26 Ağustos 2015 Çarşamba

Muzaffer Dönmez: SÜPER ÜÇLÜ: İDEOLOJİ, DİL VE SÖYLEM(1)

Muzaffer Dönmez: SÜPER ÜÇLÜ: İDEOLOJİ, DİL VE SÖYLEM(1): Yaşlanmaya başlayınca insan biraz daha takık oluyor.Yıllardır Siyasi Partilerde Kurucu,Üst Düzey Yönetici,İl Başkanlığı,Belediye Başkan A...

Muzaffer Dönmez: Karl Marx’a göre İdeoloji nedir?(2)

Muzaffer Dönmez: Karl Marx’a göre İdeoloji nedir?(2): İdeoloji Althusser’in dediği gibi bireylerin gerçek varoluş koşullarıyla kurdukları hayalî ilişkinin bir temsilidir. Sembolik gerçekliğin...

Muzaffer Dönmez: Michel Foucault’a göre “İdeoloji ile Söylem” arası...

Muzaffer Dönmez: Michel Foucault’a göre “İdeoloji ile Söylem” arası...: Michel Foucault’a göre ,ideoloji kavramını kullanmak üç açıdan sakıncalıdır.İlk olarak,ideoloji kavramı kuramsal gelenek içinde doğrunun ...

Michel Foucault’a göre “İdeoloji ile Söylem” arasındaki farklar(3)


Michel Foucault’a göre ,ideoloji kavramını kullanmak üç açıdan sakıncalıdır.İlk olarak,ideoloji kavramı kuramsal gelenek içinde doğrunun (truth) karşıtı olarak kullanılagelmiştir.Oysa sorun bilimsel ya da doğru bilginin nasıl oluştuğu ve ideolojik olanın da bunun yanılsaması olarak nasıl tanımlanacağı sorunu değildir.Sorun,söylem içindeki doğruluk etkisinin (effects of truth) tarihsel olarak nasıl üretilebildiğini görebilmektir.Bilginin doğruluk iddiası söylem sayesinde üretilir; söylemin karşıtı değil,farklı olarak söylemin üretilebilmesinin koşuludur. Böylece,Foucault ile söylem,ancak doğruluk iddiası üreterek kendini var eden anlam pratiği olarak tanımlanır.Birbirini dışlayan ideoloji ve gerçeklik kavramları yerine ancak bir arada varolabilen söylem ve doğruluk kavramlarını yeğlemektedir Foucault.
İkinci olarak,Foucault ideoloji kavramının hümanist bir özne kavramını gerektirmesini eleştirir.İdeolojiyi, özneler, kendi nesnel/sınıfsal çıkarlarına göre üretirler. Böylece ideoloji kavramı,önceden oluşmuş ve çıkarlarının tekabül ettiği ideolojik temsillerin farkında olan bir öznenin verili koşullarına dayanır.Yani, ideolojiyi insanlar kendi gereksinimlerine göre üretirler.Oysa ki, söylem kavramı,öznenin dilsel toplumsal pratikler üretilen bir söylemsel konum olduğunu iddia eder. Özne söylemden önce var olamaz;kendisi söylem sayesinde ve söylem içinde üretilendir. Nesnel çıkar ya da sınıfsal konum ancak söylem tarafından üretilirse vardır ve ancak söylemin ürettiği somut bağlamın anlamı olarak vardır. Üçüncü ve son olarak Foucault,ideoloji kavramının kendine dışsal bir belirleyici (determinant) gerektirdiğini söyler. İdeoloji bir başka temel belirleyicinin işlevi gibi tanımlanır;ikincil ve belirlenendir.Bu tanım,klasik marksizmdeki gibi alt yapı benzeri belirleyici bir merkez tanımlamaktan kurtulmayı olanaksız kılar.. Bu noktada klasik ideoloji kavramı ile postyapısalcı söylem kavramı tamamen birbirinden koparak ayrışır. Bu farkı iktidar kavramının tanımlanması bağlamında daha iyi kavramak olasıdır. Foucault, Althusser’e çok benzer bir tarzda söylem ile iktidarın kuruluş sürecinin aynı olduğunu,iktidarın bir söylem olarak bireylere geldiğini ve onları öznelere dönüştürdüğünü söylemektedir. Foucault’a göre söylemin kendisi bir iktidardır ve bir iktidar etkisi olmayan söylem söz konusu olamaz. Söylem bu iktidarı,bilginin üretilmesi sayesinde yaratır.Klasik ideoloji kavramında ise , zneler önceden kurulmuş varlıklar olarak,maddi nesnel yapıdan türetilen çıkarlarının bilincine varabilirler ve bu bilinci ideolojik ifadelere tercüme edip iktidarı ele geçirebilirler. İktidar, bütün bunların sonunda ele geçirilip,kendi çıkarlarını egemen kılmanın nihai aracı olarak kullanılacak bir sahiplenme ilişkisi olarak tanımlanır. Bu tartışmadan da anlaşılacağı üzere postyapısalcı yaklaşım Foucault’un modeli çerçevesinde klasik ideoloji kuramlarına bir alternatif önermektedir. Bu modelin temel varsayımı,toplumsal bir pratik olarak dil kullanımının ortaya çıkardığı “söylem”in ,kendi dışında hiçbir belirleyiciye gereksinimi olmadan, özerk ve kendi kendini belirleyen olarak tanımlanmasıdır. Foucault’un ideoloji eleştirisinde somutlaşan bu kavramsal tartışma,aynı zamanda söylem kavramıyla ilgili,kuramsal alandaki iki ana farklılaşmaya tekabül eder.  Söz konusu kuramsal yaklaşımlardan biri,söylemi, kendi kendine belirlenen bir toplumsallık olarak ele aldığı için söylem dışı (non discursive) bir alanın varlığını ve söylem üzerindeki belirlenim (determination) erkini reddeder.Bu yaklaşım daha çok postyapısalcı ve postmodernist kuramcılar tarafından benimsenir.  İkinci yaklaşım ise,söylem kavramı merkezli kuramı savunmakla birlikte,söylemin toplumsalın her alanını tüketemeyeceğini ve söylemsel olmayan bir alanın tanımlanabileceğini iddia ederler.


Karl Marx’a göre İdeoloji nedir?(2)


İdeoloji Althusser’in dediği gibi bireylerin gerçek varoluş koşullarıyla kurdukları hayalî ilişkinin bir temsilidir. Sembolik gerçekliğin içindeki kurguyu çekip çıkarırsak sembolik gerçekliği de ortadan kaldırmış oluruz. Burada altı çizilmesi gereken en önemli nokta Gerçek ile sembolik gerçeklik arasındaki farktır; denebilir ki hayâli olan, Gerçek ile sembolik gerçeklik arasındaki sanal köprüdür. Gerekli bir yanılsama olan söz konusu sanal köprü yıkılırsa bilinçdışı tamamen bilincin yerini alarak özneyi psikoza sürükler ve hiçliğe mahkûm eder.
Marx ideolojiyi “negatif ideoloji” biçimi ile alır. Yani Marx’a göre ideoloji egemen sınıfın tabi sınıf üzerindeki hakimiyetinin zihinsel/algısal/bilişsel uzamını oluşturur. Marx’ın yazılarında ideoloji tasavvuru ile ilgili ilk ipuçlarını , gerçekliğin bilince yansımasını ,eşyanın görüntüsünün bir fotoğraf makinasının merceğinden geçerek filme baş aşağı yansımasına benzettiği “camera obscura” metaforunda bulabiliriz. Bu ideoloji anlayışı günümüz ideoloji paradigmaları arasında “yanlış bilinç” olarak ayrıştırılır…
K.Marx’tan alıntı:
Eğer her ideolojide insanlar ve onların ilişkileri bize camera obscura‘da imişçesine başaşağı görünüyorsa ,bu olayda,tıpkı nesnelerin,gözün ağ tabakası üzerindeki tersliğinin onun doğrudan fiziksel yaşam sürecinden ileri gelmesi gibi,onların tarihsel yaşam süreçlerinden ileri gelir.
Yukarıdaki tanımlama ile, ideolojinin maddi gerçekliğin tersine dönmüş ifadesi olduğu ileri sürülmektedir. Öyleyse ideoloji maddi-gerçek koşulların yansıması değil,farklı olarak bu koşulların yanlış bilgisidir… Bu tanımın sonucu ,yanlış bilginin kaynağı olan ideoloji ile doğru bilginin kaynağı olan bilimin, birbirini dışlayıcı kavramlar olarak tanımlanmasıdır.
Ancak Marksın yazılarında ideoloji yalnızca yanlış bilinç olarak geçmez.
Marx’tan alıntı:
Gerçek,etkin insandan hareket edilir,onların gerçek yaşam sürecinden hareketle bu yaşam sürecinin ideolojik yansı (reflexes) ve yankılarının (echoes) gelişimini ortaya koyabiliriz. Ve hatta insan beyninin hayalleri (phantoms) bile deneysel olarak saptanbilen ve maddi temellere dayanan,insanların maddi yaşam süreçlerinden doğan yüceltmelerdir…..Yaşamı belirleyen bilinç değildir,bilinci belirleyen yaşamdır
Burada,ideolojinin ,insanın gerçek yaşam pratiği karşısında bir refleks olarak tanımlanması yanılsamadan çok yansıma anlamı taşımaktadır:ideolojik olgular maddi koşulların yansıması ile oluşur..
Marx’ın üçüncü ideoloji yaklaşımı egemen sınıfın düşüncesinin tüm sınıfların düşüncesi haline geldiği yaklaşımdır. Egemen sınıfların toplumun maddi güçlerini olduğu kadar entelektüel güçlerini de yönetmesi dolayısı ile egemen sınıfın düşüncelerinin ona tabi sınıfın düşünceleri haline gelmesi (hakim olması) söz konusudur burada..
Marx’tan alıntı
Yöneten sınıfın düşünceleri her dönemde yöneten düşüncelerdir,yani toplumun maddi güçlerini yöneten sınıf aynı zamanda entelektüel güçlerini de yönetir.Maddi üretim güçlerini kendi elinde tutan sınıf aynı zamanda zihinsel (mental) üretimi de denetler,yani,bu sayede ,genel olarak söylemek gerekirse,zihinsel üretim araçlarından yoksun olanların düşünceleri de tabi hal gelir
Bu tanımdaki sorun ,egemen sınıfların sınıfsal çıkarları ile bu çıkarların ideolojik olarak tanımlanması arasındaki tekabüliyet ilişkisinin neden emekçi sınıf için de geçerli olmadığıdır.Burjuva sınıfı nesnel çıkarlarını bilip bunları ideolojik düzeye taşıyabilirken neden emekçi sınıf aynı şeyi yapamamaktadır?
Marks,”ekonomi politiğin eleştirisine katkı” yapıtında, ekonomik temelin oluşturduğu alt yapı ile altyapıdaki değişmelerin belirlediği hukuk,din,siyaset,estetik ve felsefi vb üst yapının ideolojik biçimleri arasındaki belirlenim ilişkisinden söz eder.Bu yazıdaki anlatım göz önüne alındığında ideoloji artık, üretimin ekonomik koşullarının maddi dönüşümüne paralel olarak açıklanabilecek,insanların yaşadıkları çelişkilerin bilincine vardıkları ve bu bilincin yarattığı bir mücadele içinde konumlandıkları alan olarak tanımlanmaktadır.
Şimdi “somut-gerçek” olanın, Marx’ın bahsettiği şekliyle nasıl gözümüze “dinsel/teolojik mahiyette ” göründüğü sorunsalına yaklaşabiliriz.
Bu çözümlemeye Marksın Kapitalinde “meta fetişizmi” kavramı bağlamında gidilmektedir.Maddi pratik (praxis) bilinçte izdüşümü yaratmakta ve bilinci belrilemektedir.Yani praxisin bilince çarpık/ters yansıması söz konusu değildir.Ancak çarpık olan bir şey vardır ve o da nesnel gerçekliktir.”Meta fetişizmi” ve “para/kar dürtüsü” yaşamını sürdürmek için zorunlu olarak emeğini kullanan insanın “iş bölümüne dayalı kapitalist üretim biçiminin” dişlileri arasında “emeğinin ürününe yabancılaşmasına” yol açan çarpık unsurlardır.Para nın basit bir mübadele aracı olmaktan çıkarak ölümcül kar dürtüsünün enstrümanı haline gelmesi ,insanın kullanmak için değil kar etmek için meta üretimine soyunması ve dünyanın, emekleri ile değer yaratan insanların birbirleri ile değil ürettikleri metaların kendi aralarında ilişki kurduğu bir görünüme bürünmesi çarpık,adeta dinsel/teolojik mahiyette gerçekliklerdir..
 İşte ideoloji dosdoğru bir şekilde bu çarpık ,teolojik mahiyetteki gerçekliğin algılanmasından başka bir şey değildir. 


BUNALTTIYSAM ÖZÜR DİLERİM….

SÜPER ÜÇLÜ: İDEOLOJİ, DİL VE SÖYLEM(1)


Yaşlanmaya başlayınca insan biraz daha takık oluyor.Yıllardır Siyasi Partilerde Kurucu,Üst Düzey Yönetici,İl Başkanlığı,Belediye Başkan Adaylığı vb. pek çok görev aldım.
Siyasetle yıllardır aktif olarak ilgileniyorum diyen insanların bile siyasete ne kadar uzak olduklarını gördükçe biraz daha fazla takılır oldum.
İnsanın sağcıyım diyebilmesi için solu,solcuyum diyebilmesi içinde solu iyi bilmesi gerektiğini söyler dururum ama insanlar neci olduğundan bile bilhaber olarak partici olmaya çalışıyorlar.
Bu yazdıklarımı da kim okur,kim feyz alır bilemem ama bilginin paylaşıldıkça faydalı olduğuna ve değerli olduğuna inananlardanım,bir kusurum olursa affola…
Çok dallandırmadan bu konu ile ilgili 3 yazı hazırladım,umarım beğenirsiniz.
İdeoloji ve söylem birbirinden ayrı düşünülmeyen iki kavramdır. Kısaca ifade edecek olursak, söylem ideolojilerin dile getirilmesinde ve aktarılmasında rol oynamaktadır. Yani ideolojilerin yeniden üretilmesinde ve günlük hayatta ifade edilmelerinde etkindirler.
Söylem, dilin kullanım biçimidir. Dil ve söylem ilişkisini buradan kaynaklanmaktadır. Ancak söylem, sadece dil ile sınırlandırılamamaktadır. Çünkü söylem karşılıklı iletişimin tamamını içerir. Dil ise düşünceyi ve ideolojiyi taşıyan temel bir araç olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak bunun yanı sıra dil ideolojik bir olgudur. Yani dil ideolojik bir araçtır. Toplumda yer alan bireylerin, hakim grupların çıkarlarını destekler şekilde düşünmesine neden olacak biçimde kullanılmaktadır.Yeri geldiğinde en etkili silahlardan daha tehlikelidir.
Dil kullanıldığı yapı içerisinde anlam kazanmaktadır. İdeoloji ve dil arasındaki ilişki de bu noktada daha çok görünür kılınmaktadır. Dil, kullanıldığı durumların bütünü içinde anlam kazandığına göre, ideoloji de bir olgu, olay ya da durum içinde, o durumun koşullarında oluşacaktır. Bu açıdan bakıldığında ideolojinin de yapısal bir olgu olduğunu savunmak yerinde olacaktır.
İdeoloji ise gerçekliği kodlama sistemidir. Bu yüzden genel anlamda ideoloji, belli bir sınıfa ya da gruba ait olan bir olgu değildir. Ancak grupların toplumsal olguları ve koşulları içinde ayrı ayrı gerçeklikler üreten bir olgudur. Bu sebeple ideoloji de yapısal bir olgudur.
İdeoloji maddidir. Söylem de maddi olan toplumsal dünyayı oluşturan ilişkilerin, pratiklerin, özne ve nesnelerin yeniden üretilmesine katkıda bulunmaktadır. Dil, gerçekliğin ortaya çıkmasına yarayan bir olgudur. Hakim ideoloji, medyayı kullanarak söylemler üretmeye yaramaktadır. Aynı zamanda söylemler de ideolojinin üretilmesini sağlamaktadırlar.
Buna göre İmgeler, söz dizimi, tonlama, konular, tutarlılık, (ön)varsayımlar, metaforlar (eğretileme) ve uslamlama, ilk olarak akla gelen unsurlardır. Konuyu daha da açacak olursak, sözcük ve tümcelerin tonlama vurgusu, sayfa düzeni, genişliği ve yazı karakteri, renk, fotoğraflar veya film gibi görsel yapılar, söyleme can veren noktalardır. Bu noktalar, özellikle medyada oldukça kullanılmaktadır. Haberlerin aktarımı, ideoloji doğrultusunda hangi hususların üzerinde durulacağı, hangisinin es geçileceği ya da daha küçük bir ölçekle hedef kitleye sunulacağı, bu noktalardan yararlanılarak oluşturulur. Alıcının haberde en çok dikkat etmesi ya da göz ardı etmesi istenilen hususlar, söylem yardımıyla belirgin ya da görünmez kılınmaktadır. Yani ideolojileri alma, öğrenme ve şekillendirme aracıdır söylem. Söylemi oluşturma yolu da dilden geçmektedir. Dil ideolojinin maddi bir biçimidir ve ideoloji tarafından kuşatılmıştır.
Bireyin ideolojilerle tanışması, yani fikirler elde etmesi, aileden başlamaktadır. Daha sonraki aşamalarda da toplumsal grubumuzdaki diğer kişilerle ilişki içine girerek, kitaplardan, gazetelerden okuyarak, reklamlardan, filmlerden, haberlerden vs. izleyerek elde etmekteyiz. Toplumsallaşma süreci içinde, toplumsal birlikteliklerle, iletişimlerle ve etkilerle ideolojiler yani fikirler bireylere aktarılmaktadır. Yani bir bakıma ideolojiler, fikirler öğrenilmektedir. İşte tam da bu yüzden bilişsel bir olgudur ideoloji. İdeoloji aslında inançlar bütünüdür. Ancak buradan ortak inançların belirli bir toplum veya kültürde ideolojik olduğu sonucuna varılmamalıdır. Bir düşüncenin ideoloji olabilmesi için mücadeleci bir durumun söz konusu olması gerekmektedir. Yani karşıt görüş, muhalefet bir taraf, çıkar çatışması gibi durumların mevcut olması gerekmektedir. Bu yüzden de ortak alan inançları salt olarak ideolojik değildir. Bu açıdan bakıldığında, ideoloji yapısal bir olgudur. Söylem de yapılar tarafından biçimlendirilmektedir. Aynı zamanda söylem de yapıların yeniden üretilmesine ve dönüştürülmesine katkı sağlamaktadır. Bu yapılar doğrudan doğruya söylemsel/ideolojik bir doğaya sahiptir-sözcüklerin düzeni, kodlar ve sözcükler ve söz-alma teamülleri gibi bunların öğeleri, ancak bunlar dolayımlanmış bir biçim içermektedirler.
Söylem bahsedilen toplumsal pratiklerin en önemlisidir. Çünkü toplumsal pratikleri doğrudan açıklayabilen ve ideolojileri aktarabilen bir olgudur. Bu yüzden söylem kuramı ideolojileri anlamak için çok önemlidir. Aynı zamanda da söylem kuramını anlayabilmek için de ideolojileri ve toplumsal dönüşümleri anlamak gerekmektedir. Kısacası ideoloji ve söylem arasındaki ilişki çift yönlü bir ilişkidir.
Söylem deyince akla gelen isimlerden birisi de Foucault’dur. Foucault söylem üzerine düşünürken Marksizm ve ideoloji kavramlarından yararlanmıştır. Foucault’un çalışmalarında da söylem ve ideoloji bir ilişki içerisindedir. Ancak ona göre ideoloji ve söylem arasında farklar bulunmaktadır. Foucault, bilgi üzerine konuşurken aslında söylem hakkında da görüşlerini bize aktarmış olmaktadır. Ona göre bilgi toplumsal, kuramsal ve söylemsel baskının bir bileşkesi tarafından belirlenmektedir.
Foucault’un çalışmaları “iktidar” meselesi üzerine şekillenmektedir. Foucault Marksist teorinin savunduğu, iktidarın ekonomi-politik ilişkilerin bir uzantısı olduğu ve devlet iktidarının yegane iktidar olduğu fikrinden ayrılmaktadır. Ekonomik ilişkiler ona göre birincil sırada değildir. Ona göre toplumsal yaşamda tek bir iktidar kaynağı bulunmamaktadır. İktidar ilişkileri toplumun değişik alanlarında değişik biçimlerde bulunmaktadır. Bu noktada Foucault, iktidarı devletin sınırlarının ötesine taşımış bulunmaktadır. Ona göre iktidar mekanizması dikey olarak işlememektedir,  iktidar toplum içinde dolaşmaktadır. İktidar ilişkileri derecelendirilebilmektedir.
“Söylemler güç ilişkileri alanında işleyen taktik öğeler ya da bloklardır; aynı strateji içerisinde farklı hatta çelişik söylemler varolabilir; bunlar (söylemler) bir stratejiden, karşıt bir diğer stratejiye biçimini değiştirmeden geçebilir. “(Foucault, 1981, 101)
Bu durumu, medyada şiddet konusu üzerine uyarlamaya çalışacak olursak; cinayetin, şiddetin “kötü” olduğu, insan psikolojisini olumsuz etkilediği, toplumsallığın içinde yaşamanın bir koşulu olarak şiddetin kontrol altına alınması gerektiği tezahürleri dile getirilirken, şiddet başka bir alanda başka söylemler altında yeniden üretilmektedir. Medyada gösterilen şiddet içerikli programlar, haberler vs. halkın şiddete karşı olan yaklaşımını, psikolojik durumunu etkilemekte ve bu durum toplumsallığın içinde şiddet kültürünün yeniden üretilmesine neden olmaktadır.
İktidarın baskıcılığı iktidar ile özne arasında uzlaşımı sağlamaya yarayacak kadardır. İktidar baskısı, rıza mekanizması ile ilişki içerisindedir. İnsanlar, otokontrol mekanizması ile denetim altına alınmaktadırlar. Toplum içinde insanlara nelerin yapılıp yapılmaması gerektiği öğretilmektedir. Neyin “yanlış” olduğunu bilen insanlar, kendi özdenetimlerini ortaya koyarak bir eylemi gerçekleştirmemektedirler. Ve dahası, bu eylemi kendi rızalarıyla gerçekleştirmediklerini düşünmektedirler. İşte iktidar, ideoloji, oto-kontrol ve rıza mekanizması ilişkisi bu şekilde karşımıza çıkmaktadır.
“Bireyler olarak zihinlerimiz eylemlerimizi kontrol etmektedir. Eğer karşımızdakinin zihni, bilgisi ve kanaatleri etkilenebilirse onun eylemleri de etki ve kontrol altına alınabilir. Ayrıca bireylerin zihinleri metin veya bireyler tarafından etkilenebiliyorsa, o zaman söylemin dolaylı olarak da olsa insanların eylemlerini kontrol ettiğini belirtebiliriz. Bu nedenle ikna ve manipülasyon günümüzün önemli konularından biri haline gelmiştir. Bu noktada eleştirel söylem çözümlemesi, bu tür bir gücün nasıl istismar edilerek hakimiyet kurulduğu üzerinde durmakta ve söylemler üzerinde kontrol kurularak, bireylerin inançlarını ve eylemlerinin egemen çıkar grupları lehine nasıl çevrildiği konusuna odaklanmaktadır.”
Örneğin medya vasıtasıyla çeşitli sembollere, imgelere, söylemlere maruz kalmaktayız. İlk bakışta hangi medya programını ne kadar takip ettiğimiz bizim tercihimizle, rızamızla alakalıymış gibi gözükse de, biz bize sunulan seçenekler arasından tercih yapmak durumundayız. Bu nokta da bizim rızamızı aşan bir husus olarak karşımıza çıkmaktadır. Hiçbir medya kanalını tercih etmediğimizi iddia etmek büyük bir yanılgı olacaktır. Çünkü medya tek boyutlu bir olgu değildir. Günümüzde hayatın, toplumsal yaşamın her alanında medya kanalları yerini almıştır. Sokaklardaki afişlerden, evimizdeki radyodan ya da televizyondan, alışveriş yaptığımız markete kadar birçok alanda, birçok vasıtayla insanlara anlam aktarımı yapılmaktadır. Çünkü günümüzde artık iktidar toplumsal hayatın her yerindedir. Ve ideolojik söylemler tüketim nesnelerinde, nesneleştirilmiş olgularda, pratiklerde yer almaktadırlar. Bu açıdan bakıldığında “tüketim toplumu” çalışmamızın seyri açısından büyük önem arz etmektedir. Bu konuya daha ileriki bölümlerde değinilecektir.İdeolojiler dil ile inşa edilmekte, iletilmekte ve böylece hegemonyanın devamlılığını sağlamaktadırlar. Bu yüzden, hegemonya ideoloji kavramıyla birlikte değerlendirilmesi gereken bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır.



21 Ağustos 2015 Cuma

ÇİPRAS'IN SONU...

Çipras seçimi kazandığında herkes onu KAHRAMAN gibi görmeye çalışıyordu,yılların Siyasetçileri-Gazetecileri bile övgüler yağdırıyordu.
Bense ,bu Hükümet'in 6 aylık ömrü olduğunu ve Yunanistan'ı daha kötü bir duruma sürükleyeceğini yazıyordum.
Sonunda olmsı gerekenden daha farklı bir sonuç olmadı ve Çipras Hükümeti erken seçim kararı alarak istifasını sundu.
Yıllardır çarşambanın geleceğinin salıdan belli olduğunu söyler dururum ama peşin konuşmam kimsenin işine gelmiyor...
Çipras, Nazım Hikmet şiiriyle istifa etti...
20 Ağustos 2015 Perşembe 21:44
Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras, erken seçim yolunu açmak için istifa ettiğini açıkladı. Televizyondan halka hitap eden Çipras, “Daha güçlü bir hükümeti kurmak için istifamı sunmak üzere cumhurbaşkanına gidiyorum. Sizden de daha güçlü bir hükümet kurmak için destek bekliyorum” diye konuştu. Nazım Hikmet’in “En güzel günlerimiz, henüz yaşamadıklarımız” şiirini de okuyan Çipras’ın bu kararı almasında, yeni kredi paketi için Meclis oylamalarında aleyhte oy kullanan parti içindeki sol muhalefetin tutumu rol oynadığı vurgulanıyor.
Geçici Başbakan kadın
Çipras’ın istifasınn ardından geçici hükümete geçilecek. Geçici hükümette başbakanın Yargıtay Başkanı Vasiliki Thanu olması bekleniyor. Eğer bu gerçekleşirse Thanu Yunanistan’ın ilk kadın Başbakanı olacak. Erken seçimlerin 13 ya da 20 Eylül’de gerçekleşeceği söyleniyor.
İŞTE ÇİPRAS’IN OKUDUĞU NAZIM HİKMET’İN O ŞİİRİ...
En güzel deniz:
Henüz gidilmemiş olanıdır...
En güzel çocuk:
Henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz:
Henüz yaşamadıklarımız.
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz:
Henüz söylememiş olduğum sözdür...

http://muzafferdonmez.blogspot.com.tr/2015/07/sirtaki-bittiadisyon-zamani.html

BARIŞ SÜRECİ SAFSATASI

Barış Süreci'nin bir kandırmacadan ibaret olduğunu defalarca yazdım.
Bunun sadece PKK'nın kışa hazırlık yapması ve güçlenmesi için bir tertip olduğunu ve bu işin AKP ile planlandığını da belirttim.
Bazı salaklar "Bak ne güzel Şehit haberi gelmiyor"dediklerinde de bunun arkasından çok tehlikeli bir sürece girileceğini belirttim.
Sonuçta düğmeye basıldı.
Komplo Teorisi demeyin,son seçimlerde AKP'nin hiç bir seçim oyununa girmemesi de PKK'nın HDP eliyle meşrulaştırılarak Meclis'e girmesi hedefiydi.Bundan sonra olacaklar bizi daha tehlikeli bir açmaza sürükleyecektir...
Aşağıda bugünkü bir köşe yazısını ve daha önce yazdığım blog yazımı gönderiyorum;
PKK: Görüşmeler sürerken büyüdük
Güvenlik uzmanlarına göre PKK’lı teröristler çatışmasızlık döneminde yerleştirdikleri bombalı tuzakları şimdi patlatıyor. Berman adlı PKK’lı bir kadın terörist de Wall Street Journal gazetesine, “Devletin barış görüşmelerini bırakacağını biliyorduk. Bu sürede büyüdük ve organize olduk” dedi.
SİİRT’in Şirvan ile Pervari ilçeleri arasındaki karayolunda devriye görevi yapan askeri araç yol alırken, PKK’lı teröristlerin yola kurulmuş bombalı tuzağı uzaktan kumanda ile patlatması sonucu 8 askerin şehit olması, bu tuzaklarla ilgili önceden neden istihbarat alınmadığı veye farkedilmediği sorusunu gündeme getirdi. Hürriyet’e bilgi veren istihbarat kaynakları, bu tuzakların birkaç gün önceden kurulmadığına dikkat çektiler. Tuzakların çatışmasızlık döneminden kalma olduğunu ve bunların “uyuyan bombalar” olarak tanımlandığını ifade eden istihbarat kaynakları şunları söylediler:
GÜVENLİK GEVŞETİLDİ
“Çözüm süreci boyunca bölgede çatışmasızlık ortamı vardı. Süreç boyunca bölgede güvenlik önlemlerinin gevşetildiği bir gerçek. Bu sırada PKK’lılar ellerindeki patlayıcıların bir bölümünü barınak ve mağaralarda sakladı, bir bölümünü de Siirt’teki gibi yolların, köprülerin, tünellerin kritik noktalarındaki gizli bölümlere yerleştirdi. Kullanılan patlayıcıların miktarı tuzaklamanın yapıldığı yerin durumuna göre 700 ile 1000 kiloya kadar çıkabiliyor. Bu bombalar yerleştirildikten sonra kabloların uçları görülemez şekilde dışarıda bırakılıyor. Yollar birçok kez asfaltlandığı için de bunları tespit etmek çok zor.
YERLERİNİ BİLİYORLAR
Biz bunlara ‘uyuyan bombalar’ diyoruz. Teröristler tuzak kurdukları yerleri bildikleri için kabloları birleştirip fünyeyi takıp, uzaktan kumandayla patlatıyorlar. Yollarda trafik olduğu için de sürekli dedektörle arama yapılamıyor. Bu tür tuzakların başka yerlerde de olduğunu tahmin ediyoruz. Buna göre istihbarat çalışmalarımızı yoğunlaştırıp, gereken önlemleri almaya çalışıyoruz.”
ÇOK DERİNE GÖMÜYORLAR
PKK’nın özellikle yolların altına tuzakladığı bombaların bulunamamasının nedeni, bu tuzakları TSK’nın elindeki dedektörlerin tespit etme özelliğinden çok daha derine gömmesi ve üzerlerini plastik veya tahtalarla kaplaması. Çok gelişmiş dedektörlerin dışındaki standart dedektörlerle 15-20 santimetre derinlikteki patlayıcıların tespiti yapılabiliyor. PKK ise tuzaklarını 40-50 santimetre derine gömüyor. Üzeri de plastik ve tahtalarla kaplandığı için tespit edilmesi çok zor oluyor. Örgüt bombalarda çoğunlukla Irak’tan temin ettiği A 4 ve C 4 patlayıcıları kullanıyor. Bunları ele geçirdiği eski mühimmatlarla da güçlendiriyor. Patlatmayı çoğunlukla uzaktan kumanda ile cep telefonu ve telsizlerle yapıyor. PKK, mayınları da A 4 ve C 4’lerle daha da güçlendirebiliyor.
1 - 2 KM. UZAKTAN
PKK el yapımıyla 300’den fazla değişik tipte patlayıcı üreten bir örgüt. Tuzakladığı bomba ve mayınları 1-2 kilometre mesafeden uzaktan kumanda ile patlatıyor. Güvenlik birimleri bunun önlenebilmesi için terör tehdidinin olduğu bölgelerde tüm askeri araçların güçlü sinyal kırıcı jammerlerle donatılmasının şart olduğunu söylediler. Jammerler şemsiye görevi yapıp fünyeye gönderilen sinyali önlüyor. ABD’nin kullandığı toprağın altında veya herhangi bir yere konulmuş bomba ve mayını 100-150 metreden tespit edip uyaran sistemler de mevcut. Ancak bu sistemlerin oldukça pahalı olduğu bildirildi.
‘Görüşmeler sürerken büyüdük ve organize olduk’
ABD’nin Wall Street Journal gazetesi, “Türkiye’nin Kürtlerin çoğunluk olduğu Güneydoğusu’nda kent savaşı kızışıyor” başlıklı bir haber yaptı. Haberde adı açıklanmayan bir Türk yetkili, Terör örgütü PKK’yı sivilleri canlı kalkan yapmakla suçlarken, “PKK savaşı kasten şehirlere taşıdı. Sokak çatışmaları eşi görülmemiş boyutta” dedi. 22 yaşındaki Berman adlı bir kadın PKK’lı ise “Sayımız çok. Şu anda Türkiye’nin her kentindeyiz” dedi. 10 kişilik bir PKK grubunun başında olan Berman, İstanbul’da okuduğu üniversiteyi geçen yıl bırakarak terör örgütü PKK’nın gençlik yapılanması YDG-H’ye katıldığını anlattı. Berman, “Devletin barış görüşmelerini bırakacağını biliyorduk. Bu nedenle geçen sürede büyüdük ve organize olduk” dedi.
Uğur Ergan/Hürriyet
http://muzafferdonmez.blogspot.com.tr/2015/08/ic-savasn-alametleri.html

3 Ağustos 2015 Pazartesi

İç Savaşın Alametleri!

Uzun zamandır bu konu ile ilgili değişik makaleler yazmıştım ama nedense gerekli etkiyi görmüyor.Herhalde ciddiye alınmak için ya Hükümet'e yanaşmak ya da tam sakal bırakmak gerekiyor.
BOP'un son aşamalarından bir tanesi de Türkiye'nin bölünmesidir.
Bu coğrafya da bizden başka toprak bütünlüğü olan tek ülke kaldık.Dikkatli davranmazsak sonumuz Eski Yugoslavya gibi olacaktır.
BOP-HOP Arap Baharı derken o bölgenin anasını belledi.
Şimdi,Sivil Anayasa,Başkanlık Sistemi,Türk değil-Türkiyelilik muhabbetleri ile bu plan harekete geçti.
Çözüm Süreci denilen safsata ile ilgili de defalarca yazmıştım,bazı saf arkadaşlar ne güzel akan kan durdu,şehit haberi gelmiyor diye seviniyordu.
AKAN KANIN DURMASI HEPİMİZİ SEVİNDİRİR.
Ancak,bu PKK'lılar güvenlik önlemleri ile yurdu terkederken kimse;
-Neden bu adamlar silahlarını bırakmıyor,
-Neden bunların bir kısmı yargılanmıyor,
-Bu adamlar 20 yıldır insanları öldürüyor,tek meslekleri bu.Yarın Halk Eğitime başvurup çırak mı olacaklar ya da terörist olarak mı yaşamaya devam edecekler diye kimse sormadı,
-Dün,çapulcu dediklerimiz bugün dışarda askerlik eğitimlerini tamamlamış,neredeyse düzenli ordu haline gelmiş bir vaziyette tekrar karşımıza çıkıyorlar.O zamanda bu durum ile karşılaşabileceğimiz kimsenin aklına gelmedi mi?
-Bu adamlar yıllar önce de bazı haritalar ortaya çıkardılar,bizlerse hassiktir demekten başka bir şey yapmaya gerek duymadık.
Çarşambanın geleceği salıdan bellidir diye düşünecek benden başka kimse çıkmadı mı?

Ve bir taraftan PKK bir taraftan da PKK düşmanı bizler yangına körükle giderken devleti yönetenler mesaj yayınlamaktan başka bir şey yapmıyorlar.
Bugün Polis HDP binasına Türk Bayrağı astığı için göğsümüz kabarıyor ama bu tür girişimler zaten ateşlenmiş olan fitilin hızlanmasına yol açmaktan başka bir işe yaramaz.
Uyanın beyler uyanın,gidişat bölünmeye yelken açmış gidiyor...


Aşağıda vikipedi'nin iç savaş ile ilgili yazısını gönderiyorum.



İç savaş veya sivil savaş, bir ülkenin insanlarının çeşitli politik veya dini kutuplar altında organize olarak birbirleriyle yaptıkları silahlı çatışmalara verilen genel isimdir. Bu çatışmalar genelde ortak yönleri olmasına rağmen her ülkenin kendine has kültürel ve siyasi yapısı nedeniyle çoğunlukla öznel bir yapıya sahiptir. İç savaş her ne kadar bir ülkenin içindeki grupların silahlı çatışması olarak tanımlansa da ülke içindeki her silahlı çatışma iç savaş değildir. Örneğin devletin ayrılıkçı bir grupla ya da rejim karşıtı hareketlerle yapacağı çatışmalar iç savaş sayılmaz. Ancak bazı ayrılıkçı hareketlerin ufak çaplı bir isyan olarak başlayıp ülkenin geneline yayılması ile çatışmanın bir iç savaşa dönüştüğü de olmuştur. Bir çatışmanın "iç savaş" olarak kabul edilebilmesi için bu çatışmanın ülkenin genelinde etkili olması, ülkedeki mevcut devletin ya politik gruplar arasında parçalanması ya da ülkenin bir kısmında hakimiyetini yitirmesi gerekmektedir. Örneğin İspanya İç Savaşı'nda İspanya Devleti, Cumhuriyetçiler ve Milliyetçiler arasında ikiye bölünmüşken Suriye İç Savaşı'nda Suriye Devleti bünyesinden bazı unsurların ayrılmasına rağmen ayakta kalmış ancak ülkenin bir kısmında da hakimiyetini kaybetmiştir. İç savaşlar hemen her zaman iç savaşa giren ülkeye diğer ülkelerle yapılan savaşlardan daha fazla zarar vermiştir. Bunun en önemli nedeni, ülkenin kendi yapısının kendi içinde giriştiği bir mücadelenin diğer ülkelerle giriştiği mücadelelere nazaran tedavisinin çok daha zor olmasıdır. Tarihte iç savaşlar çoğu zaman ya rejim değişikliğiyle ya da bölünmeyle sonuçlanmıştır.

Dünya tarihinde çok sayıda ülkeler iç savaşlara sahne olmuşlardır. Bunlardan bazıları:

Amerikan İç Savaşı (1861-1865)
Lübnan İç Savaşı (1975-1991)
İspanya İç Savaşı (1936-1939)
Suriye İç Savaşı (2011- )