinden biridir. Öngörü, planlama ve tahmin yeteneğinin arkasında bu duygu yatar. Endişeleniriz çünkü henüz gerçekleşmemiş bir olay belirsizdir ve endişe duygusu o işi nasıl ele alacağımızı düşünmeye başlamak için bizi teşvik eder. Sorun örneğin ekonominin gidişatı gibi kontrolümüz dışında gelişen olaylarla ilgili çok fazla endişeleniyor olmamızda. Ruhsal birçok hastalığın tetikleyicilerinden biri de endişe. Bugünlerde endişelenecek çok konu olduğu bir gerçek. O yüzden derin bir nefes alın ve küçük şeylerle ilgili endişelenmeyi bir kenara bırakın.

3- Mola verin: Özellikle gelişmiş ülkelerde insanlar çok fazla çalışıyor. Fazla çalışmak çağın “bilgi işçileri” için ters tepen, amaca zararlı bir durum. Bu kişilerin bitkin düşecek kadar çok çalışması onlardan verim almaya çalışmanın en kötü yoludur. Mola vermek düşünüp taşınmak ve kendini dinlemek için iyi bir fırsat yaratır ve böyle zamanlarda en iyi fikirler, en derin içgörüler açığa çıkar. Öğle yemeklerinin mutlaka ofis dışında yenmesi konusunda ısrar ediyorum. Adına ‘siesta’ ya da mini tatil deyin, fark etmez. Tek başına bu bile daha mutlu insanlar yaratmak için oldukça işe yarıyor.

4- İşleri farklı yöntemlerle yapın: Birçok çalışan için sorunun bir parçası da can sıkıntısı ve bıkkınlıktır. Ofisten girdiğimiz andan itibaren defalarca aynı şeyleri yaptığımız bir rutine sıkışmış gibiyiz. İşleri farklı yollardan icra ederek heyecan ve hevesinizi yeniden kazanın. Her adımı öğrenmek, büyümek ve kendinizi zorlamak için atın. Daha fazla sorumluluk alın ve daha önce becerebileceğinizi tahmin bile etmediğiniz yeni bir şeyler yapmayı deneyin. Eğer sorumluluklarınız esnekliğe çok fazla müsaade etmiyorsa var olan sorumluluklarınıza farklı bir yaklaşım getirmeyi deneyin.

5- Yönetmeyi bırakın liderlik edin: Eğer yönetim ekibindeyseniz çalışanlarınızı motive ve teşvik etmenin yollarını bulmalısınız. Ama nasıl? Beyinlerini esnetin. Onlara daha fazla sorumluluk, karar verme gücü ve özerklik vererek ekibinizi güçlendirin. Kapsayıcı olun ve onları süreçlere dahil edin. Şirketin genelinde neler olup bittiğini çalışanlarınıza açıklayın ve onlara yaptıkları işin, şirketin genel operasyonunu nasıl etkilediğine dair daha geniş bir perspektif verin.

6- Delege edin: Küçülme dönemlerinin en yıkıcı ve ters tepen yan etkilerinden biri de korkudur. Çoğu yönetici kendilerini kullanım dışı bırakacağı korkusuyla kontrolü elden bırakmaktan korkar. Eğer böyle düşünüyorsanız çoktan devre dışı kalmışsınız demektir. Kontrol etmek fiziksel ve ruhsal sağlığınız için kötü olması yanında işin kendisi için de kötüdür. En iyi liderler kendilerinden daha iyi, daha akıllı ve yetenekli insanlarla çalışmayı tercih eder.

7- Eğlenin: Eğer yaptığınız işi beğenmiyorsanız o işi yapmayı bırakın. Hayat eğlenceyi bir kenara atmak için çok kısa. Sevdiğiniz işi yapmalı ve onu sevmekten vazgeçmeye başladığınız an başka bir işe yönelmelisiniz. Bu ekonomik ortamda bile eğer yaptığınız işte iyiyseniz ve üstelik o işi yüzünüzde bir gülümseme ile icra edebiliyorsanız her zaman sizi talep eden şirketler olacaktır.


Ege Makedonyası’ndaki Yerleşim Yerleri Rehberi

Ege Makedonyası’ndaki Yerleşim Yerleri Rehberi[1]
Giriş Yerine[2]
1912-1913 Balkan Savaşları ve 14/27 Kasım 1919 tarihli Neuilly Barış Anlaşması ve 28 Temmuz (10 Ağustos ) 1920 tarihli Sevres Anlaşması ile de teyit edilmiş bulunan 28 Temmuz (10 Ağustos ) 1913 Bükreş Anlaşması neticesinde Makedonya üç Balkan devleti, Sırbistan, Yunanistan ve Bulgaristan arasında bölüştürülmüştür.[3]
Yunanistan’a bağlanan ve o günden bu yana bu statüsünü koruyan  bu kısım, Makedonya’nın 66,474 km karelik toplam toprağının 33,953 kilometrekarelik bir kısmını kapsamaktadır.[4]
Bu çerçeveye Ege Makedonyası ve Balkan Savaşlarının ardından kazandığı topraklar dahil edildiğinde Yunanistan devletinin toprakları  63,211 kilometre kareden 129,880 kilometrekareye genişlemiş,  nüfusu da 1920 tarihinde kaydedilmiş mukim insan temel alınarak değerlendirildiğinde 2,631,952’den 6, 204,684 kilometrekareye artmıştır. Bu sayede Sırp Krallığı, Hırvatlar, Slovenler ve Bulgaristan ile sınır komşusu haline gelmiştir. Ancak yine de bu devletlerin hiçbiri doğal ya da etnik, sınırlarına sahip değildir. 
Bölünmesinden önce Makedonya’da yaşayan toplamda 2,000,000 sâkinin yarısından fazlası, yani 1,136,477’si Ege Makedonyası’nda yaşadı.
5 yüzyıllık esaretin neticesinde çok ciddi değişiklikler göstermiş doğal nüfus yapısı, Balkan Savaşları’nın hemen arefesinde şu şekildedir: 362 000 Hristiyan Makedonya’lı 41 000 Müslüman Makedonyalı, 295 000 Türk, 240 000 Hristiyan Rum, 14 000 Müslüman Rum, 46 000 Hristiyan Valak, 3500 Müslüman Valak, 9000 Hristiyan ve Müslüman Arnavut, 60 000 Yahudi, 30 000 Yahudi ana gruplardır, nüfusun kalan kısmı milliyet açısından farklı kökenlere  sahiptir.[5]
En azından şu anda Ege Makedonyası’nın ulusal nüfus yapısının tarihinin derinliklerine  girmek gibi bir amacımız yok, bununla birlikte Türklerin gelişinden önce bu topraklarda Makedonyalı nüfusun hüküm sürdüğüne dikkat çekmeye değer. Sıkıntılar, göçler ve ölümlerle sonuçlanan savaşlara rağmen Makedonyalılar, Ege Makedonyası’nın nüfusunun ana parçasını oluşturmaya devam etmişlerdir.
  Bununla birlikte, 5 yüzyıldan fazla süren bu tarihsel sürede olamayan şey, Balkan Savaşları’ndan sonraki dönemde çok kısa bir sürede gerçekleşti. Bu durumun sebebi bu dönemde yaşanan önemli büyüklükteki göçler ve etnik değişimlerin bir bütün olarak Makedonya halkına etki eden önemli sonuçlar doğurmuş olmasıdır.
Makedonya’nın 3 komşu ülke arasında bölünmüş olması o güne kadar ısrarla ulusal bağımsızlığı için savaşmış Makedonya halkını büyük bir tarihsel adaletsizlikle muhatap kılmıştır. Elinde kalan tek alternatif daha fazla mücadeledir. Ancak bu mücadele, karşı karşıya bulunulan yeni şartlar sebebiyle daha zor ve daha karmaşıktır.
Bütün etkilerine ek olarak bu bölünme, 3 parçada da yaşayan Makedonyalılar, asimilasyoncu işkencelere maruz kalmış ve tek amacı Makedonya’nın etnik yapısını değiştirmek olan bir zorla göçü gerçekleştirmeye zorlanmışlardır. Bu eğilimler, Ege Makedonyası’nın ulusal yapısının, Makedonyalıların zararına olacak şekilde değişimi kapsamında yukarıda anlatılan sonuçlar doğurmuştur.
Komşu Yunanistan’daki parçada uygulanan bu politika, esas olarak, kendi amaçları için kullandığı birtakım tarihsel olaylar tarafından kolaylaştırılmıştır.
·         Birinci ve ikinci Balkan Savaşları ( 1912- 1913 )
·         Birinci Dünya Savaşı (1914- 1918)
·         1919-1922 Yunan- Türk Savaşı ve 1923 Lozan Sözleşmesi
·         İkinci Dünya Savaşı ve Yunan İç Savaşı (1940- 1949 )
·         Yunan İç Savaşı’ndan sonra uygulanan politika: her ne kadar daha zarif hale getirilmiş olsa da, Ege Makedonyası’nda yaşayan Makedonyalılar için,  şu ana kadar eşit derecede sadakatsiz ve ulusal haklarından mahrum edici bir politika olmuştur.
I
Balkan Savaşları’nın Etkileri (1912- 1913)
            4 (17)- 5 (18) Kasım 1912’de ilan edilen Balkan Savaşı’ndan sonra müttefik Sırp, Bulgar, Rum, Karadağ güçleri Osmanlı Türk ordusunun ciddi kayıplar vermesini sağladılar ve bu sayede Türkiye ateşkes istemeye mecbur kılındı. Türkiye ile savaş, hukuki olarak 17 (30) Mayıs 913 tarihli Londra Barış Anlaşması’nın imzalanması ile sonuçlandı. Bu sayede Türkiye topraklarının Avrupa’daki kısmı, kendi içlerinde sınırların nasıl olacağına karar verilmeden müttefiklere geçmiş oldu. Bu sebepten  ve esas olarak yeni özgürleştirilmiş Makedonya topraklarının büyk kısmına kimin sahip olacağı ve o toprakları kimin işgal edeceğine ilişkin karşılıklı anlaşmazlıktan dolayı, kısa bir süre sonra Bulgaristan’ın tamamen mağlup edilmesi ile sonuçlanan  İkinci Balkan Savaşı başladı.[6] 
Müttefik askerlerin karşılıklı tahammülsüzlüklerini ve tatmin edilmesi mümkün olmayan isteklerini gösterdiğini belitmek gerekir. Bu durum, Makedonya’nın Türk ve diğer müslüman topluluklarının en çok acı çektiği dönemde bile böyledir. Binlerce Müslüman müttefik askerleri tarafından katledildi ve zenginlikleri yağmalandı, evleri yakıldı ve Müslümaların yaşamakda olduğu köylerin bütünü veya kasabaların parçalarının tamamı yakılıp yıkıldı.[7]
Her ne kadar en çok kayıp vermiş topluluk onlar olsa da Birinci Balkan Savaşı sırasında işgal edilmiş topraklarda zor günler geçirenler sadece Müslüman nüfus değildi, Makedonya üstündeki emperyalist planlarını ısrarlı biçimde sürdüren yeni fetihçi ordular ve komutanlar, Hristiyan nüfusun, kendi düşüncelerine göre onlara uygun düşmeyeceği, işkencelere başvurdular.[8] Emperyalist planlarını Makedonya’da istikrarlı biçimde uygulayarak yeni fetihçi ordular, kendi hesap ve düşüncelerine göre kendilerinden kabul etmedikleri hristiyan nüfusa zulmetmeye başladılar.[9]
19 Haziran 1913’te patlak veren ve daha sonra öncekinden çok daha zalimce olduğu ortaya çıkan II.Balkan Savaşı’nda Makedonya halkları en yüksek bedeli ödediler. Bu savaş sırasında binlerce masum Makedonyalı özellikle Yunanlılar tarafından katledildi. Bu insanları  büyük çoğunluğu kadın ve çocuklardı. Bu durum, askeri operasyonların devam ettiği Kukus (Kilkis) ve Valovis civarında daha da belirgin olarak görünür. Düzinelerce Makedonya köyü ve enfes Makedonyalı kasabası Kukus (kilkis) yakıldı ve yıkıldı. Bulgar askerler de, özellikle Serres ve Doksat kasabaları civarındaki Yunan nüfusa eşit ölçüde zalimce davrandı.[10]
İki Balkan savaşı neticesinde Bulgaristan toplamda yaklaşık 112 000 civarında göçmen aldı. Bunların yaklaşık 50 000’i Makedonyalıydı ve 30 000’i de Ege Makedonyası’ndan gelenlerdi. [11]
Ege Makedonyası’ndaki topraklarda, Yunanistan yaklaşık 157 000  kişilik göç aldı. Bunların yaklaşık 157 000’lik kısmı Türklerdi ve daha küçük oranlarda Rumlar, Patriarşik Makedonyalılar, Bulgaristandan gelen Vlaklar, ve pirin Makedonyası’ndan, Trakya’dan ve küçük Asya’dan gelen insanlardı.[12] Kalan kısım, genel olarak Türkler ve diğer Msülümanlar, Selanik Limanı üstünden Türkiyeye geçtiler. Durumun nomralleşmesinin hemen ardından gerçekleşen bu hareket onlardan kurtulmnak için yaşamlarını çekilmez hale getirme yönetmine başvurmuş Yunan yetkililer tarafından desteklenmiştir.[13]
Bununla birlikte İkinci Balkan Savaşı’nın yukarıda belirtilen zalimliklerine bağlı olarak Makedonyalıların belli bazı bölgelerde (Kukus veya Kilkis, Valovista, Serres v.b. ) önemli ölçüde dağıtılmış olması gerçeğine rağmen, bu insanlar yine de Ege Makedonyası’ndaki esas nüfus ve o dönemde Sırbistan’ın sınırları içerisine bulunan Bulgaristanı ve Vardar Makedonyası’nı çevreleyen alanlardaki mutlak çoğunluk olmaya devam ettiler. [14]
Bu durum bu müreffeh ve o döneme kadar Yunan olmayan bölgeyi Hellenleştirme çabasında olan Yunan tasarımlarını hiçbir şekilde tatmine tmemiştir. Böyle bir amaç ancak bir yandan Makedonyalıların zorla göç ettirilmesi ya da asimilasyonu ve Türklerin ve diğer Müslüman nüfusların zorla göç ettirilmesi, diğer yandan da Kafkasya’dan, Küçük Asya’dan ve diğer bölgelerden Yunan ve Yunan yanlısı bakış açısında sahip nüfusların bu topraklarda iskan edilmesi yoluyla gerçekleştirilebilirdi.
Bu sebeplerden ötürü, imzalanan ateşkes anlaşmasından hemen sonra, Makedonyalılara ve Türklere Yunan devletinin dışına çıkmaları için yoğun bir baskı yapılmaya başlandı. Bu baskı sonucu birçok Makedonyalı aileyi Bulgaristan’a ve Sırbistan’a  (daha özgül olarak Sırbistan’ın bir parçası olan Vardar Makedonyası’na ) göç etmek zorunda bırakıldı ve buna ek olarak deniz aşırı ülkelere göç etme yönünde de artan bir eğilim cortaya çıktı.[15] Göç, Birinci Dünya Savaşı ve Müttefik askerlerin (Fransız, Britanyalı, Sırp v.b.) bu topraklarda konuşlanması sebebiyle geçici olarak kesintiye uğradı.
II Birinci Dünya Savaşı sırasında Ege Makedonyası’nda Göç Hareketleri
Bu Ege makeodnyasından dışarıya doğru göç süreci ve aynı dönemde başlatılmış bölgeyi Kafkaslar’dan gelmiş göçmenler ile kolonize etme süreci, yeni ortaya çıkan durum tarafından kesintiye uğratılmıştır. Bu yeni durumları Sırp askerlerinin Vardar Makedonyası topraklarından, Bulgaristan’ın Doğu Ege Makedonya topraklarından ve işgalinden vazgeçmesi ve müttefik askerlerin Ege Makedonyası topraklarında konuşlandırılması şeklinde sıralamak mümkündür. [16]
Buna karşın ve özellikle savaş sırasında yeni yaratılmış durum sebebiyle, üç yönden yeni bir Makedonyalı göçü dalgası ortaya çıktı. Bu topraklarda yaşayan Makedonyalıların bazıları Önce Sırp sonra da Bulgar işgaline muhatapken tatmin olmamış bir halde Yunan yetkililer tarafından “ilgilenilmiş” olan Ege Makedonyasına kaçtılar ve sınır bölgelerindeki Lerin (Florina), Sorovic, Ostrovo, Voden (Edessa), Meglen, Enidze, Vardar, Gumendze, Bojmica ve Kukus (Kilkis) bölgelerine yerleştirildiler.[17] 
Daha sonra özellikle Vardar Makedonyası’ndan gelen göçmenlerin büyük kısmı, özellikle Bitola’dan gelen Müttefik askerlerinin ikinci kez çekilmesinden sonra,[18] Sık sık Yunanlıların Sırp karşıtı ve Slav karşıtı politikalarından ve Sırp yetkililere, göçmenlerin refahı konusunda zorluk çıkartmak konunusnda ellerinden gelenin en iyisini yapmaktan çekinmediklerinden yakınan Sırp askeri ve sivil yetkililerin koruması altına girdiler.[19]
Ege Makedonyası’ndan gelen ve Bulgaristan işgalindeki topraklara doğru, esas olarak Yunan ordusunda askere alınmaktan  kaçmak amaçlı tersine göç hareketleri de mevcuttu.[20]
Resmi istatistiki verilere göre, 1. Dünya Savaşı boyunca Vardar Makedonyası’ndan gelen 14 600 kişi, Ege Makedonyası’na kaçtı.[21] (Bu rakam, savaştan sonra geri dönmeyen kişilere atıf yapmaktadır. )
Bunların 41 000’i Bulgaristan’a kaçtı. Bu rakamın yarısı, Makedonya’nın Ege kısmındandı.[22] Tarihe göre sınıflandırıldığında koşullara bağlı olarak Bulgaristan’a gelen bu göçmenler: 1915’te 3759; 1916’da 6,713; 1917de 2736; 1918de 13,454 ve 1919da 14,785 mülteci şeklindedir. [23] Göçmenlerin sayısı aslında çok daha yüksekti ama bunların büyük bir kısmı şartlar normale döndükten sonra doğdukları topraklarına geri döndüler. Bu göç, özellikle 1916’da gerçekleşmiş olan göç, köylülerden ve kasabada yaşayan insanlardan oluşuyordu. Bu insanlar, 1916 sonbaharında, aralarında Dojran ve Gevgelija’nın dahil ön bölgelerde sâkin iken, içeri bölgelere çekilmeye zorlanan kasaba sakinleri ve köylülerdi.[24] 
Yukarıda değinilen Bulgaristandan gelen toplamda 41 000 kişilik göçmen grubu arasında, 5,500’ü Plovdiv’de ve civar bölgelerde konuşlanmıştı ancak kalan kısmı Bulgaristan’ın diğer kasaba ve bölgelerinde iskan edildiler. [25]
Birinci Dünya Savaşı, Yunanistan lehine sonuçlandı. Toprakları, Trakya’ya doğru genişledi halbuki Trakya, Bükreş Barış Anlaşması uyarınca Bulgaristan’a verilmişti.
Ege Makedonyası’ndan gelen Makedonyalılar bu zorla göçler sebebiyle yeni kayıplar verdiler. Öte yandan, Yunan yanlısı duygulara sahip kimseleri içeren yeni bir göç almış olan Ege Makedonyası topraklarında yaklaşık 100 000 kişi iskan edildi.[26] Bunula birlikte yine de Ege Makedonyası’ndaki durum Yunanistan’ın aleyhine olmaya devam etti. Nüsufun çoğunluğu hala Yunan değildi ve büyük kısmı da Makedonyalılar, Türkler ve diğer milletlerden oluşuyordu. Bunun da ötesinde Ege Makedonyası’nda iskan edilen nüfusun bir kısmı Pirin ve Varda Makedonyası’ndan gelen kişilerdi, partiarşiklerdi ancak hiçbir şekilde Yunanlılara “uygun” değillerdi.[27]
III Ege Makedonyasında göç hareketleri (1919 - 1940)
1-      Makedonyalıların Bulgaristan ve Sırbistan, Hırvat ve Sloven Krallıklarına göçleri
Balkan Savaşları ve 1. Dünya Savaşı süresinde 50 000 Makedonya Ege Makedonyası topraklarından göç ettiğine daha önce zaten değinilmişti.[28] Makedonyalıların bu zorunlu göçü Yunan yetkililerin umut ettiği sonuçları ortaya çıkartmadı. Bunun sebebi, doğal nüfus artış oranı sonucunda en azından 270 000 ile 300 000 arası Makedonyalı nüfusun Ege Makedonyası’nda varlığını sürdürmekte olmasıydı.
Bu gerçeği gören Yunanlılar, müttefikleri ile de anlaşarak Bulgaristan konusunda, Neully (Nöyi) Anlaşmasının 56. maddesinin  2. Fıkrası uyarınca ayrı bir sözleşme imzalanmasını sağladılar.[29] sözleşme, Bulgaristan ve Yunanistan arasında “gönüllü” nüfus mübadelesini öngörmekteydi. Bu kasıtlı dayatma Makedonyalıların Ege Makedonyası’ndan Bulgaristan’a zorunlu göçünü gerçekleştirme amacını taşımaktaydı. Mağlup Bulgaristan bu karara direnmedi çünkü Bulgaristan’da yaşayan Yunanlıları özellikle Plovdiv ve çevresinde bulunanlar ile Karadeniz civarındaki köylerde yaşayanları ülkeden çıkartmak istemekteydi.
Bu amaçla gayri menkuller için ödenecek tazminatlar planlandı, bu hususta güvence verildi ve 20 Eylül 1920 gibi erken bir tarihte Milletler Cemiyeti Yunan ve Bulgar Karma Komisyonu adı altında bir özel komisyon kuruldu. Bu komisyonda iki yabancı kişi vardı, bu kişiler Yeni Zelandalı yarbay A. C. Corfe ve Belçikadan Binbaşı Mariel de Roover’dir.[30] Corfe komisyonun başkanıydı ve de Roover Başkan Yardımcısıydı. Bunlara ek olarak komisyon bir Bulgar ve bir Yunan’ı da içeriyordu. Komisyonun işlevi göçün ve göçmenlerin malları için ödenecek tazminatların gözetimi ve bu işlemlerin kolaylaştırılması idi. Sözleşmenin kendisi uygulamada, aynı komisyonun kuruluşu gibi lüzumsuz olduğu görüldü. Komisyonun oluşturulmasından ve göreve başlamasından itibaren 3 yıl içerisinde ne Makedonyalıların ne Bulgar devleti içinde yaşamış Yunanlıların, ne de  Yunan devleti çerçevesinde yaşayan Trakyalıların hiçbirinin evlerini gönüllü bir biçimde terk etmek gibi bir niyetleri olmadığı ortaya  çıktı.
1919’dan 1923 autumn una kadar Yunan ve Bulgar Karma Komisyonu’nun sunduğu hizmetlerden faydalanarak sadece 800 kişi herhangi bir yönde hareket etti. Bu kişilerin Makedonyalı olanları üçte birden daha azdı. Aslında, toplamda bu rakam 250 kişiden daha azdı. [31]
Bununla birlikte Makedonyalıları, Ege Makedonyası’ndaki nüfusun etnik bileşimin değişmesi bakımından Makedonyalıları ve diğer toplulukları, etkileyen bir diğer önemli faktör daha vardı. Bu Yunanistan ve Türkiye arasında gerçekleşen 1919- 1922 savaştı.
Yunan oligarşik elitinin Küçük Asya’ya, özellikle kıyı bölgelerine yönelik “grande idee” istekleri Yunanistan’ı çok daha güçlü Türkiye ile savaşa soktu. Oligarşik elit, bu bölgelerin kendilerinin bir zamanların Bizans İmparatorluğundan gelen “tarihsel hakkı” olduğunu iddiasını savunmaktaydı.  1919’dan 1922’ye kadar süren ve Ege Makedonyası’ndan gelen birçok Makedonyalının Yunan ordusu içerisinde hareket ettiği ve öldürüldüğü bu savaş,  Yunanistan’ın tamamiyle mağlup olması ile sonuçlandı. Türkiye kazandığı zaferi kullanmaktan geri kalmadı ve Yuanistan’a Lozan Sözleşmesi’nin imzalanması isteğini dayattı. Bu Sözleşme, Türk devleti içerisinde bulunan bütün Hristiyanların Yunanistan’a ve Yunan devleti içinde bulunan bütün Müslümanların da Türkiye’ye zorla göç ettirilmesi hükmünü içermekteydi. İstisna sadece Batı Trakya’daki Müslüman topluluğa ve Konstantinopol’daki Hristiyan nüfusa tanındı. Verilen bu istisnaların sebebi ise iki devletin uzun vadeli planları idi.[32] Uygulamada, 1922’deki askeri harekatlar gibi erken bir tarihte Türkler Küçük Asya’nın kıyı bölgelerindeki Rum nüfusunu zorla ihrâç ettiler. Bu insanlar, bu sözleşmenin zorlaması sebebiyle 1923 ve 1924 yılları boyunca tamamiyle Yunanistan’a göç ettiler. Ülkeler arasındaki denge Yunanistan aleyhine bozulmuştu zira sadece askeri olarak mağlup edilmek ve ekonomik olarak zayıflamakla yetinmemiş, Küçük Asya hakkındaki bütün grand idee planlarından da vazgeçmek zorunda kalmıştı. Yine de bu fırsattan yararlandı ve Yunaistan’dan Türkiye’ye doğru gerçekleşen göçün büyük kısmı, yani yaklaşık 1 230 000 insan, esas olarak Ege Makedonyası’na  yöneldi. Bu, Yunanistan’a bu toprakların etnik yapısını son derece radikal biçimde değiştirme imkanı verdi. Böylece 640 000’den fazla göçmen Ege Makedonyası’na yerleşmişti.[33] Bu sıralarda anlaşmanın şartları gereği, 300 000 Türk ve diğer etnik kökenlerden gelen Müslümanın, 40 000’i aynı topraklardan gelen Makedonya Müslümanıydı, ve bu insanlar Türkiye’ye yerleşti.[34]
Bu şekilde durum Makedonyalıların zorla göçü için kullanılmış oldu. Göçmenler için düzenlemeler yapmanın zorlukları bahanesiyle Makedonyalı hanehalkı bir ya da birden fazla göçmen aileyi evlerine kabul etmeye zorlandı.[35] Bu durum özellikle sınır bölgelerde  yaygındı. Amaç, Makedonyalıların yaşamını katlanılamaz hale getirmekti. Dayatılan bu uygulamaya, toprakların, malların ve eşyaların kamulaştırılması eşlik etti. Fiziksel şiddet ve diğer tür baskılar da uygulanmaktan geri kalmadı. Bunun da ötesinde, bütün Ege Makedonyası boyunca silahlı birimler oluşturuldu. Bunlar, sözde gerillaları takip etmek amacıyla kurulmuştu ama Makedonyalı ailelerin korkutulması, düzenli kitlesel tutuklamalar ve hatta bireysel ve kitlesel katliamlar gibi işlevler gördü.[36] Kitlesel katliamlar arasında, biri 27 Temmuz 1924 tarihinde bağlandıktan sonra öldürülen Trlis, Karakoy ve Lovcen köylerine mensup 18 Makedonyalı köylünün öldürülmesi[37] Lerin (Florine) ve çevresindeki bölgelerde yaşayan vatandaş ve köylülerin Kasım 1925’te gerçekleşen kitlesel tutuklaması hatırlanmalıdır bu tutuklamaya maruz kalan insanların büyük bir çoğunluğu ölüme mahkum edilmiş ve vurulmuş geri kalan kısmı ise uzun süren mahkumiyetler yaşamıştır.
Bu silahlı birimlerin çeşitli terörist faaliyetleri ve Yunan yetkililerin diğer şiddet içeren yöntemleri birçok Makedonyalıyı Bulgaristan’a ve daha küçük bir kısmını Vardar Makedonyası’na ve aynı zamanda Sırbistan, Hırvatistan ve Slovenya krallıklarınıa, özellikle, Bitola, Gevgelija ve Strumica bölgelerine göç etmeye zorladı.
Ulaşılabilir resmi istatistiki verilere göre 1923 ve 1928 arasında 33 000 Makedonyalı Bulgaristan’a göç etti. Aynı anda yaklaşık 10 000 Makedonyalı Sırp, Hırvat ve Sloven Krallıklarına göç etti.[38]
Bu Makedonyalıların göç etmeye zorlanmalarının sebebi, kendilerini dayanılmaz koşullar altında bulmalarıydı. Bununla bağlantılı olarak Yunan yetkililer ve bahsedilen silahlı gruplar tarafından korkutuldular ve kıştırtıldılar. Doğal olarak, tek çareyi kaçmakta ve göç etmekte buldular. Niyetleri, öldürülmekten, fiziksel ve ruhsal tacizlerden kaçma ve göç ederek daha huzurlu bir alan bularak kendilerini  içinde buldukları kabustan kurtarmaktı.  
2. Makedonyalıların Deniz Aşırı ülkelere göçü
İki dünya savaşı arasında aynı politik sebeplerden Ege Makedonyasından deniz aşırı ülkelere güç göç olduğu gerçeğine değinilmeldir. Bu göçler ile ilişkili olarak daha sonra gelecek olayları daha iyi anlayabilmek amacıyla göçlerin ardındaki sebepleri ve önceki süreci kısaca anlatmak gerekir.
Makedonyalıların özellikle geri kalmış bölgelerden gelenlerin yurtdışına göçmen işçi olarak gitme gelenekleri oldukça eskidir ancak en yaygın olduğu dönemler 18. ve 19. yüzyıllardı. Makedonyalı göçmen işçilerin büyük çoğunluğu Konstantinopol, Anadolu, Mısır, Romanya, Bulgaristan, Sırbistan ve Avusturya Macaristan İmparatorluğunun diğer bölgeleri idi.
Makedonyalı göçmen işçiler esnaf, işçi ve küçük işadamları olarak biliniyordu. Özellikle şu alanlardaki ticarette özel bir yer elde etmişlerdir: duvarcılık, değirmencilik, fırıncılık, pastacılık, terzilik, hancılık, tuğla ve kiremit ve benzeri alanlar. Bu göçmen işçilerin çoğu, ailelerini zaman zaman ziyaret,ev yapmak ya da toprak satın almak amacıyla geri döndükleri köylerde tuttular. Daha az rastlansa da, bazıları ailelerini çalıştıkları lşehir ve köylere götürdüler: Konstantinopol, Sofya, Bükreş, Belgrad, İskenderiye, Kahire v.b.
Daha uzaklara, Batı Avrupa’nın başlarındaki ülkelere gitme geleneği yakın bir tarihte başlamıştır. Deniz aşırı ülkelere gitme geleneği ise Osmanlı Türk yetkililerin artan şiddet uygulamaları ile beraber, yani, 19. Yy sonu ve 20. Yy başların itibaren Makedonyalılar Amerika’ya göç etmeye başlamışlardır. Bu göçlerin büyük kısmı,  düzinelerce Makedonyalı köyün Osmanlı Türk ordusu ve düzensiz birlikleri tarafından yakıp yıkıldığı Ilinden Ayaklanması’ndan sonra gerçekleşmiştir.
Özekllikle Ege Makedonyası’ndan deniz aşırı ülkelere göç, Balkan Savaşlarından sonra arttı ve göçlerin sebepleri esas olarak politikti. Aslında, daha önce de ifade edildiği üzere, Yunan yetkililer,  özellikle Balkan Savaşları’ndan sonraki ilk yıllarda görüldüğü üzere bu göçü kolaylaştırdılar. Bununla birlikte, Birinci Dünya Savaşı sebebiyle, Yunanistan’ın içinde bulunduğu şartların zorlamasıyla, Makedonyalıların Ege Makedonyası’ndan göçleri, hızlı bir biçimde yavaşladı.  Savaşın bitişinden sonra Küçük Asya’dan Ege Makedonyası’na doğru başlayan yeni dalga ile taze bir ivme kazandı. Bu sefer, yeni bir öç dalgası vardı: genellikle Kanada’ya ve Avustralya’ya yönelmişti. Makedonyalı göçmenlerin bu ülkelere göçü, özellikle 4 Ağustos 1936’da Mexatas diktatörlüğünün kurulmasından ve Makedonyalılara karşı uygulanan terör artmasından sonra hızlanmıştı. Makedonya evlerinde Makedonya dilinin kullanılması bile yasaklanmış, ulusal duygularından dolayı hapsedilen ya da sınır dışı edilen Makedonyalıların sayısında büyük bir artış olmuştu. Ege Makedonyasından dneiz aşırı ülkelere yönelmiş bu göç II. Dünya Savaşı’na hatta aslında Yunanistan ve İtalya arasında 28 Ekim 1940 tarihinde ilan edilen savaşa kadar devam etti.
Yukarıda anlatılanlardan, 23 Temmuz 1923 tarihli Lozan Sözleşmesi’nin yani Hristiyan nüfusun Türkiye’den Yunanistan’a zorla göçü ve Makedonyalıların Bulgaristan’a ve kısmen de olsa Sırp, Hırvat ve Sloven krallılarının topraklarında bulunan Vardar Makedonyası’na göçü Ege Makedonyası’nın etnik yapısını önemli ölçüde değiştirdiği sonucu çıkartılabilir. Bu yerleşim alanlarını zorla dağıtma ve yeni yerleşimler kurma önlemleri, Yunan Grande İdee politikasının lehine sonuçlar doğurdu.
1912’den 1940’a kadarki dönemde Ege Makedonyası’ndaki Makedonyalıların içine toplamda 90 000 kişiyi[39] alan zorla göçüne karşın Makedonyalıların sayısının hala yüksek olduğu söylenmelidir. Makedonyalıların o dönemdeki nüfus artış hızları dikkate alınırsa, (nüfusun ortalama artış hızı 1928 ve 1940 arasındaki sürede % 24 seviyesindedir[40]) 1940’taki sayıları Balkan Savaşları sırasındaki nüfusları ile aynıydı yani 300 000 ile 320 000 arasındaydı. Voden (Edessa), Enidze, Vardar, Gumendza, Kukus (kilkis) ve Valovis gibi daha öncesinde hiç Yunanlının yaşmadığı belli bazı bölgelerde bu politikanın sonucu olarak Yunan yerleşimci sayısı arttı ve bu bölgelerin bazılarında Makedonyalılar bir azınlık haline geldi. Bununla birlikte Voden (Edessa), Lerin (Florina) ve Kostur (Kostarina) bölgelerinde Makedonyalı nüfusun oranı göreli olarak yüksek kaldı. Bu oran Voden’de (Edessa) %55 iken Lerin (Florina)’da %85’e kadar çıktı.
Durum, Yunanlı yetkilileri telaşlandırmaya devam ediyordu zira o ana kadar, asimilasyon ya da zorla göç amacıyla alınan tüm önlemler, beklenen sonuçları tam olarak vermemişti. Aslında Ege Makedonyası’nın etnik yapısının Balkan Savaşları, Birinci Dünya Savaşı ve 1919 ve 1922 arasında devam eden Türk- Yunan Savaşı ve akabindeki sözleşmelere ek olarak Yunan devletinin yerleşim yerlerini dağıtıp yeni yerleşimler kuran politikasına rağmen büyük ölçüde değişmiştir. Yeni yerleşimler kuran politikaların ve doğal artışın neticesinde, daha önceden değinilen sıkıntılara rağmen, Ege Makedonyası’nın nüfus artış oranı sürekli olarak yüksek seyretti. Nüfus, 1920’de 1, 804, 022 yerleşimciden 1928’de 1, 410, 884’e gelirken 1940’ta 1, 752, 091 yerleşimciye ulaştı. Durumun bu şekilde oluşmasında en büyük pay, Makedonyalılara aitti.
IV. Ege Makedonyası’ndaki Yerleşim Yerlerinin İsimlerinin Değiştirilmesi
6.yy dan başlayarak, belli tarihsel koşullar altında Balkan Yarımadası’nın kuzeydeki bölgelerinde yerleşmiş fakat diğer ilgili kabileler ve yabancı kabileler tarafından baskı altında tutulan Slavik kabilelerin Güneydoğu’daki bölgelere yöneldiği ve Yunanistan anakarasının tamamını Peleponnes dahil işgal etmiş oldukları doğrudur. Hatta, Peleponnes’in tarihi ismine aşina olmadıkları için, bu yarımdada denizle çevrili olduğundan bu bölgeye More ya da Deniz (Morea) adını vermişlerdir. Ezerci ya da Milinzi ismiyle bilinen bu kabileler, Peleponnes’i işgal ettiler. Bu sırada Slavik kabileler Berziti ve Veligosti Aetoliokarania, Attica, Boetica ve daha kuzeydeki bölgelerde yerleşik durumdadırlar. Slavik kabilelerin mutlak hakimi haline geldiği bu yeni ele geçirilmiş topraklar, kadim yerleşim bölgelerinde yeni yerleşimler kurup bunlara yeni slavik isimler verdiler ve bölgeyi yerel yönetimlere ve daha alt düzey idari yapılara böldüler. Fethettikleri ve yerleştikleri yerlerin eski isimlerine aşina olmadıklarından, bütün coğrafi özellikler, ( Dağlar, Irmaklar, Göller, Sıradağlar, Tepeler, Ovalar v.b. )  yeni, Slavik isimler edindiler ve yakın zamana kadar hem ülke içerisinde hem de dünyada bu isimlerle bilindiler. Bunların bazıları, Bugün bile, Yunan dilinin yapısına uygun küçük değişimler göstererek, bu isimleri korumaktadırlar.
Böylece Peleponnes’in bir zamanlar ünlü ve önemli dağları, sözgelimi Helicon, Parnon, Chronios ve Kimina, yeni, Slavik isimler edindiler. (Örneğin Zagora, Helmo – H’lm-, ve Malevo). Pamisos, Piros ve Helicon ırmakları, Pirnaca, Kamenica ve Burbuceva oldular. Yunanistan’daki bazı yöreler de yeniden adlandırıldılar, Suvdela, Melinzi, Opstina, Zupa v.b. de yeni adlar edindiler. Eski Sparta’nın yıkıntılarının üstündeki civarda Varsova isimli, yeni, Slavik bir yerleşim yeri kurulurken, Mycenae’nin külleri üstünde Slavik köyü Horvati kuruldu. Kulağa Yunanca gibi gelen, iddialara göre Yunanca olan, isimler bile, Mani – Mahjates, Miastra ve Cakonia – Cakones, hiç şüphesiz Slavca kökenlidir. Eski topografik haritalara ve Yunanistan’daki resmi nüfus sayımlarına dayanarak Yunanistan Devletinin kuruluşundan bu yana, Yunanistan’ın sadece bu kısmında (yani More, Aetoliokirania ve Attica’da) yüzlerce köy, kasaba, şehir ve diğer yerel birimleri çağırmak için düne kadar Slavik devletleri kıskandıracak Slavca isimler kullanılıyordu.
Slavik isimlerden de öte, daha sonra, özellikle 14. Yy’dan sonra, Cezayirli, Vlak, Türk isimler bunlara eklendi. Bu sayede, yeni doğmuş Yunan topraklarında, nüfusun büyük kısmının ikamet ettiği yerler ve civarındaki topografyanın ismi, aslında Yunanca değil, esas olarak Slavca ya da bir başka kökendendi.
1830 gibi erken bir tarihte devlet olarak kurulduğundan, resmi Yunanca, kendi toprakları üstünde, Yunanca olmayan ve başta Slavca olmak üzere çeşitli kökenlerden gelen yer isimlerine atıf yaparken sorunlar yaşadı. Bu sebepten, sadece onlar değil yabancı yazarlar da, bu isimleri dikkatli bir biçimde kaydettiler ve bunları yorumları ile birlikte yurtdışında yayınladılar. Bu yazarlar, bugünükü Yunanlıların kadim Yunanlılarla hiç bağı olmadığını ya da varsa bile bu bağın çok küçük olduğunu ve aslında Slav, Vlak, Arnavut ırklarının Anadolu yarımadasından gelen büyük oranda Helenleşmiş ve Bizans topraklarından 10. Yüzyılda sebepsiz yere sürülmüş Hitit ve Phrygian nüfusla karışımından doğmuş, tümüyle yeni bir ırk olduğunun savundular.
Ciltlerce tarihsel faktografiye ek olarak yabancı yazarlar, iddialarını önemli ölçüde doğrulayan yer isimlerine de atıf yaptılar.
Bu sıkıntılı durumla yüzleşen Yunan devleti, isimleri, özellikle de esas olarak Slav dilinden gelen isimler taşıyan daha büyük kasabaların isimlerini, sessiz bir biçimde ama kademeli olarak değiştirdiler ve bu yerler, kulağa klasik Yunancaya daha yakın gelen isimler aldılar. Bu yerlere bir zamanlar Slavların başkenti olan Mora (Peleponnes), ismi daha sonra Tripolis olarak değiştirilen Tropolica, Sparti adını alan Mistra, Vostica – Egion-, Slaona – Amphissa-, Pisati – Pyrgos-, Gortina –Kartagena-, Dragomesti –Astakos-, Zeytuni ya da Zituni –Lamia- v.b....
Thessaly’nin 1897’de Yunanistan tarafından ilhakından sonra bu sorun Yunanistan için daha da zorlayıcı hale geldi. Bunun tek sebebi de çeşitli yerleşim yerlerinin ve diğer topografya’nın Slavca kökenli isimleri değildi.
Yunan devletinin düşüncesine göre, geri kalan topoğrafya’nın isimleri sorunu bu sorunu daha sistematik bir biçimde araştıracak ve geri kalan topografyanın isimlerini acilen özellikle de klasik Yunanca kökenli isimler koyarak çözmenin daha etkili olacağıydı.
Bu niyeti taşımasının başka sebepleri de vardı. Aslında yunanlılar Ege Makedonyasına yönelik emellere sahipti. Burada nüfusun mutlak çoğunluğununn Makedonyalı ya da Türk iken Yunan azınlığın sayısının bölgedeki toplam nüfusun %10’unu zar zor aşması da bir başka sorundu.
Bu amaç uğruna, Yunan Dışişleri Bakanı N. Levidis 8 Mart 1909 tarihinde Yunan Kralı I. George’ye bizzat ayrıntılı bir öneri sundu. Bu öneri, yerleşim yeri olarak kullanılan bölgelerin ve geri kalan topoğrafyanın Yunanca kökenli olmayan isimlerinin değiştirilmesi için özel bir komisyon kurulmasını içeriyordu.
31 Mayıs 1909 tarihinde, bu öneriyi temel alan ve “toponimleri araştırmak ve bunların tarihsel kökenlerini incelemek amacıyla özel bir devlet komisyonunun kurulması kararını” içeren bir ferman ilan edildi ve 8 Haziran 1909 tarihli 125 nolu Gazete’de yayınlandı.
Bu fermanın 8. Paragrafına göre, idari ve diğer devlet yetkililer, herhangi bir itiraz söz konusu olmadan bu komisyona gerekli desteği vermek, gerekli bilgileri ulaştırmak ve bu komisyonun görevlerini kolaylaştırmak için gereken her yardımı yapmakla yükümlüydü. 
Yunanistan’ın durumu Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Savaşı ve devamındaki barış anlaşmalarının sonucu olarak kuzeye doğru genişlemesi ve yeni topraklar elde etmesi ile daha da karmaşıklaştı. Zira bu topraklarda Yunan nüfus etnik olarak bir azınlıktı.
Yunan nüfusun azınlık halinde oluşuna ek olarak yer isimleri de genellikle Slavikti. Türklerin yoğun yaşadığı bölgelerde ise yer ve bölge isimleri Türkçe idi. Bu yüzden 1919’dan itibaren yer isimlerini değiştirme hareketine girişti. Bu amaçla bir komisyon dahi kuruldu. 1919-1922 Türk Yunan Savaşı neticesinde gerçekleşen zorunlu göçü takiben bu süreç  daha da hızlandı. 1926’da yeni isimler verme sürecine yeni bir ivme kazandırmak için “Köylerin, Kasabaların ve Şehirlerin yeniden Adlandırılması Hakkında Kanun” çıkartıldı. Eylül 1926’dan Kasım 1927’ye kadar Ege Makedonyası’nda 945 yerleşim yerinin adı değiştirildi. 1927’de çıkartılan bir yasa ile eski isimleri kullananlara ceza öngörülmeye başlandı. 1918’den 1927’ye kadar toplamda 1497 yerleşim yerinin adı değişti. Örneğin Türk kasabası Koylari Ptoletamis, Caldızları ve Haydarlı, Philotas ve Klitos adını aldı. Bazı köyler orjinal Slavik isimlerini korudu. Cakoni köyünün ismi buna bir örnektir. Yetkililer köyün ismini biri Kostor’da diğeri Meglen’de yaşayan Yunan Cakoni kabilesiyle ilişkilendirdiler. İlişki hususunda haklılardı ancak Cakoniler, daha sonra Helenleşmiş Slavik kökenli bir kabileydi ve doğal olarak isimleri de Slavca’dan geliyordu.
Hatırda tutulması gereken hususlardan biri yer isimlerini değiştirme amaçlı politikalara sözkonusu yerleşim yerinin sakini olan Makedonyalıların isim ve soyadlarının da zorla değiştirilmesinin eşlik ettiğidir. Bu isimlerin çoğu yokolmuştur. Ancak bir kısmı sadece Yunancadan gelen bir sonek olarak varlığını korumuştur. Bu değişimi geçirmiş isimler diğerlerinden kolayca ayırt edilebilir. Bozinov/ski Mpozinis haline gelmiş, Gusev/ski Gusidis, Bogdanov/ski Mpogdanis, Zeljikov Zalkis haline gelmiştir. Bu biçimde başka örnekler de bulunmaktadır.
Bütün bu bahsedilenlerden bağımsız olarak, Ege Makedonyası’ndaki yerleşim yerlerinin ve diğer yerlerin isimlerinin değiştirilmesine diğer sömürgeleştirme ve asimilasyonyöntemleri eşlik etmiştir. Bunların amacı Makedonya’nın orjinal etnik niteliklerinin kaybettirilmesi ve onun tarihsel olarak saf bir Yunan yurdu olduğunu göstermektir.
V. Makedonyalıların Yunan İç Savaşı Sırasında Yerlerinden Edilmesi ve Zorla Göç Ettirilmesi
Yer isimlerinin isimlerinin zorla değiştirlmesi, sömürgeleştirme ve asimilasyon II. Dünya savaşı sırasında geçici olarak durduruldu. Belirtmek gerekir ki Makedonyalılar Greko-İtalyan savaşında ön cephede kahramanca savaştılar. Bunu uluslararası bir borç, insanlığın ortak düşmanı engelleme çabasına bir katkı olarak gördüler. Bu süreçte Makedonyalılar yeni bir anti Faşist Yunanistan’da haklarının verileceğini ummuşlardı. Ancak daha savaş sırasında bu durumun gerçekleşmeyeceğinin ayırdına vardılar. İşgalcilerle beraber hareket eden Yunan kuvvetler daha ileri gitmiş ve Makedonyalıların  yaşadıkları köy ve kasabalara saldırmış, burada zulüm hareketlerine girişmişlerdi.
Çeşitli tarihsel koşulların sonucu Yunnanistan’daki anti faşist kuvvetler silah bıraktılar kaderleri 1845 Varkiza anlaşması ile belirlendi. Bunun ardından Makedonyalılar için durum daha da kötüleşti. Katliam, kadınların ve genç kızların tecavüze maruz kalması, evlerin yakılıp yıkılması ve terör her gün karşılaşılan olaylar haline geldi.
Aslında Aralık 1944 gibi erken bir tarihte Yunan aşırı sağcı partilerin yetkilileri 120.000 Makedonyalının ana yurdundan zorla göç ettirilmesi için ayrıntılı planlar yapmışlardı. Planlanan bu suçun temeli Yugoslavya Federal Cumhuriyeti çerçevesinde egemen bir Makedonya devletinin kurulmuş olması ve Makedonya’nın Ege tarafından gelen Makedonyalılarn anti-faşist güçlerin tarafını tutmalarıydı.
Yunan İç Savaşı üç yıldan fazla sürdü ve demokrat güçlerin yenilgisiyle sonuçlandı. Bu savaşın sonucunda onlarca köy boşaltıldı. Yunan hükümet güçlerinin de faaliyetleri sonucu birçok köy tamamen terk edildi. Bu süreçte 20000 kurbana, tamamen yok edilen binlerce köye ek olarak 60000 Makedonyalı evlerini terk etmeye ve uygun olmayan koşullar altında sınırı geçmeye zorlandı. 120,000 Makedonyalının evlerini terk edilmesi için yapılmış plan, 1944 yılı Aralık ayı itibariyle gerçekleşmişti.
VI. Ege Makedonyası’ndan deniz aşırı ülkelere zorunlu göçler ve Yerleşim Yerlerinin İsimlendirilmesine Devam Edilmesi
Yukarıda bahsedilen çabalara rağmen Ege Makedonyası’nda halen 250,000 kişinin yaşıyor olması Yunan  yetkilileri endişelendiriyordu. Yunan devletinin ayrımcı ve asimilasyoncu politikaları devam etti. Bu sefer yöntem Makedonyalıların deniz aşırı ülkelere göç ettirilmesiydi. Daha önce de uyugnlanan bu yöntem esas olarak politik göçmenlere uygulanmış olsa da işgücü arzının önemli bir kısmını azalttı. Yunan İç Savaşı’nın bitişinden sonra Yuan yetkililerin ayrımcı politikaları sebebiyle bu politkalar hızlandı. Yunan yetkililer ABD, Kanada ve avustralya’ya yönelen bu göçleri teşvik etmek için elinden geleni yaptı.
Bu “gönüllü” göçlerle birlikte doğumda başlayan, çocuklukta ve okul öncesi eğitimle devam eden ve bütün hayatları boyunca Makedonyalılarla birlikte olan asimilasyon politikaları da hızlandı. Buna 4 Aralık 1945 tarihli 697 sayılı yasa uyarınca yapılan yerleşim yerlerinin isimlerinin değiştirilmesine tekrar başlanması da eklendi. 1950-1970 arası dönemde Ege Makedonyası’nda 135 yeni yerleşim yerinin adı değiştirildi. 1919’dan bugüne kadar isimleri değiştirilen yerleşim yerlerinin toplam sayısının 1700ü aştığıdır. Bu rakam, bu konudaki ana kaynağımız olan idari Gazete’de yayınlanmamış isim değiştirmeleri ve basitçe Makedonca’dan Yunancaya çevrilerek dayatılmış isimleri kapsamamaktadır.
Bu Atlas, 19.yüzyıldan bu yana Ege Makedonyası’na ait olarak kabul edilmiş yerlerin tamamını kapsamaktadır.












[1] Todor Hristov Sımovski, Atlas of the Inhabited Places of the Aegean Macedonia, Eski ve Yeni İsimler, Ankara, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek kurumu Türk Tarih Kurumu ;Yayınları , 1999
[2] Orjinal metinden sadeleştirilerek tercüme edilmiştir. Dipnotlarda yer alan Kiril alfabesi ile yazılmış kısımlar tercüme edilmemiştir. İngilizce haricindeki dilde yazılmış kaynaklar, tercüme metne de aynen geçirilmiştir.
[3] Makedonya Halkları Tarihi, Cilt 2, Skopje, 1969, sf.376-378. Makedonyanın küçük bir kısmı yeni kurulmuş Cezayir devletinin sınırları içinde kalmıştır. Mala Prespa ve daha güneydeki toprakların bir kısmında, 1913-1923 arasında Yunanistan devletinin sınırları içinde kalmış 14 köy, 1923’te bu devletin topraklarına eklendi. Bu köyler o ana kadar Kostur (Kastorca) nahiyesine bağlı olan Vernik, Zagradec, Vidova, Kapesnica ve Trsteni, ve Lerin nahiyesine bağlı olan Globaconi, Gorna ve Dolna Gorica, Tumenec, Cerje, Sulin, Pustec, Leska ve Zrnvosko’dır.

[4] Makdeonya Halkları Tarihi, Cilt 3, sayfa 7 ve 170; Yunan istatistikleri Ege Makedonyası bağlamında her zaman aynı rakamları vermemektedir. Bu durumun bebebi, Densko (Aetomilica), Leptokarija ve bunlar gibi Epirus ve Thessaly civarındaki diğer yerleşim alanlarının bazılarının Makedonyaya ve diğerlerinin Epirus ve Thessaly’ye ailt olmasından kaynaklanmaktadır. Yunan hükümetinin 3 Aralık 1923 tarihli 349 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanmış 21 Kasım 1923 tarihli kararı uyarınca Drama nahiyesindeki 20den fazla köy ayrılmış ve yeni kurulmuş olan Ksanti’nin Thracian nahiyesine bağlanmıştır. Bu köyler o dönemin Eni Koy, Kozludja ve Sarnic’e bağlıdır ve toplamda 300 kmkarelik bir alanı kapsamaktadır.
[5] Todor Simovski, The Balkan Wars and Their Repercussions on the Ethnic Situation in Agean Macedonia, (Balkan Savaşları ve Ege Makedonyası’ndaki Etnik Duruma Etkileri), Institute of History Bulletin, Yıl: XVI, No: 3, Skopje, 1972, sf. 62
[6] Bucharest Peace, Belgrade, 1914 ( Bükreş Barışı, Belgrad, 1914 ); Dr. Petar Stojanov, Macedonia During the Period of the Balkan Wars and the First World War (1912- 1918) (Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı süresince Makeonya), Skopje, 1969, sf. 58- 63
[7] Survey of the Balkans (Balkanların incelenmesi), 1914 sf. 2 ve 137
[8] Survey of the Balkans (Balkanların incelenmesi), sf. 132
[9] Survey of the Balkans sf. 132
[10] Survey of the Balkans sf. 10- 29, Sofia, 1913, sf. 39- 41 ve 57- 73
[11] Survey of the balkans, sf. 185; 1924’ten bu yana Bulgaristan’daki göçmen nüfusun yaş ve coğrafi kökenine göre tasnif edilmiş liste ve tablosu. Liste, Moloff Koleksiyonuna aittir ve Sofya’daki Vasil Kolarov Ulusal Müzesi’nde saklanmaktadır. Bu belgenin bir fotokopisi yazarın kişisel arşivinde bulunmaktadır.
[12] Survey of the Balkans, sf. 184
[13] Ibid. 81
[14] Ekteki etnografik haritalara bakınız.
[15] Survey of the Balkans, Makedonya Arşivi, Makedonya Ulusal Komitesi Koleksiyonu, Sofya. Bu koleksiyonda bu sorunla bağlantılı olarak çok geniş bir blege arşivi bulunmaktadır.
[16] General Sarrail, Mon Commandment en Orient (1916- 1918) , Paris, 1920
[17] Sırbistan Devlet Arşivi, Belgrad, Dışişleri Bakanlığı – hükümet komisyonu’nun göçmen arşivleri
[18] ibid
[19] ibid
[20] ibid
[21] Bu istatiksiklere göre, 1928 tarihli nüfus sayımında, Yugoslavyada doğmuş kişiler, bütün bir Yunanistan’da  15 504 olarak sayılırken, yalnızca Ege Makedonyası’nda bu rakam 13 038 idi. Önceki dönemlerde bir kısmının öldüğünü ve onların altsoyunun, iskan yerinde doğmuş olduklarından, bu kapsamda kaydedilmemiş olduğunu dikkate alırsak, bu insanların sayılarının 1928’de resmi olarak kaydedimiş olandan bir miktar daha yüksek olduğu farz edilebilir.
[22] Moloff Koleksiyonu’da bulunan Liste ve tabloya daha önce atıf yapıldı. 
[23] ibid
[24] Ibid. Bulgarisan sınırındaki bölgelerden özellikle Dojran ve Gevgeljia’dan göçmüş Makedonya göçmenlerinin yaşadığı trajedi ve bu trajedinin katlanmak zorunda oldukları sonuçları bağlamında, yukarıda değinilen  Makedonya Arşivi’nde Sofya’daki Makedonya Ulusal Komitesi Kolleksiyonu arşivinde bu yönde fazlaca belge ve kayıt şekilinde delil mevcuttur. Ayrıca, Vlado Kartov, Gevgeljia and the Gevgeljia Region from the Balkan Wars to the Liberation 1912- 1944 (Balkan Savaşları’ndan Bağımsızlığa Kadar Gevgeljia ve Gevgeljia Bölgesi), Skopje, 1969, sf. 51 ve 56 ve MitoTemeenugov Zelezni, Dojran ve Dojran Area in the Past and Today (Geçmişte ve Bugün Dojran ve Dojran Bölgesi),  Skopje, 1972, sf. 230- 244
[25] Molotoff Coleksiyonu’nda bulunan liste ve tabloya daha önce atıf yapılmıştır.
[26] Bu istatistiklere göre Ege Makedonyası’nda gelen tam göçmen sayısı 101 748 kişi şeklindedir.
[27] Yunan ve büyük Yunanistan propagandasından etkilenen Patriarşik Makedonyalıların büyük kısmı Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı sırasında Yunanistan’a hareket ettiler. Ancak sadece, düşündüklerinin aksine  Yunan olmadıkları ve olamayacakları gerçeği ile yüz yüze geldiler. Bunun neticesinde şartlar nomalleştikten sonra kendi topraklarına geri döndüler. Bu tip örneklere en sık, Strumica ve çevresi bölgelerde, Gevgeljia, Dojran, Bitola ve civarından gelen Makedonyalılar arasında rastlandı. (Yazarın kişisel araştırmalarından)

[29] “Yunanistan ve Bulgaristan arasında azınlıkların karşılıklı ve gönüllü göçü” başlıklı bu sözleşme Bulgaristan’da ve Yunnanistan’da dönemin gazetelerinde yayınlandı. Metnin tamamı Wurfbain Andre, Sci. Polit., L’echange Greco Bulgare des minorities ethiques, Lausanne- Geneve- neuchatel- Vevey- Montreux- Berne- Bale, 1930 ’da “Convention entre la Grece et la Bulgaria relative a l’emigration reciproque, signee a Neuille- Sur- Siene le 27 novembre 1919” başlığı altında, sf. 183- 187’de yayınlandı. Sözleşme 11 madde içeriyordu ve Yunan tarafından Başbakan Eleftherios Venizelos ve Dışişleri Bakanı Nilolaos Politis tarafında, Bulgaristan tarafında  Bulgaristan Başbakanı ve Dışişleri bakanı Aleksandar Stamboliski tarafından imzalandı.
[30] Wurfbain’in yukarıda atıf yapılmış çalışması sf. 45-46. Ek olarak Jacques Frou Dupard, La protection de minorities, Paris, 1922, Sf. 215’e bakınız.
[31] Wurfbain’in yukarıda değinilen çalışması sf. 45- 46.
[32] Yunanistan’ın ısrarı üstüne Türkiye, Rum patrikhanesinin ve Konstantinopol’deki Rum nüfusun Lozan Anlaşması uyarınca gerçekleştirilecek zorunlu nüfus mübadelesine tabi tutulmamasını kabul etti. Yunanistan, böyle bir maddenin gelecekte boğazları ve Konstantinopol’ü geri almasında faydası olmasını umut etmekteydi. Buna karşılık olarak, Türkiye de, Batı trakya’da yerleşik Müslüman nüfusun nüfus mübadelesine tabi tutulmamasını kabul ederek, içten içe, ileride gerçekleşebilecek daha uygun tarihsel koşullar altında bu toprakları yeniden kazanabileceği inancını taşımaktaydı.  24 Temmuz 1923 tarihli zorunlu mübadeleye ilişkin olarak Lozan Anlaşması’nı inceleyiniz.
[33] Bu resmi istatistiklere göre 1922 yılı ve daha sonraki dönem boyunca 538 595 kişi Ege Makedonyası’na gitti. Bundan önce, daha önceki dipnotlarda da belirtildiği gibi, 107 748 kişigitmişti. Bu halde, 1928’e kadar toplamda 640 343 yerleşimci Ege Makedonyası’na doğru harekete geçti.
[34] Çoğu Meglen bölgesinden Müslüman Makedonyalılardı ancak başka bölgelerdeng elenler de vardı.
[35] Bu seride yayınlanan 707 belgenin büyük kısmı bu tür basklılara işaret etmektedir. Bu durum, Wurfbain’in daha önce bahsedilen çalışmalarında da yer almııştır. Ayrıca: Makedonya Arşivi, Makedonya Ulusal Komitesi Koleksiyonu, Sofya’da bulunan belgelere bakınız.
[36] Bir önceki dipnotta atıf yapılan belgelere bakınız. Les cahiers de droits de l’homme no:24/ 25, 30.XI. 1927’ye göre 1 Ocak 1919’dan itibaren 104 kişi katledildi, 26’sı 14 yaşından daha küçük kızların maruz kaldığı 95 tecavüz vakası yaşandı, 3464 kişi mahkum edildi, 2327 kişiye işkence yapıldı ve 1165 ailenin, malları yağma edildi  ve bu aileler evlerinden zorla uzaklaştırıldı.
[37] Trlis’teki katliamlarla ilgili olarak: Rapport du Dommandant Marcel de Roover et du Lt. Col. A.A. Corfe, Membres de la commission mixte nommes par le Conseil de la societa des Nations relatif a l’emigration greco- bulgare sur les evenements de 26 et 27 julliet 1924 dans la region de Tarlis, 1924 sayfa XXXVII- XXXIX’a bakınız. Hemen hemen bütün Avrupalı gazeteler 1924 Temmuzunun sonunda ya da Ağustos başındaki sayılarında Avrupa’da yoğun tepkilere yol açan bu zalim katliamdan söz etmişlerdir. Bu konuda başka birçok kaynak Belgrad’daki Awala Haber Ajansı’nın raporlarında ve Bitola’da yerleşik Güney Yıldızı’nın raporlarında bulunabilir.
[38] Bu elyazmaları Ulusal Tarih Enstitüsü’nde tutulmaktadır. Bu çalışma, Neuily sözleşmesi uyarınca Bulgaristan’a göç eden bütün Makedonyalıların toplam sayısını vermektedir. Toplam sayı 32 232 kişidir. Bahsedilen dönemde Sırbistan, Hırvatistan ve Sloven krallıklarına göç eden kişilerin toplam sayısı da aşağı yukarı aynıdır ve bu sayı yazarın kendi araştırmasına dayanmaktadır.
[39] Bu sayı, 1919’da Neuilly Anlaşması’ndan önce “gönüllü göç” adı altında, daha önce değinilen Molotof Koleksiyonunda korunan liste ve tabloya göre  göç eden Makedonyalıları ve 1919’dan sonra yukarıda bahsedilen anlaşma sonucu göç eden 33 000 Makedonyalı’yı içermektedir.
[40] Aslında, 1928 ve 1940 arasındaki süreçte, Ege Makedonyası’ndan dışarı önemli bir göç vardır. Ege Makedonyası’nda 1928’de olduğu gibi 1, 408, 784’den 1, 759, 130’a artışının doğal artıştan kaynaklandığı kesin olarak söylenebilir. Makedonya nüfusu, yani Makedonyalı yerleşimciler, bu doğum oranındaki ana faktördür. Örneğin, şu Makedonya köyleri, 1928 tarihinde şu yerleşimci sayılarına sahiptir: Zervi – 304; Cegan – 1024; Mokreni – 924, Zagoricani – 890; German – 1622; Banica – 2450; Gornicevo – 1577...