31 Mayıs 2014 Cumartesi

Kırılan Kanat, Kıssadan hisse



Bir gün yaralı bir kuş Hz. Süleyman’a gelerek kanadını bir dervişin 
kırdığını söyler. Hz.Süleyman dervişi hemen huzuruna çağırtır ve ona sorar; 
-Bu kuş senden şikâyetçi, neden kanadını kırdın? 
Derviş kendini şöyle savunur: 
-Sultanım, ben bu kuşu avlamak istedim. Önce kaçmadı, yanına kadar gittim, 
yine kaçmadı. Ben de bana teslim olacağını düşünerek üzerine atladım. Tam 
yakalayacağım sırada  kaçmaya çalıştı, o esnada kanadı kırıldı 
Bunun üzerine Hz. Süleyman kuşa döner ve şöyle der: 
-Bak, bu adam da haklı. Sen niye kaçmadın O sana sinsice yaklaşmamış. Sen 
hakkını savunabilirdin. şimdi kolum kanadım kırıldı diye şikâyet ediyorsun.

Kuş’un kendini savunması Hz. Süleyman’ı da şaşırtır: 
-Efendim ben onu derviş kıyafetinde gördüğüm için kaçmadım. Avcı olsaydı 
hemen kaçardım. Derviş olmuş birinden bana zarar gelmez, bunlar Allah’tan 
korkarlar diye düşündüm  ve kaçmadım.
Hz. Süleyman bu savunmayı doğru bulur ve kısasın yerine getirilmesini 
ister.
 -Kuş haklı, hemen dervişin kolunu kırın  diye emreder. 
Ancak bu emre Kuş itiraz eder:
-Efendim, sakın böyle bir şey yaptırmayın diyerek öne atılır. 
-Neden  diye sorar Hz. Süleyman. 
Kuş nedenini şöyle açıklar: 
-Efendim, dervişin kolunu kırarsanız, kolu iyileşince yine aynı şeyi yapar. 
Siz en iyisi bunun üzerindeki derviş elbisesini çıkartın.
 Çıkartın ki, benim gibi kuşlar bundan sonra aldanmasın.
ANLAYANA SİVRİSİNEK SAZ,ANLAMAYANA ODA ORKESTRASI AZ...

27 Mayıs 2014 Salı

KEŞKE BUNLARI ÖNCEDEN BİLSEYDİM.....

Andrew Galasetti imzasıyla internette yayınlanan bu yazı “Keşke bunları önceden bilseydim” diyeceğiniz konularda önerilerde bulunuyor.


Kimbilir kaç defa duymuşsunuzdur, insan en sağlam dersleri yaşarken alır. Hayat tecrübesi en sağlam öğretmendir.

Geçen yıl bir arkadaşım yazdığı makalesinde "Keşke bunları daha önceden bilseydim" başlığı altında uzunca bir liste yayınladı. Ben de düşündüm ki gerçekten de hayatta en çok işe yarayacak bilgileri kitaplardan veya internetteki bloglardan değil bizzat hayatın kendisinden alırsınız.

Elbette bir takım internet sitelerinden veya gazete köşelerinden bir takım bilgi kırıntıları da toplamak mümkün. Ama o kırıntıları kullanıp da yararlı işler yapmak tamamen bize kalıyor. Eğer önemli bir bilgiyi elde etmek için önce başarısızlığa uğramak lazımsa, ne yapalım öyle olsun.

Kendi tecrübelerimle öğrendiğim ve samimiyetle inandığım 20 şeyi aşağıda yazdım. Sizin listenizdeki 20 madde belki tamamen farklıdır veya belki sizin listenizde sadece 5 madde vardır, önemli değil. Asıl önemli olan şudur ki sizin bilgileriniz de sizin kendi hayatınızdan, kendi hatalarınızdan ve kendi başarısızlıklarınızdan geliyor. O bilgileri ihmal edecek olursanız, hayatın dikenli yollarında çekecek daha çok çileniz var demektir.

1. Fırsatları siz yaratmalı ve kovalamalısınız:
Fırsatlar çok nadiren kendisini aramayan birilerinin kapısını çalar. Fırsatları siz yaratmalı ve kendiniz aramalısınız. İnisiyatifi ele alıp işleri sizin yürütmeniz ve kapıları sizin açtırmanız gerekecektir.

2. Olumsuz düşünce size sadece daha fazla olumsuzluk getirir:
Olumsuz düşüncelere odaklandığınızda bütün görüp göreceğiniz nimet olumsuzluğun kendisi olacaktır. Hayatta olumlu şeyleri aramazsanız, olumlu şeyler başınıza gelse bile siz onun sadece olumsuz yanlarını görebiliyor olabilirsiniz.

3. Bulunduğunuz konum, sizin neler yapabileceğinizi belirlemez:
Evsiz biri de olsanız, konaklarda da yaşasanız, zengin veya fakir de olsanız veya hatta üniversiteden tam notla mezun da olsanız veya sınıfta kalmış olsanız bile; bunların gelecekte bir etkisi yoktur. Bu görüş açısını destekleyecek çok fazla sayıda başarı öyküsü vardır. Eğer azminiz ve yeteniğiniz varsa ulaşamayacağınız nokta yoktur. Kendi sınırlarınızı ve ufkunuzu siz kendiniz tayin edersiniz.

4. Başkalarına yardımcı olamıyorsanız, kendinize de faydanız yoktur:
Sadece başkaları için kapıyı tutmak veya buna benzer basit bir jest bile olsa sizin hayatınızda mucizeler yaratır. Hem kendinizi harika hissedecek hem de yaptığınız iyilik hayat yolunda bir şekilde size geri dönecektir, siz farketseniz de farketmeseniz de... Başkalarına yardım etmiyorsanız, onlar da size yardım etmeyeceklerdir ve aslında yardım etmeleri de gerekmiyor demektir.

5. Kişisel tutkunuzu takip edin, para da sizi takip edecektir:
Tutkunuz varsa ve işinizi yaparken keyif alıyorsanız ben buna "iş" demem. O işte yeni bir şeyler yaratmak için odaklanın ve daha fazla tutkuyla davranırsanız eninde sonunda para size gelecektir. Eğer sadece paraya odaklanırsanız, para size gelmeyecektir çünkü siz sadece miktara odaklanmışsınız demektir, kaliteye değil.

6. Kendinizden keyif alın:
Mümkün olduğunca hoşça vakit geçirin, herşeyi ciddiye almayın. Endişelerinizi kenara itin ve keyifli şeyleri yakınınıza çekin.

7. Eğer kolay olsaydı herkes yapardı:
İşte bu yüzden "çabucak zengin olma" reçetelerinin hiçbiri işe yaramaz. Eğer bu kadar kolayu ve çabuk yoldan zengin olmam mümkün olsa o zaman herkes milyoner olurdu. Para kazanmak ve size verilen görevi başarmak sıkı çalışmayı gerektirir ama harcadığınız çabaların karşılığını en sonunda alırsınız.

8. Planlı olmak iyidir ama spontan olmak da iyidir:
İş hayatında ve özel hayatta geleceği planlamak önemlidir ama bu planı çabucak değiştirebilecek durumda olmak da önemlidir. Bazen çeşitli insanlar ve olaylar planlarınızla sizin aranıza girecektir, işte o yüzden yeri gelince planlarınızı değiştirmeniz veya iptal etmeniz gerekecektir. Arada bir spontan olun, o zaman hayat çok daha ilginçleşecektir.

9. Pek çok yeteneğiniz var:
Yetenekli bir atlet veya müzisyen olabilirsiniz ama belki de sizin bilmediğiniz on tane daha yeteneiğiniz olabilir. İnsanlar iyi yapabildikleri bir şey bulunca genellikle ona odaklanırlar ve daha başka hangi alanlarda yetenekleri olabileceğini düşünmezler.

10. Ödül almaksızın sıkı çalışmayın:
Eğer hayat yolunda kendinize iyi davranmıyorsanız, rüyalarınız gerçekleştirmek için sıkı çalışmanın anlamı nedir? Büyük veya küçük başardığınız her zorluğun uygun bir ödlü olmalıdır, bir günlük tatil veya bir dilim kek gibi...

11. Para mutluluk getirmez:
Dediğim gibi, peşinde koştuğunuz asıl amaç para olmamalı ama para kazandığınız zaman bir şeyleri başarmış olduğunuzu bilirsiniz. Bunu bilmek de güzel bir histir ve size mutluluk verir çünkü kendi istediklerinizi yapacak daha fazla zaman ve özgürlük kazandığınızı da bilirsiniz.

12. Başka birinin başına her zaman daha kötüsü gelmiştir:
Bazen kötü bir gün geçirmişsinizdir ama kötümserliğe kapılmadan önce durun ve düşünün, her gün sizden daha kötü bir gün geçirmiş milyonlarca insan var şu dünyada.

13. Başkalarına ihtiyacınız var:
Elinizden geldiğince dost kazanın, arkadaş edinin. Ve asla köprüleri yakmayın. Başarı için başka insanlara ihtiyacınız olacaktır.

14. Açık fikirli olmak, daha fazla bilgi edinmenin anahtarıdır:
Dünya hakkında daha fazla şey öğrenmek için açık fikirli olmanız gerekir. Herşeye bir şans verin.

15. Başarısızlık çok iyidir:
Başarıya giden en önemli adım değilse bile en önemli adımlardan biri başarısızlıktır. En azından bir kere başarısızlığa uğramanız şarttır ama bir kaç defa başarısızlığa uğrarsanız daha iyidir. Başka türlü öğrenmeniz mümkün olmayan bir sürü şeyi başarısızlıklarınızdan öğrenirsiniz. Ve bir gün nihayet başarıya ulaştığınızda bunun değerini daha iyi anlayacaksınız.

16. Pek çok insan gerçekten iyidir:
Bu gerçeği çok yakınlarda farkettim. Pek çok insan iyidir ama bunu yabancılara pek göstermezler. Siz onları tanıdıkça ve onlar da sizi tanıdıkça muhtemelen ne kadar iyi insanlar olduklarını göreceksiniz.

17. Sözler ve düşünceler herşeyi kontrol eder:
Söylediğiniz veya düşündüğünüz şeyler eninde sonunda gerçekleşir. Başarısız olacağınızı söylerseniz başarısız olursunuz çünkü bunun gerçekleşmesi için nasıl olsa bir yol bulacaksınız demektir. Başarılı olacağınızı söylerseniz de aynı şey olur, bunu gerçekleştirmek için nasıl olsa bir yol bulursunuz.

18. Bakış açınızı gerçekliğin ta kendisidir:
Bir olayı veya durumu nasıl görüyorsanız, o da öyle var olur. Bir şeyi trajik veya olumsuz olarak görüyorsanız, onun sizin için anlamı odur. Eğer bir şeyi heyecan verici ve olumlu olarak görüyorsanız, o zaman onun sizin için anlamı da öyle olacaktır.

19. İlham ve motivasyon her yerdedir:
Nerede olduğunuzun hiç önemi yok, orada mutlaka size ilham vercek veya sizi motive edecek bir şeyler vardır. Çok uzaktaki bir ülkede savaşa girmiş ve kendidinizi korkunç şartlar bulmuş olabilirsiniz ama gene de orada sizi hayatta tutacak ve daha iyi bir şeyler için çabalamanızı sağlayacak bir şeyler olacaktır. Size düşense o sebebi görüp tanımak ve asla kaybetmemektir.

20. Dünyayı değiştirebilirsiniz:
Her bir insanın doğrudan veya dolaylı olarak dünyayı değiştirebilme gücü vardır. Kendi hayatınızı değiştirdiğinizde doğrudan veya dolaylı olarak dünyayı da değiştirmiş olursunuz. Kendi hayatınızı veya etrafınızdaki insanların hayatını değiştirdiğinizde dünyayı değiştirmişsiniz demektir. Yaptığınız küçük şeylerin dünyada büyük etkileri olabilir.


26 Mayıs 2014 Pazartesi

1995 yılında yazmış olduğum kitabımda LİDERLİK tanımını şöyle yapmışım;


ONBİRİNCİ BÖLÜM

LİDERLİK:
Daha önce ki bölümlerde insanların patronlara değil liderlere ihtiyacı olduğunu söylemiştik.
Hemen lider mi olununr, lider mi doğulur? Diye soracaksınız. Benim cevabımda lider olunur olacaktır.
Hiç kimse annesinden lider olarak doğmaz. Liderlik konusunu bir kaç bölüm halinde anlatmaya çalışacağım.
Öncelikle lider olabilmeniz için bazı özelliklere sahip olmanız ve lider olmayı istemeniz gereklidir.
Madem bu kadar kolaysa neden liderlerin sayısı bu kadar az diye sorabilirsiniz. Bu sandığınız kadar kolay değildir, bazı ağır yükümlülükleri vardır ve insanlar her zaman kolay olanı tercih ederler. Bundan dolayı da lider olabilmek için çaba sarfetmezler (Daha önce lokomotifle vagonun farkını anlatmıştık).
Peki, lider de bulunması gereken özellikler nelerdir?
Öncelikler;
1. bağlılık; Herşeyden önce bir lider kendine, çalışanlarına, müşterilerine, çevresine, ailesine her zaman bağlı olmalıdır. Sadakatsizlik hiç bir zaman hoşgörüyle karşılanmaz.
Şunu bilin ki, siz diğer insanlara bağlılığınızı isbatlayamazsınız, onlarda aynı şeyi size yapacaklardır.
2. Cesaret; Bir lider her zaman her konuda ve her ortamda cesur olmak rizikoları göğüslemek zorundadır. İşte lider sayısında ki azlığın bir sebebi de budur. Her kes kaptan olmak yeine gemiyi ilk terkeden olmayı tercih edecektir.
3. Tutku; İyi bir lider her zaman her konuda tutkuludur. Asla maymun iştahlılık göstermez bu yönünüz zayıfsa tekerleksiz bir arabadan hiç bir farkınız kalmaz.
4. Zihinsel güç; Lider en zor durumlarda bile sinirlerine sahip olabilen, daima sağlıklı kararlar alabilen kişidir. Atatürk tepeye çıkıp işgalciler için ‘’Geldikleri gibi giderler’’ sözünü söylerken infiyalde olduğu bu durumda zihinsel gücüne güveniyordu.
5. Fiziksel güç; Size daha önceki ankette gerektiğinde 12-18 saat çalıabilirmisiniz diye sormuştum.
İşte liderliğin farkkını ortaya koyan bir temel öğe de budur. Liderler, her türlü zorluğa rağmen devamlı ayaktadırlar. Her kezin pes ettiğ durumlarda bile bitmeyen enerjileriyle yola devam ederler.
Bunu sağlayabilmek içinde düzenli bir hayata sahip olmanız gereklidir.
6. Sezgi; Bazı durumlarda çok ani kararlar vermeniz gerebilir ve elinizde yeterli düzeyde bilgi yoktur. Sonuç ya olumlu ya da olumsuz olacaktır. Bu noktada ancak sezgilerinize güvenebilirsiniz.
7. Kararlılık; Her zaman her konu da kararlı bir kişilik sergilemek zorundasınız. Kararsız insanlar yalnızca alay konusu olurlar.
Gazetelere bakın, her buna benzer konularda yazılar çıkar. Birisi çıkar birşeyler söyler, karşı tarafdan bir tepki gelince de hemen geri adım atar. Ne kadar komik bir tablo, öyle değil mi?
8. Rekabet; Bunu defalarca yineliedim. Rekabetten asla korkmayınız. Rekabet her şekilde itici bir güçtür. İnsanı daha iyiye doğru yönlendirir.
9. Özgüven ;Her zaman yalnızca kendinize güvenin (Zaten hep yalnız olacaksınız).
Tarihe bir bakın, pek çok lider zor durumlarda yalnız bırakılmıştır. Ama asla pes etmemişler, özgüvenleriyle istedikleri yerlere gelmişler.
10. Güvenirlilik; Pek çok durumda pek çok insan hayatlarını size endeskleyecektir. Onların bu güvenini boşa çıkarmayın, hep dürüst ve güvenilir olarak kalın.
Ne kadar zengin olursanız olun, bir gün bunun değişmeyeceğini garantisini kimse veremez. Bir gün yardıma ihtiyacınız olursa ve yardım alırsanız, bu yalnızca size güvendikleri içindir.
Son Çin İmparatoru’nun hayatına bir bakın, o güneşin oğlu olarak doğdu, bahçivan olarak öldü. Ona kimse yardım elini uzatmadı. Çünkü, o kimsenin güvenini kazanacak birşey yapmadı.

Lider Olmayı İstemek:
Demiştik ya, lider olmayı istemeniz gereklidir diye.
Bunu başarabilmek içinde;
1. Her şeyden önce faredilme arzusunda olmalısınız.
2. Her türlü olumsuzluklarda savaşmaya hazır olmalısınız.
3. Sizin liderliğiniz diğerlerinin yapabildiklerinden ve yapamadıklarından fazla olduğu sürece kalıcıdır.
Bakın Vehbi KOÇ’a her yerde anlatılır her yerde konuşulur.
Bakın tarihdeki liderlere, hala yaşaıyormuş gibi anlatılırlar.
İşte, liderlik budur.
4. Hazırlıklı ve deneyimli olmak zorundasınız. Liderlik, liderlicilik oynamaya hevesli insanların harcı değildir.
5. Çok çalışmaya hazır olun, alın terinin olmafığı yerde liderlik olmaz.
6. Karşılık beklemeden özveri de bulunmalısınız.
7. Her zaman doğal davranmalısınız. Bulunduğunuz yer başınızı döndürmeye başladıysa, aşağıya düşmeye hazır olun.
8. Sizin de hatalarınız olacağını kabul edin. Bundan ders alın ve tekrarlayın.
Şu Dünya’nın haline bir bakın, her tarafta kan her tarafta şiddet, sanki tarihte hiç örnekleri yokmuş gibi, insanlar hala birilerinin gırtlağını sıkarak sorunlarına çözüm arıyor. Aynı duruma siz de düşmeyin.

Liderlik Sorumluluğu:
Öyle kolay kurtulmak yok, ‘’Ben lider oldum, en büyük benim’’ demekle lider olunmuyor. Sizin sorumluluklarınız da var.
Şöyle kısaca göz gezdirirsek;
1. Liderler, astları ve onların arasında ki motivasyonu, dürüstlüğü ve adaleti yerleştirmek zorundadırlar. Bunu da anlatarak değil bizzat yaşayarak gösterebilirsiniz. Yani ‘’İmamın dediğini yap, yaptığını yapma’’ kuralı burada geçerli değildir.
2. Herkese güven duygusu aşılamalısınız.
3. İnsanları küçümsememli, onların yaptıkları işlere değer vermeli, görevine bağlı olmayanlara da asla hoşgörü göstermemelisiniz. Zaten bunun tersi de adaletsizlik olur. Maalesef ki, Türkiye de bu durum farklı alglılanmakta, işe yaramaz insanlar baştacı edilmekte, işe yarayan insanlar da köşeye itilmekte.
4. Liderler hem kendilerini hemde astlarını yetiştirmek zorundadırlar.
5. Liderler, astlarına devamlı yön vermeli, amaçsız hareket etmelerini önlemelidir. Ve denetlemelidir.

Liderin Adaleti:
Osmanlı İmparatorluğu öncesinde babası oğlu Osman Bey’e yönetimi devrederken iki tavsiye de bulunmuş;
Dmiş ki; Başta olduğun sürece ülke de ne zaman bir sorun ya da yokluk hasıl olsa bunu önce sen yüklenmeye çalış, sonra tâbânâ sonra da halkına yükle. Ne zaman da paylaşılması gereken bir ganimet ya da refah söz konusu olursa bunu önce halkına dağıt, sonra tâbânâ en sonunu da kendine. Yaşadığımız şu günlerde bunun tam tersi olmakta, ne zaman ülke de bir sorun olsa bu tamamiyle halka yüklenmekte, ne zaman da bir ganimet olsa bunu yukardakiler götürmekte.
Buna liderlik değil, sadece derebeylik denir, zorbalık denir.

Disiplin:
Bir liderin inşa etmek zorunda olduğu diğer bir kurumda budur.
Bunu yaparken;
1. Ahlak ve disiplinin merkezi olduğunuzu unutmayın.
2. Elemanlarınızın disiplini sizin onlara verebildiklerinizle ölçülüdür. Siz disiplinsizseniz onlarda öyle olacaktır.
3. Disiplin deyince asık suratlı, höt diyen kişiler anlaşılmamalıdır. Onlar lider değil ancak gardiyan olabilirler.
4. Liderler asla disiplin eksikliğine göz yummazlar.
Disiplinsizlik nezle gibidir, kısa sürede herkese bulaşır.

Kararlılık:
1. Liderler sorumluluk taşıyan kararları kendileri verirler.
2. Liderler tam bilmedikleri konularda karar vermezler, sağduyularını kullanırlar.
3. Herkese yeterli düzeyde yetki vererek, astlarınında karar verme duygusuna sahip olmalarına çalışırlar.
4. Liderler verdikleri yanlış kararlardan dolayı asla başkalarını sorumlu tutmazlar.
5. İyi liderler asla zamanından önce harekete geçmezler.
6. Liderler verdikleri kararlarda, herkesin yararına olanı tercih ederler. Egoizm sadece cahillere yakışır.

Ödüllendirme:
İyi bir lider aynı zamanda insanları nasıl ödüllendireceğini bilen bir kişidir. Şöyle ki,
1. Bir insanı kendisinden beklenenden daha azını yaptığında asla ödüllendirmezler. Aksi takdirde sizin onaylamadığınız konularda ki hareketlerinden dolayı da ödüllendirilmeyi beklerler.
2. Her yapılan iş de ödüllendirmezler. Buna uymazsanız insanları ödül vermediğiniz sürece çalıştıamazsınız. Bu onların değil, sizin hatanız.
3. Basit işler için küçük, daha büyük işler içinse büyük ödülller verirler. Bunun tersi olursa ortaya çıkan sonuç çelişkidir.
4. İnsanlara devamlı büyük ödüller vermek yarine onlara güvence verirler. Siz patron olarak büyük işler yaptığınızda devamlı size ödül veriliyor mu?
5. Çalışanların aileleriyle de ilgilenirler. Bu da önemlidir. Onları dinleyin, sorunlarına çözüm getirin.

Her zaman tetikte olun:
1. Şirketinizde her şeye razı olan kişi, şimdi herşeyde mızmızlanıyorsa (Müdürünüz dahi olsa) işten çıkartın .
2. İnsanların siz arkadan vurabileceklerini asla unutmayın. Olmayacak kişiye göstersiğiniz hoşgörü sonunda kalleşlik olarak size dönebilir.
3. İnsanlara boş kalmaları için fazla vakit tanımayın. Bu yeni yeni hoşnutsuzluklara sebep olabilir.
4. Başkalarının başarılarından pay sahibi olmaya çalışan asalaklara fırsat tanımayın.
5. Birlik ve beraberlik her zaman önemlidir, bunu koruyun. Buna eklenebilecek yüzlerce maddeyle liderlik konusu anlatılabilir. Sizin gördiğünüz gibi liderlik, pek çok konuda feragati geektirir. Pek çok şeyden vazgeçmeniz gerekebilir. Ancak, her ne şekilde olursa olsun, sürüde ki koyun olmaktansa sürünün çobanı  olmak evladır.
Asla koyun ya da vagon olmayın.
1995 yılında yazmış olduğum kitabımda LİDERLİK tanımını şöyle yapmışım;
ONBİRİNCİ BÖLÜM

LİDERLİK:
Daha önce ki bölümlerde insanların patronlara değil liderlere ihtiyacı olduğunu söylemiştik.
Hemen lider mi olununr, lider mi doğulur? Diye soracaksınız. Benim cevabımda lider olunur olacaktır.
Hiç kimse annesinden lider olarak doğmaz. Liderlik konusunu bir kaç bölüm halinde anlatmaya çalışacağım.
Öncelikle lider olabilmeniz için bazı özelliklere sahip olmanız ve lider olmayı istemeniz gereklidir.
Madem bu kadar kolaysa neden liderlerin sayısı bu kadar az diye sorabilirsiniz. Bu sandığınız kadar kolay değildir, bazı ağır yükümlülükleri vardır ve insanlar her zaman kolay olanı tercih ederler. Bundan dolayı da lider olabilmek için çaba sarfetmezler (Daha önce lokomotifle vagonun farkını anlatmıştık).
Peki, lider de bulunması gereken özellikler nelerdir?
Öncelikler;
1. bağlılık; Herşeyden önce bir lider kendine, çalışanlarına, müşterilerine, çevresine, ailesine her zaman bağlı olmalıdır. Sadakatsizlik hiç bir zaman hoşgörüyle karşılanmaz.
Şunu bilin ki, siz diğer insanlara bağlılığınızı isbatlayamazsınız, onlarda aynı şeyi size yapacaklardır.
2. Cesaret; Bir lider her zaman her konuda ve her ortamda cesur olmak rizikoları göğüslemek zorundadır. İşte lider sayısında ki azlığın bir sebebi de budur. Her kes kaptan olmak yeine gemiyi ilk terkeden olmayı tercih edecektir.
3. Tutku; İyi bir lider her zaman her konuda tutkuludur. Asla maymun iştahlılık göstermez bu yönünüz zayıfsa tekerleksiz bir arabadan hiç bir farkınız kalmaz.
4. Zihinsel güç; Lider en zor durumlarda bile sinirlerine sahip olabilen, daima sağlıklı kararlar alabilen kişidir. Atatürk tepeye çıkıp işgalciler için ‘’Geldikleri gibi giderler’’ sözünü söylerken infiyalde olduğu bu durumda zihinsel gücüne güveniyordu.
5. Fiziksel güç; Size daha önceki ankette gerektiğinde 12-18 saat çalıabilirmisiniz diye sormuştum.
İşte liderliğin farkkını ortaya koyan bir temel öğe de budur. Liderler, her türlü zorluğa rağmen devamlı ayaktadırlar. Her kezin pes ettiğ durumlarda bile bitmeyen enerjileriyle yola devam ederler.
Bunu sağlayabilmek içinde düzenli bir hayata sahip olmanız gereklidir.
6. Sezgi; Bazı durumlarda çok ani kararlar vermeniz gerebilir ve elinizde yeterli düzeyde bilgi yoktur. Sonuç ya olumlu ya da olumsuz olacaktır. Bu noktada ancak sezgilerinize güvenebilirsiniz.
7. Kararlılık; Her zaman her konu da kararlı bir kişilik sergilemek zorundasınız. Kararsız insanlar yalnızca alay konusu olurlar.
Gazetelere bakın, her buna benzer konularda yazılar çıkar. Birisi çıkar birşeyler söyler, karşı tarafdan bir tepki gelince de hemen geri adım atar. Ne kadar komik bir tablo, öyle değil mi?
8. Rekabet; Bunu defalarca yineliedim. Rekabetten asla korkmayınız. Rekabet her şekilde itici bir güçtür. İnsanı daha iyiye doğru yönlendirir.
9. Özgüven ;Her zaman yalnızca kendinize güvenin (Zaten hep yalnız olacaksınız).
Tarihe bir bakın, pek çok lider zor durumlarda yalnız bırakılmıştır. Ama asla pes etmemişler, özgüvenleriyle istedikleri yerlere gelmişler.
10. Güvenirlilik; Pek çok durumda pek çok insan hayatlarını size endeskleyecektir. Onların bu güvenini boşa çıkarmayın, hep dürüst ve güvenilir olarak kalın.
Ne kadar zengin olursanız olun, bir gün bunun değişmeyeceğini garantisini kimse veremez. Bir gün yardıma ihtiyacınız olursa ve yardım alırsanız, bu yalnızca size güvendikleri içindir.
Son Çin İmparatoru’nun hayatına bir bakın, o güneşin oğlu olarak doğdu, bahçivan olarak öldü. Ona kimse yardım elini uzatmadı. Çünkü, o kimsenin güvenini kazanacak birşey yapmadı.

Lider Olmayı İstemek:
Demiştik ya, lider olmayı istemeniz gereklidir diye.
Bunu başarabilmek içinde;
1. Her şeyden önce faredilme arzusunda olmalısınız.
2. Her türlü olumsuzluklarda savaşmaya hazır olmalısınız.
3. Sizin liderliğiniz diğerlerinin yapabildiklerinden ve yapamadıklarından fazla olduğu sürece kalıcıdır.
Bakın Vehbi KOÇ’a her yerde anlatılır her yerde konuşulur.
Bakın tarihdeki liderlere, hala yaşaıyormuş gibi anlatılırlar.
İşte, liderlik budur.
4. Hazırlıklı ve deneyimli olmak zorundasınız. Liderlik, liderlicilik oynamaya hevesli insanların harcı değildir.
5. Çok çalışmaya hazır olun, alın terinin olmafığı yerde liderlik olmaz.
6. Karşılık beklemeden özveri de bulunmalısınız.
7. Her zaman doğal davranmalısınız. Bulunduğunuz yer başınızı döndürmeye başladıysa, aşağıya düşmeye hazır olun.
8. Sizin de hatalarınız olacağını kabul edin. Bundan ders alın ve tekrarlayın.
Şu Dünya’nın haline bir bakın, her tarafta kan her tarafta şiddet, sanki tarihte hiç örnekleri yokmuş gibi, insanlar hala birilerinin gırtlağını sıkarak sorunlarına çözüm arıyor. Aynı duruma siz de düşmeyin.

Liderlik Sorumluluğu:
Öyle kolay kurtulmak yok, ‘’Ben lider oldum, en büyük benim’’ demekle lider olunmuyor. Sizin sorumluluklarınız da var.
Şöyle kısaca göz gezdirirsek;
1. Liderler, astları ve onların arasında ki motivasyonu, dürüstlüğü ve adaleti yerleştirmek zorundadırlar. Bunu da anlatarak değil bizzat yaşayarak gösterebilirsiniz. Yani ‘’İmamın dediğini yap, yaptığını yapma’’ kuralı burada geçerli değildir.
2. Herkese güven duygusu aşılamalısınız.
3. İnsanları küçümsememli, onların yaptıkları işlere değer vermeli, görevine bağlı olmayanlara da asla hoşgörü göstermemelisiniz. Zaten bunun tersi de adaletsizlik olur. Maalesef ki, Türkiye de bu durum farklı alglılanmakta, işe yaramaz insanlar baştacı edilmekte, işe yarayan insanlar da köşeye itilmekte.
4. Liderler hem kendilerini hemde astlarını yetiştirmek zorundadırlar.
5. Liderler, astlarına devamlı yön vermeli, amaçsız hareket etmelerini önlemelidir. Ve denetlemelidir.

Liderin Adaleti:
Osmanlı İmparatorluğu öncesinde babası oğlu Osman Bey’e yönetimi devrederken iki tavsiye de bulunmuş;
Dmiş ki; Başta olduğun sürece ülke de ne zaman bir sorun ya da yokluk hasıl olsa bunu önce sen yüklenmeye çalış, sonra tâbânâ sonra da halkına yükle. Ne zaman da paylaşılması gereken bir ganimet ya da refah söz konusu olursa bunu önce halkına dağıt, sonra tâbânâ en sonunu da kendine. Yaşadığımız şu günlerde bunun tam tersi olmakta, ne zaman ülke de bir sorun olsa bu tamamiyle halka yüklenmekte, ne zaman da bir ganimet olsa bunu yukardakiler götürmekte.
Buna liderlik değil, sadece derebeylik denir, zorbalık denir.

Disiplin:
Bir liderin inşa etmek zorunda olduğu diğer bir kurumda budur.
Bunu yaparken;
1. Ahlak ve disiplinin merkezi olduğunuzu unutmayın.
2. Elemanlarınızın disiplini sizin onlara verebildiklerinizle ölçülüdür. Siz disiplinsizseniz onlarda öyle olacaktır.
3. Disiplin deyince asık suratlı, höt diyen kişiler anlaşılmamalıdır. Onlar lider değil ancak gardiyan olabilirler.
4. Liderler asla disiplin eksikliğine göz yummazlar.
Disiplinsizlik nezle gibidir, kısa sürede herkese bulaşır.

Kararlılık:
1. Liderler sorumluluk taşıyan kararları kendileri verirler.
2. Liderler tam bilmedikleri konularda karar vermezler, sağduyularını kullanırlar.
3. Herkese yeterli düzeyde yetki vererek, astlarınında karar verme duygusuna sahip olmalarına çalışırlar.
4. Liderler verdikleri yanlış kararlardan dolayı asla başkalarını sorumlu tutmazlar.
5. İyi liderler asla zamanından önce harekete geçmezler.
6. Liderler verdikleri kararlarda, herkesin yararına olanı tercih ederler. Egoizm sadece cahillere yakışır.

Ödüllendirme:
İyi bir lider aynı zamanda insanları nasıl ödüllendireceğini bilen bir kişidir. Şöyle ki,
1. Bir insanı kendisinden beklenenden daha azını yaptığında asla ödüllendirmezler. Aksi takdirde sizin onaylamadığınız konularda ki hareketlerinden dolayı da ödüllendirilmeyi beklerler.
2. Her yapılan iş de ödüllendirmezler. Buna uymazsanız insanları ödül vermediğiniz sürece çalıştıamazsınız. Bu onların değil, sizin hatanız.
3. Basit işler için küçük, daha büyük işler içinse büyük ödülller verirler. Bunun tersi olursa ortaya çıkan sonuç çelişkidir.
4. İnsanlara devamlı büyük ödüller vermek yarine onlara güvence verirler. Siz patron olarak büyük işler yaptığınızda devamlı size ödül veriliyor mu?
5. Çalışanların aileleriyle de ilgilenirler. Bu da önemlidir. Onları dinleyin, sorunlarına çözüm getirin.

Her zaman tetikte olun:
1. Şirketinizde her şeye razı olan kişi, şimdi herşeyde mızmızlanıyorsa (Müdürünüz dahi olsa) işten çıkartın .
2. İnsanların siz arkadan vurabileceklerini asla unutmayın. Olmayacak kişiye göstersiğiniz hoşgörü sonunda kalleşlik olarak size dönebilir.
3. İnsanlara boş kalmaları için fazla vakit tanımayın. Bu yeni yeni hoşnutsuzluklara sebep olabilir.
4. Başkalarının başarılarından pay sahibi olmaya çalışan asalaklara fırsat tanımayın.
5. Birlik ve beraberlik her zaman önemlidir, bunu koruyun. Buna eklenebilecek yüzlerce maddeyle liderlik konusu anlatılabilir. Sizin gördiğünüz gibi liderlik, pek çok konuda feragati geektirir. Pek çok şeyden vazgeçmeniz gerekebilir. Ancak, her ne şekilde olursa olsun, sürüde ki koyun olmaktansa sürünün çobanı  olmak evladır.
Asla koyun ya da vagon olmayın.
 http://www.slideshare.net/muzafferdonmez/img-17496667

İŞÇİ SINIFININ ÖZET TARİHİ



1789 dev­ri­miy­le Tan­rı­’dan baş­ka kim­se­ye he­sap ver­me­yen
kral­lar ve ki­li­se­ler dö­ne­mi bit­miş­tir.
Si­ya­sal dev­ri­min ül­ke­si Fran­sa.
Eko­no­mik dev­ri­min ül­ke­si İn­gil­te­re idi.
İn­gil­te­re, bu dö­nem­de sa­na­yi­le­şen tek ül­key­di; top­ra­ğa bağ­lı üre­ti­min ik­ti­da­rı­nı bi­tir­di. Dö­ne­min iti­ci gü­cü; bu­har gü­cü­ne da­ya­nan sa­na­yi­leş­mey­di. Kö­mür de dö­ne­min en de­ğer­li ma­de­niy­di.
İş­çi sı­nı­fının üc­ret­le­ri çok dü­şük­tü, ya­şa­ma ve ça­lış­ma ko­şul­la­rı ber­bat­tı. Ça­lış­ma sa­at­le­ri uzun­du. Ço­cuk iş­çi­ler se­fil ya­şam ko­şul­la­rın­da ça­lı­şı­yor­du.
Karl Marks, 7 yıl 10 ay­lık­ken işe baş­la­yan Wil­li­am Wo­od’­un “iş ha­ya­tı­nı­” yaz­dı Ka­pi­ta­l’­de: Haf­ta­nın al­tı gü­nü işe sa­bah al­tı­da ge­lir, ge­ce do­ku­za ka­dar ça­lı­şır­dı. Ye­di ya­şın­da bir ço­cu­ğun gün­de on beş sa­at ça­lış­ma­sı ba­ğış­la­na­bi­lir bir şey de­ğil­di. Ama olu­yor­du.
12 ya­şın­da­ki J.Mur­ray ise, “Sa­bah al­tı­da, ba­zen dört­te ge­li­rim. Ak­şam­dan sa­ba­hın al­tı­sı­na ka­dar bü­tün ge­ce ça­lış­tım, ça­lı­şı­rım. Ön­ce­ki ge­ce­den be­ri ya­ta­ğa he­nüz uzan­ma­dım. Be­nim­le bir­lik­te ça­lı­şan 8-9 ço­cuk da­ha var­dı. Bü­tün bu ça­lış­ma­mın kar­şı­lı­ğı ise al­dı­ğım pa­ra üç bu­çuk şi­lin…” di­ye an­lat­tı ya­şa­dık­la­rı­nı…
Pe­ki…
Da­ha bir­kaç yıl ön­ce dev­ri­min bü­yük gü­cü olan iş­çi­le­rin eko­no­mik ve sos­yal du­rum­la­rı na­sıl bu de­re­ce kö­tü­leş­ti?
Ön­ce­sin­de, sa­de­ce top­rak sa­hip­le­ri­nin te­ke­lin­de olan Avam Ka­ma­ra­sı­’n­da söz sa­hi­bi ol­mak ve mev­cut ya­pı­yı de­ğiş­tir­mek için, iş­çi­ler­le iş­bir­li­ği ya­pan bur­ju­va­zi, hak­la­rı­na ka­vu­şun­ca ve “da­ha çok kâ­r” il­ke­siy­le ha­re­ket edin­ce iş­çi sı­nı­fı­na iha­net et­ti.
İş­çi­le­rin seç­me se­çil­me hak­la­rı yok­tu…
Grev yap­ma­la­rı ya­sak­tı…
Sen­di­ka ya­sak­tı…
İk­ti­da­rın he­sap ede­me­di­ği sos­yo­lo­jik bir ger­çek var­dı:
Sa­na­yi­leş­me iş­çi bi­lin­ci­ni ar­tır­dı:
Kay­bet­mek­ten, kay­be­den­ler so­rum­lu ola­maz­dı…
Ma­den ka­za­sı so­nu­cu
Baş­ba­kan Er­do­ğa­n’­ın gün­de­me ge­tir­di­ği İn­gil­te­re­’de­ki ma­den ka­za­la­rı yok­sul kit­le­le­rin ik­ti­da­ra kız­gın­lık ve nef­re­ti­ni art­tır­dı.

İn­gil­te­re­’de­ki ma­den ka­za­la­rı, in­san­lık ta­ri­hi­ne çe­şit­li hak­lar ka­zan­dır­dı. Ta­rih­te, ül­ke­sel bo­yut­ta or­ta­ya çı­kan ilk ör­güt­lü iş­çi ey­le­mi­nin adı; “Çar­-tiz­m” böy­le doğ­du…
Çar­tizm, sa­na­yi dev­ri­miy­le baş­la­yan top­lum­sal bo­zul­ma­ya, yok­sul­laş­ma­ya ve kö­tü ça­lış­ma ko­şul­la­rı­na kar­şı yü­rü­tü­len iş­çi mü­ca­de­le­si­nin adıy­dı.
İn­gi­liz­ce “c­har­te­r” (ay­rı­ca­lık ver­mek) söz­cü­ğü­ne da­ya­na­rak, bu gi­ri­şi­me “Çar­tis­t” ey­lem adı ve­ril­di.
İn­gil­te­re­’de­ki Çar­tist ey­le­min özü şuy­du: Si­ya­sal hak­la­ra ka­vuş­maz­sak bu sö­mü­rü dü­zen de­vam eder.
1839’un ba­şın­da, Çar­tist­ler Lon­dra­’da, bir Ulu­sal Kon­gre top­la­dı.
Al­tı mad­de­lik Pe­op­le­’s Char­ter (“halk bil­dir­ge­si­”) ha­zır­la­dı­lar.
- Suç­lu ol­ma­yan ve akıl sağ­lı­ğı ye­rin­de olan, 21 yaş üs­tün­de her er­kek oy ver­me hak­kı­na sa­hip ol­ma­lı­dır.
- Oy­la­ma­nın giz­li­li­ği sağ­lan­ma­lı­dır.
- Par­la­men­to üye­si ol­mak için, “zen­gin­li­k” ve­ya “top­rak sa­hi­bi ol­ma­” zo­run­lu­lu­ğu ol­ma­ma­lı, her­ke­sin se­çil­me hak­kı ol­ma­sı sağ­lan­ma­lı­dır.
- Par­la­men­ter­le­re, yap­tık­la­rı bu iş kar­şı­lı­ğın­da ye­ter­li bir üc­ret öden­me­li­dir.
- Tüm se­çim böl­ge­le­ri, eşit sa­yı­da seç­me­ne denk ge­le­cek sa­yı­da­ki oy­la tem­sil edil­me­li­dir.
- Se­çim­ler her yıl ye­ni­len­me­li­dir.
CHP’­nin tek­lif et­ti­ği ma­den ocak­la­rı araş­tır­ma­sı­nı AKP na­sıl red­det­ti ise ben­ze­ri o dö­nem İn­gi­liz Avam Ka­ma­ra­sı­’n­da ol­du.
1839 Ha­zi­ran ayın­da 1.3 mil­yon iş­çi ta­ra­fın­dan im­za­la­nan Pe­op­le­’s Char­ter Avam Ka­ma­ra­sı­’na su­nul­du.
Fa­kat ya­pı­lan oy­la­ma­da, par­la­men­ter­le­rin bü­yük ço­ğun­lu­ğu ta­ra­fın­dan bu di­lek­çe gör­mez­den ge­lin­di.
En bü­yük tep­ki; ma­den ka­za­la­rı­nın ya­şan­dı­ğı Gü­ney Gal­ler ma­den­ci­le­rin­den gel­di; ayak­lan­dı­lar.
Ma­den­ci di­re­ni­şi ül­ke­ye ya­yıl­dı.
Ayak­lan­ma­la­rı, bir di­zi tu­tuk­la­ma ve mah­ke­me­ler ta­kip et­ti.
Ha­re­ke­tin li­der­le­rin­den John Frost da tu­tuk­la­nıp mah­ke­me­ye çı­kar­tı­lan­lar ara­sın­day­dı. Va­tan ha­in­li­ği ile suç­lan­dı!
İş­çi li­der­le­rin­den Sa­mu­el Hol­berry ha­pis­ha­ne­dey­ken ha­ya­tı­nı kay­bet­ti ve Çar­tist ha­re­ke­tin şe­hi­di ol­du.
Gös­te­ri­ler­de gü­ven­lik güç­le­ri iş­çi­le­ri öl­dür­me­ye baş­la­dı.
Dev­let şid­de­ti Gü­ney Gal­ler ve Ba­tı Ri­ding böl­ge­le­rin­de­ki iş­çi­le­ri ye­r al­tın­da hüc­re­ler­de ör­güt­len­me­ye mec­bur bı­rak­tı; Çar­tist sı­ğı­nık­lar­da giz­li­den giz­li­ye si­lah üre­ti­mi­ne yö­nelt­ti.
1842 yı­lın­da­ki ey­lem­ler, ayak­lan­ma­lar ve pro­tes­to­lar­la ge­çen ve bel­ki de 19. yüz­yıl­da ik­ti­da­rı si­ya­si açı­dan en çok zor­la­yan yıl ol­du.
Ta­ri­hin ilk ge­nel gre­vi
1842 Ma­yıs ayın­da iş­çi­ler bu kez üç mil­yon­dan faz­la im­za­lı Pe­op­le­’s Char­ter di­lek­çe­si­ni İn­gi­liz par­la­men­to­su­na ver­di. An­cak bu di­lek­çe de il­ki gi­bi red­de­dil­di.
İş­çi sı­nı­fı­nı gör­me­mez­lik­ten gel­me tav­rı, ta­rih­te­ki ilk ge­nel gre­ve dö­nüş­tü.
İş bı­rak­ma ey­lem­le­ri­ne o dö­nem­de ge­nel ola­rak Plug Plot (şal­te­ri in­dir­mek) adı ve­ril­di. Zi­ra pro­tes­to­cu­lar, fab­ri­ka­lar­da üre­tim çark­la­rı­nın dön­me­si­ni sağ­la­yan bu­har ka­zan­la­rı­nın va­na­la­rı­nı ka­pa­tı­yor­lar­dı. (O gün ya­şa­nan­lar için 20. yüz­yıl ta­rih­çi­le­ri Ge­nel Grev (Ge­ne­ral Stri­ke) ta­bi­ri kul­la­nıl­ma­ya baş­la­dı. Ba­zı­la­rı ise Grev Dal­ga­sı (Stri­ke Wa­ve) kav­ra­mı­nı ter­cih et­ti.)
Ge­nel grev, kit­le ha­re­ket­le­ri ya­nın­da, cid­di şid­det ey­lem­le­ri­ni de be­ra­be­rin­de ge­tir­di. Hü­kü­met ayak­lan­ma­yı bas­tır­mak için or­du­yu kul­lan­dı.
Uzat­ma­ya­yım…
Çar­tist ha­re­ket za­man­la yo­lu­nu bul­du, sos­ya­list­ler­le bu­luş­tu.
İş­çi ön­der­le­rin­den Er­nest Char­les Jo­nes ve Ge­or­ge Ju­li­an Har­ney Marx ve En­gels ile iliş­ki kur­du.
Gal­le­r’­de­ki ma­den­ci di­re­ni­şin­den çok et­ki­le­nen Marks, ka­pi­ta­liz­min sa­na­yi dev­ri­min­den son­ra yap­tı­ğı vah­şe­ti­ne ba­kıp dev­ri­min İn­gil­te­re­’de ola­ca­ğı­na inan­dı.
Sos­ya­lizm İn­gil­te­re­’de ol­ma­dı ama…
1839’da Gal­le­r’­de­ki ma­den oca­ğın­da baş­la­yan is­yan­la iş­çi sı­nı­fı, ön­ce oy kul­lan­ma hak­kı­nı, son­ra seç­me ve se­çil­me hak­kı­nı al­dı. “Giz­li oy” esa­sı ka­bul edil­di. Par­la­men­to üye­le­ri­ne ay­lık bağ­lan­dı. Çar­tist Bil­di­ri­’de­ki ta­lep­ler bi­rer bi­rer ha­ya­ta ge­çi­ril­di.
Sa­de­ce…
Bu­gü­ne dek bil­di­ri­de yer alıp da ger­çek­leş­me­miş tek mad­de, “se­çim­le­rin her yıl ye­ni­len­me­si­” ta­le­biy­di!
Fa­kat…
En bü­yük ka­zanç­la­rı iş­çi sı­nı­fı­nın ken­di­ne gü­ven­me­yi öğ­ren­me­si ol­du. Bir de, mü­ca­de­le et­me­den hak ka­za­nıl­ma­ya­ca­ğı­nı…
S. YALÇIN

İnsanlar Genellikle Görmek İstediklerini Görür Ve Duymak İstediklerini Duyarlar

-Başkası bir işi uzun sürede yapıyorsa, yavaştır.
*Ben uzun sürede yapıyorsam, titizimdir.
-Başkası bir işi yapmıyorsa, tembeldir.
*Ben yapmıyorsam, meşgulümdür. 
-Başkası bir işi söylenmeden yapıyorsa, sınırlarını aşmıştır.
*Ben yapıyorsam, bu insiyatif kullanmaktır.
-Başkası bir görgü kuralını çiğniyorsa, kabadır.
*Ben çiğniyorsam, kendime özgü birisiyimdir.
-Başkası amirini memnun ediyorsa, yalakadır.
*Ben ediyorsam, bu ortak çalışmadır.
-Başkası öne geçerse, bu kuralları ihlal etmektir.
*Ben başarırsam, bu sıkı çalışmanın ödülüdür.
-Başkası"Götürürse"Hırsızdır,rüşvetçidir
*Ben götürürsem "devir uyanık olma devridir".
Zihniyet bu olduğu sürece sonuçta;
"BÖYLE GELMİŞ BÖYLE GİDER"olur.

23 Mayıs 2014 Cuma

Avrupa Parlamentosu Seçimleri 2014 ve Yeni Avrupa




Muzaffer DÖNMEZ

Muzaffer DÖNMEZ

E-Posta :muzaffer.donmez@gmail.com
  Bu hafta başlayan görüşmelerle ilgili olarak özet bir yazı hazırlamaya çalıştım. Konu ile ilgili olanlar zaten yakinen takip etmekteler,sizinde ilgilenebileceğinizi ve hatta ilgilenmeniz gerektiğini düşündüğüm için yazıyı mümkün olduğunca kısa tutmaya çalıştım. 22-25 Mayıs 2014 tarihleri arasında AB genelinde gerçekleştirilecek Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerine ilişkin değerlendirmeler: Avrupa için seçim günleri başladı. 22 – 25 Mayıs 2014 tarihlerinde tüm AB üye ülkelerinde vatandaşlar önümüzdeki dönemde Avrupa Parlamentosu’nda (AP) kendilerini temsil edecek isimleri seçmek için sandığa gidiyor. Tabiki,AB vatandaşlarının seçime katılım oranıysa seçim sonuçları kadar merak ediliyor. Tahminlerden daha uzun süren ve beklenenden daha derin etkileriyle hissedilen ekonomik kriz ve ekonomik durgunluk döneminden , toparlanma sürecine geçerken AB, kendini yeniden tanımlamaya ve yapılandırmaya çalışıyor. Bu sürece vatandaşların vereceği destek AB’nin demokratik bir yapı olarak sürdürülebilmesi için anahtar olarak kabul ediliyor. 2014 seçimleri AB’nin geleceği için dönüm noktası olarak simgeleştiriliyor. Bu herkesin hem fikir olduğu bir konu,bu yüzden de bu seçim öncekilerden daha fazla önem arz ediyor. Ekonomik kriz ve ekonomik krize yönelik geç kalan ve yeterliliği sorgulanan politikalar AB’nin yetki alanından AB kurumlarının yapısına kadar pek çok konunun masaya yatırılması gerektiğini gösterdi. AB’nin sadece mali ve ekonomik sorunlarla değil, aynı zamanda demokrasi açığı sorunuyla da yüzleşmesi gerektiği gerçeğini de beraberinde getirdi. Hızla değişim gösteren küresel ekonomik dengeler, uluslararası siyaset alanında yaşanan krizler , yükselen güvenlik endişeleri, gelgitler,artan küresel sorunlar ise eski yönetişim modelleri üzerindeki baskının artmasına sebep oldu. AB’nin dünyanın en büyük ekonomisi olarak sürdürülebilirliği, demokrasi ve insan haklarına dayanan değerler sistemini küresel düzeyde destekleyebilmesi AB’nin etkin ve geleceğe dönük politikalar geliştirme kapasitesine bağlı. 2014-2019 dönemi AB kurumlarının AB’nin geleceğine şekil verdiği kritik bir dönem olacak. Bu anlamda 2019 belki de AB’nin sürdürülebilirliği ve 21. yüzyıl şartlarıyla uyum içerisinde evrimi yolunda önümüzdeki dönemde benimsenecek olan model için belirleyici olacak(belki de yeni model arayışları veya ayrışmalar ortaya çıkacak). Bu yüzden “The 2014 European elections: this time it's different” AP resmi seçim sloganlarından biri olarak kullanılmaktadır. Seçimlerin bir diğer özelliği de 2009 yılında yürürlüğe giren Lizbon Antlaşması’ndan sonra gerçekleşecek ilk seçim olması. Lizbon Antlaşması AB’nin demokratik meşruiyetini ve etkinliğini artırma iddiasını taşıyan bir antlaşma. Antlaşmanın benimsediği önemli amaçlardan biri dolaylı ve doğrudan yöntemlerle vatandaşların AB politika oluşum süreçlerine katılım hakkının artırılması. Bu doğrultuda Lizbon Antlaşması’nın AB kurumları ve AB’nin işleyişine yönelik getirdiği en önemli değişikliklerden biri vatandaşların politika oluşum süreçlerinde temsilini artırma amacıyla AP’ye ilen ek yetki ve sorumluluklar: -Yeni yasama yetkileri: Tarım, göç ve yapısal fonlar gibi alanlar olmak üzere 40 yeni politika alanı üye ülkelerin hükümetlerinin temsil edildiği AB Konseyi ile paylaşılan ortak karar prosedürüne dâhil edilerek, AP’nin yasama yetkisi artırıldı. - Bütçeye ilişkin yetkiler: AP’nin AB bütçesinin belirlenmesi sürecinde yetkisi artırıldı. Antlaşmaya kadar AP’nin AB bütçesinin %45’ini oluşturan ve tarım ve uluslararası anlaşmalar gibi alanlardaki harcamaları içeren zorunlu harcamalar bütçesinin belirlenmesinde karar alma yetkisi bulunmamaktaydı. - AB Komisyonu ve diğer kurumlarla ilişkiler: Antlaşma ile AP ilk defa AB Komisyonu Başkanı’nı seçme hakkına sahip oldu. Yeni kurallar uyarınca AB Konseyi’nin aday belirleme sürecinde AP seçimleri sonuçlarını göz önünde bulundurması gerekiyor. Ayrıca AB Konseyi tarafından önerilen aday AP oylamasına tabi olacak. Aynı zamanda AB Konseyi tarafından atanacak olan AB Dış Politika ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi ve AB Komisyonu Başkan Yardımcısı da AP’nin onayına sunulacak. - Kurucu Antlaşmalar üzerinde değişiklikler: AP AB Kurucu Antlaşmaları üzerinde değişiklik önerisi sunabilme hakkı kazandı. Bu değişiklikler temelinde yeni parlamento AB politika oluşum ve yasama süreçleri üzerinde bugüne kadarki en geniş yetkiye sahip AP olacak. Bu nedenle AB vatandaşlarının seçime katılımlarına büyük anlam yükleniyor. Muhtemel AP Kompozisyonu Son seçim anketlerine göre merkez-sağ ve merkez-sol ana akım partiler AP’de yine en yüksek oranda sandalyeye sahip gruplar olacaklar. 20 Mayıs’ta yayımlanan son anket sonuçlarına göre AP’de şu an 275 sandalyeye sahip olan Avrupa Halk Partisi (EPP) yeni dönemde 217 sandalyeyle temsil edilecek. Mevcut parlamentoda 194 sandalyeyle temsil edilen Sosyalistler ve Demokratlar’ın (S&D) sandalye sayısını 201’e çıkarması bekleniyor. Liberal Demokratlar’ın (ALDE) 59 sandalye, Yeşiller grubunun ise 44 sandalye ile temsil edileceği tahmin ediliyor. Avrupa Birleşik Solu/Kuzey Yeşil Solu (GUE/NGL) grubununsa sandalye sayısını 35’ten 53’e çıkarması bekleniyor. Parlamento da beklenen en büyük değişim ise bağımsız AP üyelerinin sayısının mevcut duruma kıyasla hemen hemen üçe katlanması. Şu an AP’de 32 bağımsız parlamenter bulunuyor. Bu sayının önümüzdeki dönemde 95’e yükselmesi bekleniyor. Bağımsız temsilcilerin sayısındaki artışın bağımsız adayların arasında özellikle AB karşıtı aşırı sağ ve sol adayların yoğunluğu düşünülerek değerlendirilmesi gerekiyor. Diğer olası bir değişim de 2009 AP seçimleri sonrasında AB karşıtı partiler tarafından oluşturulan Özgürlük ve Demokrasi Avrupası (EFD) grubunun sandalye sayısında yaşanacak olan artış. En büyükleri İngiltere’nin İngiltere Bağımsızlık Partisi (UKIP) ve İtalya’nın Kuzey Ligi partileri olan on partinin oluşturduğu grubun bu seçimlerde 40 sandalye elde etmesi bekleniyor. Ancak Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı gibi AB’nin bir sonraki dönemde önemli gündem maddeleri arasında bulunan ve kamuoyu hassasiyetleri doğrultusunda AP’deki görece büyük gruplar arasında şüphelerin olduğu konularda AB karşıtı grupların süreci bloke etme yönünde girişimlerinin olabileceği konusunda ciddi endişeler var. Diğer bir endişe de bu partiler ve adayların etnik köken ve din temelli ayrımcılık başta olmak üzere AB değerleriyle önemli oranda çelişen unsurları benimsemesi ve bu söylemlerin AB içerisinde yayılma tehlikesi. Bu nedenle yeni AP’de kritik karar alma süreçlerinde EPP ve S&D gibi ana akım partilerin birbirini desteklemesi gerekeceği değerlendiriliyor. AB Komisyonu Başkanı Seçimleri Eğer AB karşıtlarının sandalye sayısı tahminler doğrultusunda olursa, EPP ve S&D’nin yüzleşeceği sorunlardan ilki AB Komisyonu Başkanı seçimleri olacak. AP içerisinde bulunan beş siyasi grubun belirlediği adaylar şöyle: - EPP adayı: Eski Lüksemburg Başbakanı, eski Euro Alanı Başkanı Jean-Claude Juncker, - S&D adayı: Hâlihazırdaki AP Başkanı Martin Schulz, - ALDE adayı: Eski Belçika Başbakanı Guy Verhofstadt, - Yeşiller eş başkan adayları: Eski Fransa Cumhurbaşkanı adayı José Bové ve Almanya Yeşiller Partisi üyesi Ska Keller, - Avrupa sol grubu adayı: Yunanistan’ın radikal sol partisi Syriza’nın lideri Alexis Tsipras. AB Konseyi tarafından ön seçimle belirlenecek AB Komisyonu Başkan adayının AP’de bulunan 751 AP üyesinin en az 376’sı tarafından desteklenmesi gerekiyor. Şimdilik AB karşıtı eğilimleri olan grup ve adayların öngörülen mevcudiyeti temelinde, EPP veya S&D’nin kendi adaylarını destekleme yönünde gerekli çoğunluğa ulaşabilecek bir koalisyon kurmasının mümkün olmayacağı tahmin ediliyor. Bu nedenle EPP ve S&D’nin ortak bir adayı desteklemesi gereği doğabilir. Ancak EPP’nin adayı Juncker ve Schulz seçim yarışının en güçlü adayları arasında. Schulz’un Almanya’nın koalisyon ortağı SPD’nin grubunun adayı olduğu ve Almanya Şansölyesi Merkel’in ise Juncker’i desteklediği yönünde işaretler olduğu düşünüldüğünde durumun karmaşıklığı daha da belirginleşiyor. AB Konseyi’nin AP tarafından belirlenen adayların yeterli oyu alamayacağına karar vermesi halindeyse bu adayların dışında bir isim önermeyi tercih edebileceği değerlendiriliyor. Geçtiğimiz günlerde AB Konseyi Başkanı Van Rompuy da bu yönde ilk sinyalleri verdi. AP siyasi grupları tarafından belirlenen adaylar ele alındığında ise bu noktada da net bir göstergenin olduğunu söylemek zor. Birbiri arkasına düzenlenen üç televizyon tartışmasının adayların AB sorunlarına yaklaşımlarında büyük farklılıkların olmadığını ortaya koyduğu dile getiriliyor. Başkan adaylarının hemen hemen hepsinin net politika önerilerini açıklamaktan kaçınmaları ve daha çok AB’ye ilişkin hâlihazırda kamuoyu tarafından bilinen pozisyonlarını paylaşmaları tartışmaların içeriğiyle ilgili en yoğun olarak dile getirilen sorun. Öte yandan bu sorunun sadece başkan adaylarının canlı yayın performanslarına has bir durum olmadığı belirtiliyor. Seçim Sonrasına Doğru Yeni AB Döneminin Adımları Bu denklemi çözme yönünde ilk adım 25 Mayıs Pazar akşamı açıklanacak olan resmi AP seçim sonuçları olacak. 27 Mayıs’ta AP Başkanı Schulz ve AB Konseyi Başkanı Van Rompuy öğle yemeğinde bir araya gelecek. Avrupa siyasi partileri ise aynı gün kendi ülkelerinin hükümet başkanları ile sonuçları değerlendirecekler. AB üye ülke hükümet liderleri akşam yemeğinde bir araya gelerek seçim sonuçlarını değerlendirecek. Seçim sonuçlarına göre liderlerin AP siyasi grupları tarafından gösterilen adayların dışında bir aday belirleyip belirlemeyeceğinin bu tartışmanın ana konusu olması bekleniyor. Haziran ayında AP’de yeni siyasi gruplar kurulacak. Ancak AB Konseyi’nin adayını gruplar kurulmadan açıklayabileceği de ihtimaller arasında. 26 – 27 Haziran’da AB Konseyi toplanarak AB Komisyonu başkan adayı resmi önerisini sunacak. 1 Temmuz’da 2014-2019 döneminde görev yapacak olan sekizinci AP toplanacak ve yeni AP üyeleri resmi olarak görevlerine başlayacak. AP üyeleri 1-3 Temmuz oturumlarında AP Başkanı’nı seçecekler. 14-17 Temmuz oturumlarında ise AP, AB Komisyonu Başkanı oylamasını gerçekleştirecek. AP’nin, AB Konseyi tarafından teklif edilen adayı reddetmesi halinde AB Konseyi’nin yeni aday belirlemek için bir aylık zamanı olacak. Bu senaryonun gerçekleşmesi halinde AB içerisinde önemli politika oluşum süreçlerinin olumsuz yönde etkileneceği düşünülerek, bu noktaya gelinmeden çözüme ulaşılması bekleniyor. Konuyu yakından takip edip yine bilgilendirmeye çalışacağım.

http://www.egehabercisi.com/makale/muzaffer-donmez/avrupa-parlamentosu-secimleri-2014-ve-yeni-avrupa/140.html




22 Mayıs 2014 Perşembe

KÖMÜR İŞÇİLERİNİN EN BÜYÜK GÜNÜ




Cephelerde ordularını düşman üzerine gönderen bir hükûmet, halkın aktif desteğini alamazsa savaşı kolay kolay kazanamayacağını bilir.
Kurtuluş Savaşı yıllarında Ankara Hükûmeti,  halkın desteğini kazanmak için idarede, ekonomide ve diğer alanlarda çalışanlar lehine bazı reformlar yapmak zorunda olduğunun fark etti. Hatta Yunan ilerlemesinin yarattığı ve çok kritik bir dönem olan 1920 yazında, idarenin doğrudan doğruya halka verilmesi de Meclis’te dile getirilen çözümler arasındaydı. 1908’den beri Türk aydınlarını derinden etkileyen halkçılık akımı, Sovyet Devrimi’nin de etkisiyle Kurtuluş Savaşı Ankarasında doruk noktasındaydı.
1920’de Türkiye’yi yöneten asker, eşraf ve aydınların sözcüleri, yüzyıllardır halkın sömürüldüğünü, emekçilerin alınteriyle biriken servetlerin küçük bir azınlık tarafından tüketildiğini daha açık ve daha kuvvetle vurgulamaya başladılar. Eylül 1920’de Meclise sunulan Halkçılık Bildirisi de bu anlaşın eseriydi. Bu bildiri 20 Ocak 1921 Anayasası olarak olgunlaşacaktı. Egemenlik kayıtsız şartsız millette olacak, halk kendi kendini idare edecekti.
Emekçi halkın refahını iyileştirmek için alınan önlemlerden biri, Zonguldak ve Ereğli Kömür madenlerinde çalışanların durumuyla ilgilidir. O tarihlerde "Amele" deyince akla önce maden işçileri geliyordu. Bunların hem sayısı çoktu, hem de durumları çok perişandı. Yabancılar tarafından işletilen bu maden ocaklarında önemli miktarda kömür tozu birikmekteydi. Bunlar satılmalı ve elde edilen gelir işçilerin refahı için kullanılmalıydı.
İKTİSAT VEKİLİ KONUŞUYOR
Meclis’in en radikal mebuslarından İktisat Vekili Celal Bey (Bayar), kanun tasarısını Mecliste savunurken işçilerin aç ve çıplak olduğunu, bazılarının üzerinde gömlek bile bulunmadığını söyledi. İşçilerin kalacak yerleri, giyecekleri, yakacakları da yoktu. Kömür tozları ise bir işe yaramadan orada birikip duruyordu. Bunlar işçi kuruluşlarına verilirse hiç değilse işçiler ekmek parasını kurtarabilirlerdi. Madenleri güvence altına almak için de işçi hayatını bir düzene sokmak gerekirdi. Celal Bey, “Angarya çalıştırma devam ediyor, yazdığımız emirlerin bir faydası olmuyor” diye yakındı.
İktisat Vekili, kanunun bir an önce çıkarılmasını isterken, başka ülkelerden örnekler verdi. Oralarda iki tarafın da haklarının göz önünde tutulduğunu anlatıyor, aksi halde olabilecekleri 18 Nisan 1921 günü şöyle ifade ediyordu:
“Yalnız bir taraf düşünülür, bir taraf baskı altında tutulursa, yalnız bir tarafın hakkı korunursa, inanınız ki haksızlığa uğrayan taraf mutlaka öfkelenip coşar ve memleketin genel durumu zarar görür.”
 2 Mayıs 1921 günü Meclis, İşçilere 1 Mayıs Armağanını sundu. Ereğli maden işçilerinin haklarını koruyan tasarının birinci görüşmesi bitti. Buna göre 18 yaşından küçük olanlar ocaklarda çalıştırılmayacaktı. İşçileri zorla çalıştırmak da yasaklanıyordu. Patron, işçi Yardımlaşma Sandığı’na yardım yapmak zorundaydı. İşçileri parasız tedavi ettirecek, sakatlananlara tazminat ödeyecek, çalışma süresi sekiz saatten fazla olamayacaktı. Ocakların yakınlarında işçi koğuşları ve hamamlar yapılacaktı. Söz alan mebuslar, işçilerin ne kadar kötü koşullarda çalıştırıldıklarını ve yabancı patronlar tarafından nasıl sömürüldüklerini anlattılar. Yasanın bütün ülkedeki işçileri kapsaması istendi. Hükûmet, işçiler için yeni bir tasarı hazırlamakta olduğunu açıkladı.
İŞÇİLERİN EN BÜYÜK GÜNÜ
Zonguldak kömür havzası işçilerinin genel haklarıyla ilgili ve sekiz saatlik işgünü kanununun görüşülmesi, Sakarya boylarında kanın gövdeyi götürdüğü günlerde tamamlandı. Buna göre işçi taban gündeliği de belirleniyor, iş sağlığı ve eğitimi gibi konularda işverene bazı yükümlülükler getiriliyordu. Örneğin genç işçilerin eğitimi için gece okulları, işçiler için hamam, hastane, eczaneler açılacaktı.
Bir hükûmet emperyalizme ne kadar yakınsa emekçi halktan o kadar uzaktır. Halkın haklarını ne kadar koruyorsa emperyalizme de o kadar uzaktır. Türkiye'nin Kurtuluş Savaşı yılları bunun en belirgin kanıtıdır.
Kanunun kabulü, 10 Eylül 1021, yani Sakarya Zaferinden üç gün öncedir.
İşçiler bu kanuna çok sevindiler. On binlerce İşçi, Meclis Başkanlığına telgraf çekerek “Millî Hükümetin böyle zor zamanlarda vatan savunmasıyla uğraşırken bile işçilerin haklarını korumakta gösterdiğıi temiz yüreklilik ve şefkatten ötürü” teşekkür ettiler ve 10 Eylül gününü işçiler için en büyük gün saydıklarını bildirdiler.Zeki Sarıhan
Kaynaklar:

 Zabıt Ceridesi, C. 10, s. 25, 32, 197, C. 12, s. 172; Hâkimiyeti Milliye, 3 Mayıs 1921, 11 Eylül 1921; Düstur 3/2, s. 130; Mahmut Goloğlu, Cumhuriyete Doğru, 1971, s. 204.

17 Mayıs 2014 Cumartesi

ARAPLAR LANETLİ TOPLUM MU?


Muzaffer DÖNMEZ

Muzaffer DÖNMEZ

E-Posta :muzaffer.donmez@gmail.com
Soma da çok üzücü şeyler yaşadık,ocaklara ateş düştü,bizim canımız yanmadığı için bir kaç gün içinde unutacağız ama unutulmaması gereken şeylerde var.Örneğin;günlerdir gavur dediğimiz ülkelerin pek çoğundan acımızı paylaşan haberler geldi ama araplardan tık yok.Yanlış anlamayın,arap düşmanı değilimdir-arkadaşlarımda var ama bazı şeyler unutulmaz.Konu ile ilgili geçen sene bir köşe yazısı yazmıştım arap sempatizanları ne derece katılır bilemiyorum ama bunlar tarihe yazılmış konular,okuyun lütfen:




Bazı Müslümanlar; Yahudilerin ilahi yoldan uzaklaştığı için lanetli olduğunu söyler, savunurlar. Her türlü geriliklerinin, iç kanlı çatışmaların nedenini Yahudilere, bağlarlar. Gerçekten Yahudiler lanetli mi? Yoksa Araplar mı lanetli toplum? Peygamber İbrahim’in bir oğlu İshak, Yahudilerin atasıdır. Peygamber İbrahim’in diğer oğlu İsmail ise Arapların atasıdır. Yani Yahudiler ve Araplar soylarıyla kültürleriyle inançlarıyla aynı kökten gelirler. Museviliğin kutsal kitabı Tevrat; kendi dönemine kadar ki olaylardan bahseder. Hıristiyanların kutsal kitabı İncil; kendi dönemine kadar ki olaylardan bahseder. Müslümanların kutsal kitabı Kur’an da; kendi döneminden önceki olaylardan bahseder. 7. yüzyıldan bu yana olan olaylar ise yazılı ve görsel kaynaklarda yer almaktadır. Lanetli dedikleri Yahudiler 2 bin yıl sonra yurt edinmiş, devlet kurmuş, bilimde teknolojide dünyanın önde gelen toplumu olmuş. Araplar ise kanlı iç çatışmalarla, sefahatın lüksün içiçe olduğu sefil ve aşağılık bir yaşam içinde olmuşlardır. Bu durumda Lanetli olan kim? Yahudiler mi, Araplar mı? 7. yüzyıldan bu yana dünya toplumları içinde lanetli olan toplum Araplardır. Çünkü onlar son peygamber son kitap kendilerine geldikleri halde ondan yüz çevirdiler. Peygamber Hz.Muhammed hakkı, dürüstlüğü, adaleti, eşitliği, özgürlüğü, kardeşliği önerdi. Onlar ki; Hz.Muhammed’in en yakın ikinci arkadaşı Ömer’i katlettiler. Onlar ki; Hz.Muhammed’in en yakın üçüncü arkadaşı Osman’ı katlettiler. Onlar ki; Hz.Muhammed’in en yakın dördüncü arkadaşı Ali’yi katlettiler. Onlar ki; Hz.Muhammed’in torunu Hasan’ı katlettiler. Onlar ki; Hz.Muhammed’in torunu Hüseyin’i katlettiler. Onlar ki; Hz.Muhammed’in soyu olan Haşimileri Orta Asya ve Endülüs’e sürdüler. Onlar ki; Hz.Muhammed’in soyunu Mekke ve Medine’den uzaklaştırdılar. Onlar ki; Muaviye ve Yezid devlet anlayışını tercih ettiler. Onlar ki; Abbasi iktidarında Emevi liderlerini mezarlarından çıkarıp işkence yaptılar. Onlar ki; Türklere ihanet etti, kahpece arkadan vurdu. 1916′da, Dünya Savaşı’nda Mekke Şerifi Hüseyin; İngilizlerle işbirliği yaptı. Arap bedevi kabilelerini ayaklandırarak, Osmanlı’ya isyan etti ve Türk askerini kahpece arkadan vurdu. Onlar ki; Petrol denizindeler ama dünya Müslümanları açlıktan kırılmaktadır. Onlar ki; Arabistan’da şeriat derler batı ülkelerinde batılı gibi yaşarlar. Araplar denilen topluluk; tarihin en soysuz, en karanlık, en ikiyüzlü, en hain topluluğudur. Araplar; para, şehvet, servet gösteriş meraklısı bir toplumdur. Araplar; karaktersiz, yalancı, dönektirler. Araplar; çıkarı için ihanet ederler. Araplar; birbirlerini İslam adına, petrol adına, iktidar için, katletmeyi iyi bilirler. Arapların tarihleri; katliamlarla doludur. Arapların en nefret ettikleri; Türklerdir. Onların en sevdikleri; kapitalistlerdir, şeytandır, paradır, sekstir. Türkiye’nin İslamcıları neden Arap hayranıdır? Türkiye’nin İslamcıları neden Arap kültürünü düşünür, konuşur, yaşar, savunurlar? Türkiye’nin İslamcıları neden Arap katillerine, İslam kahramanı diye övgüler düzerler? Türkiye’nin İslamcıları neden yedinci yüzyıl Arap düşünce ve yaşam ağını kutsarlar? Türkiye’nin İslamcıları neden insanlık değişim ve gelişim metodolojisini yok sayarlar? Türkiye’nin İslamcıları neden Bilim ve teknolojide ses getiren ciddi çalışmaları yoktur? Türkiyeli İslamcı Arapçılar; duyarsız, ruhsuz, kimliksiz ve kişiliksizdirler. Köksüz, kimliksiz hainler; dillerinden milletimiz sözünü düşürmezler. Köksüz, kimliksiz hainler; İslamcı görüntü altında milleti aldatmaya, milletin milli ve manevi değerlerini istismar etmeye devam ederler. Türk Milleti, lanetli Arapları anladıkça; Türk kültür, tarih ve medeniyetini, çağdaş dünyanın onurlu, saygın bir üyesi olduğunu daha iyi anlayacak ve öze dönecektir.

16 Mayıs 2014 Cuma

`Başbakan’a Yuh çekersen tokatı yersin`


Muzaffer DÖNMEZ

Muzaffer DÖNMEZ

E-Posta :muzaffer.donmez@gmail.com
Bu bizim çok değerli Dünya ve Paralel Evrenin gördüğü gelmiş geçmiş en büyük LİDER Erdoğan’ın Soma da vatandaşa söylediği sözler. Bir kızılderili atasözü de şöyle der: "Komşun hakkında hüküm vermeden önce, iki ay onun makosenleriyle yürü!" *** Sene 2002 Türk siyasetinin en karışık günleri Başbakan Ecevit hasta. hastalığı yüzünden Bakanlar Kurulu Toplantısı dahi zaman zaman yapılamıyor. Siyasi yasaklı Recep Tayyip Erdoğan yeni kurduğu partinin Genel Başkanı sıfatı ile il il dolaşıyor. 2 Haziran günü Erzincan'da partililere şöyle hitap ediyor: ''Haftalar, aylardır, 'Bu hükümet hasta' diyoruz. Sayın Başbakan'a, İnönü için söylediklerini kendisine hatırlattık. Artık vakti gelince siyasetten çekilmesini bilmelidir' diyordunuz. Şimdi o sözleri biz size hatırlatıyoruz ve diyoruz ki 'Vaktiniz geldi geçiyor, istifa edin' diyoruz. Artık fiziken çökmüş, bitmiş bir insan var karşımızda. Bakın her taraf kırılmaya, dökülmeye başladı. Bu neyi gösteriyor. Artık çelik korselerle duruyorsun." Ecevit elbette direnmekte haksızdı.Fakat aynı zamanda hasta ve yaşlı idi, Erdoğan ise O'nu bu insanî zaafından dolayı ağır ifadelerle eleştiriyordu. O günlerde Erdoğan'ın Ecevit'e hastalığı üzerinden yüklenmesine defalarca şahit olduk. Hürriyet yazarı Yılmaz Özdil,Erdoğan'ın Bülent Ecevit hakkında sarfettiği o sözleri,18 Temmuz 2008'de "Balık Hafızası'' başlıklı yazısında şöyle sıralamıştı: "Ecevit kişisel hırsından gitmiyor." "mesaisini yerine getirmekten aciz." "Ülkeyi hastaneye çevirme." "Kendine zulmetme çekil!" "millete kıyma, bırak!" "Ölümün ertelenmesi, ötelenmesi, hayatın yaşandığı anlamına gelmez... " "mazereti var... Yaşlılık!" "Çekilmesini bilmiyor.' "Ecevit görevinin başında olduğunu söylemiş... Ne olur güldürme bizi!" "Fiziken çökmüş." "Bitmiş bir insan." "Topluma yararlı olmaya değil, anca kendini ayakta tutabilmeye çalışıyor." "Git." "Çekil." 'Yerinden ve merkezden olmak üzere, iki yönetim şekli vardır... Şimdi, hastaneden ve evden yönetim çıktı!' 'Anlaşılan o ki, insan yaşlanınca gerçekleri daha az görüyor, hırsı artıyor. Hastane raporları bile zoraki veriliyor.' 'Her tarafı kırılıp dökülüyor.' 'Çelik korselerle duruyorsun.' 'Düş milletin yakasından.' Erdoğan herşeyin saat gibi çalıştığını ifade etmek istediğinden olacak,seçim mitinglerinde Ecevit Hükümeti'nin son dönemlerini hatırlatarak, "Bakanlar Kurulu'nun hastane odalarında toplandığı günler oldu" diyordu. Allah'ın işine bakınız ki, Bugün RTE’ye de eleştiriler geliyor ama Müslümanlığı kimseye bırakmayan Hz. Peygamber’in(SAV) mütevaziliğinden, Hz.Ömer’in adaletinden dem vuran aynı kişi kendisini eleştiren vatandaşa tokat vuruyor. Üstelik Erdoğan Ecevit'in o günkü yaşından 20 yıl daha genç. Demek ki neymiş? Düşmez kalkmaz bir Allah'mış! Bunu derken sanılmasın ki Başbakan'ın düştüğü bu duruma sevindik.O bu durumu kendisi hazırladı. Biz Erdoğan'ın "varlığı"na düşman değiliz,fikirlerine karşıyız. İnsanî zaafiyetle dalga geçmek,Allah'tan gelenle eğlenmek bizim harcımız değil. Bu dünya kimseye kalmadı,kalmayacak…

13 Mayıs 2014 Salı

Atatürk’ün Çıkardığı Gazeteler






Atatürk, “Minber”, “İrade-i Milliye” ve “Hakimiyet-i Milliye” olmak üzere üç gazete çıkarmıştır. Yaptıklarını ve yapacaklarını halka duyurarak kamuoyu oluşturmak isteyen Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nı başlattığı andan itibaren basından destek almış ve basının gücünü en etkili şekilde kullanmıştır.

Mustafa Kemal Atatürk, yalnızca bir asker, komutan, diplomat, politikacı ve devlet adamı değildi. O, bir düşünürdü de… Atatürk’ün bu yönünü O’nun yazdıklarından, söylediklerinden, okuduklarından anlayabiliyoruz. Zaten Atatürk’ün düşünür yönü O’nu gazeteciliğe yöneltmiştir. Düşüncelerini ve yaptıklarını halka duyurmak için basının ne kadar önemli olduğunu bilen Atatürk, bu gerçeği daha Harbiye öğrencisiyken fark etmiştir.

Örneğin, 1 Mart 1922’de TBMM’yi açarken yapmış olduğu konuşmada şöyle demiştir: “Basın milletin müşterek sesidir. Bir milleti aydınlatma ve doğru yolu göstermede, bir millete muhtaç olduğu fikri gıdayı vermekte, özetle bir milletin saadet hedefi olan müşterek istikamette yürümesini teminde basın, başlı başına bir kuvvet, bir mektep, bir rehberdir.”


Mustafa Kemal henüz Harbiye öğrencisiyken yönetimin siyaset alanındaki yanlışlarını ve aksaklıklarını belirtmek amacıyla eleştiri niteliğindeki yazılar yayınlamak için el yazısıyla bir gazete çıkarmıştır. Bu gazetenin yazılarını bizzat kendisi yazan Mustafa Kemal, Mektepler Müfettişi İsmail Paşa’nın takibine de uğramıştır. Harp Okulu’ndaki veteriner dershanelerinden birine giren Mustafa Kemal ve arkadaşları, çıkardıkları gazetenin yazılarıyla uğraşmaya başladıkları sırada, okul müdürü Rıza Bey tarafından suçüstü yakalanmıştır. Kendilerine önemli bir ceza verilmemiş, “izinsizlik” suçuyla yetinilmiştir.



Minber

Atatürk’ün ilk gazete çıkarma girişimi İstanbul’da yayınlanan “Minber”dir. Fethi Okyar, anılarında Minber gazetesinin yayınlanması hakkında şunları söylemiştir:

“Mustafa Kemal Paşa, ‘memleketi perişan eden ve muhalefet adı altında irtikap eden taarruz ve tahripler daha çok gazeteler vasıtasıyla oluyor. Bunlara karşı milleti uyandırmak için en iyi vasıta aynı yolla karşılık vermek, yani bir gazete çıkarmaktır. Benim maaşımdan biriktirdiğim biraz param var, onu koymaya hazırım. Ben askerim imtiyaz alamam, ama sen alabilirsin. Hakikatleri halka, hatta düşmanlarımıza anlatabilmek için hadi gel beraberce gazete çıkaralım.’ dedi. Gazete çıkarmayı hiç düşünmüyordum ama, mensup olduğum İttihat ve Terakki için öylesine çirkin ve haksız ve dolayısıyla vatan ve devlet için öylesine tehlikeli neşriyat başlamıştı ki, bunları cevapsız bırakmak mümkün değildi.”

1 Kasım 1918’de yayın hayatına başlayan Minber gazetesi günlük olarak yayınlanır ve 51 sayı çıkar. Gazetenin başında Fethi Bey vardır, imtiyaz sahibi ve sorumlu müdürü ise Dr. Rasim Ferit’dir. Minber, Fethi Bey’in eski partisi İttihat ve Terakki’ye olan haksız saldırıları önlemek ve doğruları yazmak, Tevfik Paşa’nın parlamentoda güvenoyu almasını engelleyici yazılar yazmak, Fethi Bey tarafından yeni kurulan Osmanlı Hürriyetperver Avam Fırkası’nın sözcülüğünü yapmak için yayın hayatına girmiştir.

Gazetenin başyazılarını çoğunlukla Mustafa Kemal, değişik adlarla ya da imzasız yazmıştır. Ayrıca Minber’in hemen hemen her sayısında Mustafa Kemal’le ilgili haberler yer almıştır. 17 Kasım 1918 tarihli gazetede Yıldırım Orduları Grubu Kumandanlığından yeni dönen Mustafa Kemal’le bir de röportaj yapılmıştır. Bu röportajda Mustafa Kemal şöyle demiştir; “… en iyi siyasetin her türlü anlamıyla en çok kuvvetli olmakta bulunduğunu kabul ederim. En çok kuvvetli olmak tabirinden amacımın, yalnız silah kuvveti olduğunu zannetmeyiniz. Bilakis asker olmama rağmen bence kuvvet kendisini oluşturan etkenlerin sonuncusudur. Benim amacım manen, ilmen, ahlaken ve teknik yönden kuvvetli olmaktır. Bu saydığım özelliklerden yoksun olan bir milletin bütün fertlerinin en son silahlarla donatıldığını varsaysak bile kuvvetli olduğunu kabul etmek doğru olmaz.”

İrade-i Milliye

Atatürk ikinci gazetesini Sivas Kongresi’nden sonra çıkarmıştır. 4 Eylül 1919 günü başlayan ve 11 Eylül’de sona eren Sivas Kongresi’nin ardından Mustafa Kemal çevresindekilerden yeni çıkaracağı gazete için güvenilir bir yazı işleri müdürü bulmalarını ister. Aranan yazı işleri müdürü bulunur ve gazete çok kısa bir süre içinde çıkarılır. Heyet-i Temsiliye adına Mustafa Kemal tarafından kurulmuş olan gazetenin imtiyazı Selahattin Ulusalerk’e aittir. Gazetenin yazı işleri müdürü ise Mazhar Müfit Kansu’dur. Gazetenin adı ve başlık altı Mustafa Kemal tarafından tespit edilmiştir; “İrade-i Milliye” (Metalip ve Amali Milliye’nin Müdafiidir).

Başlangıçta haftada bir sonraları haftada iki ve günlük olarak yayınlanan gazetede Sivas Kongresi zabıtlarını, Mustafa Kemal’in bildirilerini, konuşmalarını yayınlanmıştır. Bir amaç için çıkartılan gazetenin nüshaları birçok şehrin çeşitli dairelerine mühürlü zarflar içinde gönderilmiştir.

Hakimiyet-i Milliye

Mustafa Kemal Paşa, Heyet-i Temsiliye üyeleriyle birlikte Ankara’ya geldiğinde burada alınacak kararların millete duyurulması için bir gazeteye ihtiyaç duyduğunu söylemiştir ve burada verdiği ilk direktif de “bir gazete çıkaracağız” olmuştur.

Ankara’da doğru dürüst bir matbaa bulunmadığı için Konya’dan getirtilen baskı makinesi meclis bahçesindeki bir binaya yerleştirilmiş ve iki hafta içinde gazete çıkartılmıştır. Bu gazetenin adını da Mustafa Kemal vermiştir; “Hakimiyet-i Milliye”. İlk sayının gazete başlığının altında ise “mesleği milletin iradesini hakim kılmaktır” diye yazmaktadır. 10 Ocak 1920 günü yayınlanan gazetenin ilk başyazısını Mustafa Kemal yazmıştır.

Gazete Anadolu’da kurulan Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyeti’nin yayın organıdır. Gazetenin yazı işleri müdürü Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu’dur. Gazetenin daha sonraki yazı işleri müdürleri arasında Hüseyin Ragıp Baydur, Nafi Atıf Kansu ve Ziya Gevher Etili gibi isimler de vardır.

Başlangıçta haftada iki gün yayınlanan gazete 18 Temmuz 1920’den sonra haftada üç gün, 6 Şubat 1921’den sonra da günlük olarak çıkarılmıştır. Gazete 1934 yılına kadar Hakimiyet-i Milliye adıyla, o tarihten sonra da “Ulus” adıyla çıkmaya devam etmiştir.

Kaynaklar

1- Türk Basın Tarihi, Nuri İnuğur, Gazeteciler Cemiyeti

2- Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, İletişim Yayınları, Cilt 1

3- Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Prof. Dr. Utkan Kocatürk, Atatürk Araştırma Merkezi

4- Milli Mücadele’de Atatürk ve Basın 1919-1921, Prof. Dr. Yücel Özkaya, Atatürk Araştırma Merkezi

5- Atatürk Döneminde Basın ve Basın Özgürlüğü, Gazeteciler Cemiyeti