29 Ocak 2015 Perşembe
Muzaffer Dönmez: Suudi Krallığı
Muzaffer Dönmez: Suudi Krallığı: Muzaffer DÖNMEZ E-Posta : muzaffer.donmez@gmail.com Elhamdülillah hepimiz Müslümanız,bizler ölenin arkasından konuşmayız.Çünkü,...
Suudi Krallığı
Muzaffer DÖNMEZ
E-Posta :muzaffer.donmez@gmail.com
Elhamdülillah hepimiz Müslümanız,bizler ölenin arkasından konuşmayız.Çünkü,dünya ile işi bitmiştir ve bundan sonrası onunla yaradan arasındadır.
Ancak,kendi babası arkasından bile ağlamayıpta Kral’ın arkasından ağlayanlar iççinde bu aileyi iyi tanıması için bazı şeyler yazmak zorunda kaldım.
Yanlış anlamayın kimseye düşman olmadım bugüne kadar,kimseninde yandaşı olmadığım gibi…
Öncelikle Suud ailesinin kervan soyucu bir aile olduğunu hatırlatmak isterim.Ailenin temelinde kan ve talan var…
Her zaman bir dış koruma arayışında olan, Arap Yarımadasının gayri meşru saltanatı Suud Hanedanlığı, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra dünyada kolluk kuvveti olarak öne çıkan Sam Amcayı memnuniyetle kucakladı(ya da Sam amca onu kucakladı).
Hicaz İslam topraklarında İngiliz emperyalizmi eliyle Suud krallığı kuruldu kurulalı, Suudi kraliyet ailesinin İslam ümmetine yapmadığı ihanet kalmadı...
İngiliz emperyalizmi eliyle Suud krallığı kuruldu kurulalı, İbn-i Suud’dan bu yana, Suudi kraliyet ailesinin İslam ümmetine yapmadığı ihanet kalmadı.
Osmanlı zamanındaki ihanetleri bir yana, İslam Ümmeti’nin zenginliklerini başta Amerika olmak üzere emperyalistlere peşkeş çekmesi, bir avuç kraliyet ailesi petro-dolarlarla zevk-u sefası içinde yaşarken İslam Ümmetinin acı, mahrumiyet ve çığlıklarına gözlerini kapaması Suudi rejiminin değişmez karakteri olmuştur.
1948 yılında Siyonist rejimin Filistin topraklarında kurulmasıyla birlikte, bu altmış yıllık zamanda, eğer Siyonist katiller mazlum Filistinlilerin evlerinden yurtlarından edip hunharca katletmişlerse, bu katliamlarında en büyük desteği başta Suudi rejimi olmak üzere bölgedeki Amerikan rejimlerinden görmüşlerdir.
Siyonist rejim şefleri kendileri açısından sürekli “düşman” tanımlaması “tehdit” ve “tehlike” tanımlaması yapıyorlar; bir gün olsun bu tanımlamaların içinde Suud rejiminin adı geçti mi?
Bir gün olsun Riyad, Mekke, Medine şehirlerinde, Siyonist rejimin katliamlarını protesto etmek için sokakları dolduran kalabalıkları gördünüz mü? Hicaz’ın müslüman halkı elbette tüm bu yaşananlardan bizardır; ama eğer caddelere dolmaya kalkarlarsa karşılarında otomatik silahlı Suud güçlerini göreceklerdir!
Böyle bir Suud rejiminin Sünnilikle ve Sünni Müslümanlarla ne ilgisi var?
Bu Suud yöneticilerinin “Sünni Müslümanlar”ı gerçekten düşündüğünü bir an farzetsek bile, peki o zaman “Filistinliler Sünni değil miydi?” diye soran olmayacak mı?
Suud kralının İngiliz kraliyet prensesi Lady Diana’nın düğününde gösterdiği cömertliği, teslim alınmak için açlığa mahküm edilen Filistin halkı için göstermediğini herkes biliyor.
Suud Krallarının geleneğinde İngiliz kraliçeleri ve prenseslerine mücevher hediye etme gibi bir alışkanlık vardır. 1967 yılında İngiltere'ye giden Suud Kralı Faysal İngiliz kraliçesine paha biçilmez bir gerdanlık hediye eder, Aynı geleneği sürdüren Kral Halid ise aynı şekilde 1979 yılında İnglitere'ye gittiğinde İngiliz kraliçesine bir gerdanlık hediye eder.
1985’li yıllarda, Lübnan’ın İslami direniş önderlerinden Seyyid Muhammed Fadlullah’a yönelik yapılan ve 60’dan fazla müslümanın şehadetiyle sonuçlanan CIA suikastının, Suudilerin Amerikan Büyükelçisi Faysal bin Tallal tarafından finanse edildiğini, ve bu suikastın daha sonra CİA ajanı tarafından itiraf edildiğini biliyorsunuzdur.
Biraz da geçmişi tarayalım;
İngilizlere bağımlılığı, İhvan'a verdiği İslam Şeriatı'nın hakim olduğu bir devlet kurma sözüyle çelişir nitelikteydi. İngilizlerden aldığı mali destek konusunda İhvan mensubu müttefiklerinin hiçbir şekilde haberi yoktu. Aksi taktirde kendisini kafir ilan etmeleri ve onun safında savaşmanın aksine isyan çıkarmaları işten bile değildi. Eğer zamanında İhvan’ın bu ilişkilerden haberi olmuş olsaydı, bugün "Suudi Krallığı" diye birşeyden söz etmek mümkün değildi.
Abdulaziz için İhvan ile İngilizler arasında bir seçim yapmanın vakti gelmişti. Ancak bunu elinden geldiğince ertelemenin peşindeydi. Geçen süre zarfında kraliyetin getirdiği zengin bir hayatın tadını çıkarmaya devam etti. Hicaz'a hakim olması hasebiyle her yıl hiç de azımsanmayacak miktarda hac geliri kendi kasasına aktı. Tüm bunları silahlanma yolunda harcadığı kadar, arabalar gibi lüks mallar için de harcadı.
1926 sonunda, kendini Necd'in de kralı ilan ettiği Riyad'a bir süvari alayı ile birlikte giriş yaptı. O andan itibaren iki krallığı(Hicaz ve Necd) hakimiyetine altına aldı. Suudi Arabistan Kralı ilan edildiği 1932 yılına kadar iki krallığın kralı olarak kaldı.
1926'yı takip eden yıllarda, İhvan'ın Abdulaziz'le arası açılmaya başladı. Mekke, Medine, Cidde ve Riyad'ı Kral'a bırakarak memleketlerine geri döndüler. Ancak, çölde yalnız değillerdi. İngilizler emperyal emelleri doğrultusunda Ürdün, Irak, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri'ni kurmak amacıyla çöl boyunca rastgele sınırlar çizecekti.
İngiliz Emperyalizmi şimdi çölün Araplarıyla çatışıyordu. İbn Suud’un da İhvan'ı hizada tutma konusunda endişeleri olduğundan, bu durum onun da işine geldi. Topraklarına katabileceği başka yer de kalmamıştı ve bir İngiliz müttefiki olarak sınırlarının farkına varmıştı. Dolayısıyla İhvan'a daha fazla ihtiyacı yoktu ve katı şer'i kurallarla yönetilen bir devlet kurmaya yönelik niyetlerini de yitirmişti. Bu Abdulaziz ve ailesinin iktidara gelebilmesi için bundan sonra kirli oyunlar oynamasına gerek kalmaması demekti. Halka korku salarak itaatini sağlamak adına şeriatın katı yönleri saray duvarları dışında hiç bir taviz verilmeden uygulandı. İçerideyse, her türlü ahlaksızlığa izin verildi.
1928 ve 1929 yıllarında İhvan'a karşı bir dizi şavaş yapıldı. En bilinen çatışmaların bir kısmı 1929'da vuku buldu. Bunlardan ilki Ertaviyye'ye komşu Sebile'de gerçekleşti(Mart 1929). Bu savaşta Mutayr Prensi Faysal el Daviş ve Sultan ibn Bicad el Uteybi yenilgiye uğradı. İbn Bicad hapsedildiğinde el Daviş yaralanmıştı. İbn Suud ayrıca İhvan'ın kalesi olan Gatgat şehrinin işgaline devam edilmesini emretti. Mayıs 1929'da, Zeydhan bin Hisleyn el Acman, Fahd bin Abdullah bin Caluvi tarafından oyuna getirildi ve barış müzakereleri esnasında öldürüldü.
Bu ihanet tüm Necd'in ibn Suud'a karşı ayaklanmasına sebep oldu. Acman, Uteybe ve Mutayr ittifak ettiler, ancak İngilizler müttefiki olan Suud'u silahlarla, hava ve kara araçlarıyla ve istihbarat sağlayarak destekledi.
Ağustos 1929'da Faysal Daviş'in oğlu Aziz İngilizlerin desteklediği Suud birlikleriyle Urduma bölgesinde amansız bir savaşa girişti. Kanlı bir savaşın ardından Aziz ve adamları hezimete uğradı. Kendisi çölde susuzluktan öldü ve iskeleti aylar sonra bulunabildi. Bu hezimet yalnız kısa bir süre daha sürecek İhvan direnişine büyük darbe vurdu. Sahip oldukları kılıçlar ve develer İngilizlerin silahları ve motorize kuvvetlerine denk değildi. İngilizler Abdulaziz'e finansal destekle kalmadı; önce Hüseyin bin Ali'ye, sonra İhvan'a karşı savaşırken ona arka çıktı.
İngilizler böylece Arap Yarımadası'nda kendisine yer edinebilmiş oldu. İhvan'ın etkisinden kurtulan İbn Suud bundan böyle 'Krallığının' kapılarını sonuna kadar yabancılara açacaktı.
İngilizler her zamanki gibi herkesten öndelerdi.
1960'lı yılların başında saf değiştirip Rusların tarafına geçen Kim Philby'nin babası Harry St. John Philby eksantrik bir İngiliz’di. Müslüman oldu ve iyice ihtiyarlamış Abdulaziz ibn Suud'un danışmanı oldu. Philby Suudi politikalarını her bakımdan yönetmeye başladı.
Kısa süre sonra büyük buhranın dünya çapında etkisini göstermesi sebebiyle neredeyse bir hiç haline geldi. Bununla birlikte hac trafiği düşmüştü ve bu durum Abdulaziz'in ocağına incir ağacı dikilmesi demekti. Acil nakde ihtiyacı vardı. Yardım eli Charles R. Crane eliyle ABD'den geldi. Crane’in geçmiş yıllardan Müslüman coğrafyada tecrübesi vardı.
1919'da Başkan Woodrow Wilson tarafından Dr. Henry King'le birlikte Filistin topraklarını Siyonistlere pay eden komisyona(King-Crane Komisyonu) Filistin halkının isteklerini belirlemek üzere gönderilmişti.
1931'de Arap atları için gelen Crane gezisini kuş uçmaz kervan geçmez Arap çölünde petrol arama anlaşmasıyla sonlandırdı. Siyah altın 1908 yılında İran'da çoktan bulunmuştu; Bahreyn'deki keşfi ise Standard Oil Company of California (SOCAL) yapmıştı. Şimdi de SOCAL adına çalışan Philby, Crane'in ajanları üzerinden yaptığı bir ön çalışmadan sonra Arabistan'ın doğusunda yer alan Hasa'da bir Amerikan firmasına 60 yıllık imtiyaz sağlayan anlaşmaya aracılık yaptı. Amerikalılar Abdulaziz'e ödemeyi altınla yapmayı kabul ettiler. Sonraları Arap-Amerikan Petrol Şirketi(ARAMCO)'ne dönüştürülecek olan Socal, ilk petrolü Mart 1938'de buldu. İlerleyen zaman zarfında daha fazla petrol rezervi keşfedilmişti ve İbn Suud yönetimindeki Arabistan İkinci Dünya Savaşı'nın patlak verdiği yıllarda çoktan yeni servetleri kovalama yolundaydı.
Ancak savaş yıllarında Amerikalılar tankerlerini petrol getirmek üzere Basra Körfezi gibi uzun bir mesafeden geçirme riskini güç yetiremiyorlardı. Bu yüzden Abdulaziz'in gelirleri tekrar düşmeye başladı. Ancak, İngiltere tekrar imdadına yetişti.
1940'ta, İngiltere kemer sıkma politikasına gitmesine rağmen, açlık ve sefaleti bastırmak adına ve de müttefikini savaş sonrasında da iktidarda tutabilmek için gıda ve erzak yardımında bulundu.
Savaş yılları herkes için çok bereketsiz geçiyordu; özellikle de hac gelirleri, hurma satışları, İngiliz yardımları ve petrol gelirlerine bağımlı Abdulaziz bin Suud için. Şavaş her şeyi etkilemişti. Hacı sayısı 1940'ta 32 bin'e kadar düşmüştü. Nejd'de kuraklıktan da etkilenen hurma satışlarına bir darbeyi de hacı sayısındaki düşüş vurmuştu. Savaş süresince Amerikalıların tankerlerini riske atmak istememesi gibi İngilizler de Abdulaziz'e yardım etmeyi göze alamıyorlardı.
Ama şans Abdulaziz’den yanaydı. 1943'e gelindiğinde müttefiklerinin petrol tedarikçisi Amerikalılar birdenbire dünyanın günlük petrol tüketiminin %63'ünü ürettiklerinin farkına vardılar. Bu hızla yerel rezervlerini yıllık %3 oranında tüketiyorlardı. Bu, süper güç olma vizyonu taşıyan bir ülke için akıl almaz bir durumdu. ABD İçişleri Bakanı Harold L. Ickes, “save American oil: burn foreign oil.”(Amerikan petrolünü koru: yabancı petrolü yak) gibi dahiyane bir fikirle ortaya çıktı. 1942 tarihli bir ABD bildirisinde şu ifadeler geçmekteydi; “Suudi Arabistan petrol kaynaklarının geliştirilmesi dışa dönük ulusal çıkarlarımızdan biri olarak değerlendirilmelidir.” Bu gibi ‘hayati derecede önemli’ çıkarlarını korumayı prensip edinmiş Amerikalılar 1943 yılında imzalanacak bir kiralama anlaşmasıyla çıkageldiler. Petrol gelirlerine ek olarak, yapılan anlaşmayla birlikte iki yıl içerisinde 33 milyon dolar Abdulaziz'in kasasına aktı. Amerikalılar Arabistan'ı soyup soğana çevirirken, para sıkıntısı çeken Abdulaziz adeta altın damarı keşfettiğini düşünüyordu. Bir derebeyi gibi petrolden elde edilen tüm geliri babasının malı gibi oğullarına, akrabalarına ve dalkavuklarına saçıyordu. Bu durum aynen bugün de devam ediyor.
1943'ten beri Amerikalılar pervasızca yaptıklarına devam ettiler. 50'lerde ve 60'larda Amerikan şirketleri petrolün variline istedikleri fiyatı ödüyorlardı.
Mesela, 1960'ın Ağustos’ta, bugünkü adı ExxonMobil olan Esso Şirketi'nin CEO'su Monroe Rathbone, tek taraflı olarak şirketinin petrol üreticilerine ödediği rakamı 2 $'dan 1,8 $'a düşürme kararı aldı. OPEC henüz kurulmamıştı. Eylül 1960'tan, yani kurulduktan iki yıl sonrasında bile Amerikalılar bu kurumu tanımayı ve anlaşmaya oturmayı reddediyordu. Yalnız ABD'nin Arabistan'dan tek çıkarı petrolle kalmıyordu. Dönemin süper gücü İngiltere'nin tahtının varisi olarak ABD şimdi de dünyanın nizam koyucusu olmak istiyordu. İngilizlerin asrın başında fark ettikleri gibi Amerikalılar da Suudi Arabistan'ın Harameyn'i kontrol altında tutmaları hasebiyle İslam Dünyası için kilit bir rol oynadığını çok iyi biliyordu.
Petrol üretimi beraberinde teknisyenleri ve 'danışmanları' getirmişti. Sonrasında bu listeye ABD ordusu da eklendi. Ardından Suudi prensleri Amerikan modernizasyonu ve ahlaksızlıklarıyla tanıştırılmak üzere ABD'ye götürüldü. Suudiler öylesine etkilenmişlerdi ki gördükleri her şeyi, hatta Amerikan kumunu bile, ithal ettiler. Amerikalıların New York, Chicago ve Houston gibi yerlerde inşa ettikleri ucube görünümlü beton yığınları çölün ortasında bitmeye başlamıştı. Suudlar petrol servetine bürünmüş topraklarına Amerikan tarzı şehirleri ithal etmek için yeterince hızlı ödeme yapamıyorlardı.
Suudi Arabistan'ın önemi ABD nezdinde azalırken, iki önemli gelişme onları yeniden düşünmeye icbar etti.
Birincisi 1973 Kasım'ında Mısır ve Suriye'nin Siyonistlere karşı yaptığı kısıtlı savaştan sonra OPEC'in petrol fiyatlarını arttırmasıydı. Diğeri, ve de daha önemlisi, Şubat 1979'da İran'da İslam Devrimi'nin gerçekleşmesiydi. Araplar ve Siyonistler arasında ardı arkası kesilmeyen savaşlar Siyonist rejimin yenilmez bir devlet olduğunu; aksi taktirde daha da fazlasını kaybedeceklerini kabul ettirmek amacıyla yapılmıştır.
Bu anlayışla ABD Suudileri OPEC'in gücünü kırmak adına kullanmak istiyorlardı. 1981'de varili 36 $ olan petrol fiyatlarının, 1987 başında 10 $ dolaylarına düşürülmesi büyük oranda Suudiler vasıtasıyla başarıldı.
1967 ve 1973'te Siyonistler ve Araplar arasında gerçekleşen savaşlar Arap liderlerin İsrail'i kuşatmasına zemin hazırladı. Arapların 1973'teki geçici ve kısıtlı zaferi yitirdikleri onurlarının bir kısmını geri kazanabilmek adına ziyan edildi.
Enver Sedat'ın Kasım 1977'de, Balfour Deklarasyonu’ndan tam 60 sene sonra, Kudüs'e yaptığı manidar ziyaretle Müslümanların kaderlerine mağlubiyeti kazımış oldu.
Ancak, 1978'de İran'da Şah'a karşı başlayan direniş ve İslam Devrimi'nin Şubat 1979'da zaferle sonuçlanması Amerikalıların İslam Dünyası hakkındaki emellerini altüst etti. Kendilerinden emin oldukları için İslam Devrimi'nin de, Cezayir devrimi ya da Nasır'ın ulusalcı devrimi gibi geçici bir olgu olduğunu düşünüyorlardı.
Irak ve Suriye'deki Baas Partisi ise Nasır'ın benimsediği ulusalcılığın daha da ucube bir versiyonuydu.
Dolayısıyla Baasçılık Suudiler için hep bir tehdit olarak algılandı. Bu onları bir başka ABD yandaşı olan Şah'la birlikte, Sovyetler Birliği yanlısı radikal Baasçılara karşı sıkı işbirliği yapmaya itti. Ancak İran İslami Devrimi ve Saddam Hüseyin'in de Irak'taki tek güç olarak sivrilmesinin hemen ardından Suud politikası radikal biçimde değişti. Bu Saddam'ın bulunduğu konumun yumuşamasından kaynaklanan bir durum değildi; değişim Suud Ailesinin algısında gerçekleşti. Suudiler İran'dan neşet eden İslam'ın gücüyle yüzleşmek yerine nefret ettikleri Baasçılarla bile masaya oturmaya hazırlardı.
Batı, özellikle de ABD, kanatlanan İslam Cumhuriyeti'ni yok etmek için ellerinden gelen her şeyi yaptı. İç ayaklanmalar, İslam Devrimi'nin önde gelen liderlerine sabotaj ve suikastlar İslam Cumhuriyeti'ne diz çöktürme politikalarının bir parçasıydı. İran halkının İslam'a olan inancını sarsmak için yapılanlar başarısız olunca, Irak tarafından tam teşekküllü bir işgal başlatıldı. Bu işgal İslam Cumhuriyeti'ni yok edip yerine ABD'nin belirlediği bir diktatörlüğü getirmeyi amaçlıyordu. Yaklaşık sekiz yıl boyunca Arap yandaşları tarafından finanse edilen; Sovyetler Birliği, Fransa, İngiltere ve Romanya tarafından silahlandırılan; ABD tarafından istihbari destek sağlanan Irak Baas Rejimi'ne karşı İran İslam Devleti sadece Allah(cc)'a ve iç gücüne dayanarak tek başına birleşmiş kafirlere karşı koydu. Sadece Baaslı işgalcileri sürmekle kalınmayıp, Irak topraklarında da askeri operasyonlar yapıldı. Arap rejimlerinden gelen 181 milyar $ desteğe rağmen Irak Baas Rejimi İslam Devleti'ni karşı hezimete uğradı.
Suudilerin ABD’nin İslam aleyhinde kurduğu komplolara büyük katkısı oldu. 1981 başında alelacele Suudi Arabistan'a gönderilen AWAC uçakları Suudi petrol yataklarını korumak için değil, İran birliklerinin hareketleri konusunda istihbarat toplayıp Irak'a getirmek içindi.
ABD 1986 yılının ortasında Baas Rejimi’ne İran'ın Basra Körfezi'ndeki ana petrol yükleme merkezi olan Hark Adası'nın tüm yerleşim detaylarını verdi. Aynı zamanda Suudilere piyasayı petrole boğmaları emredildi.
Plan şuydu; Suudiler piyasadaki açığı telafi ederken, İran'ın petrol ihraç gücünü yok etmekti. Bundan da ötesi Suudiler ve Kuveytliler Irak için günlük 300.000 varil petrol fazladan ürettiler. Ancak, İran'a karşı yapılan petrol savaşı İran'dan daha çok ABD ve Suudilere zarar verir hale geldi. ABD'de Texas, Oklahoma ve Louisiana gibi petrol üreticisi eyaletler petrol fiyatlarındaki ani düşüşten büyük zarar gördü.
1986, Başkan Ronald Reagan ve ABD için zorlu bir yıl olmuştu. Birincisi Irak Faw Yarımadası'nı Şubat ayında kaybetti. Bunu Kürdistan’daki önemli kayıplar takip etti. Kasım'da, Reagan'ın İran İslam Devleti'yle gizli ilişkiler kurmaya çalıştığına dair haberler patlak verdi. Reagan'ın eski ulusal güvenlik danışmanı Robert McFarlane'in liderlik ettiği bir ekip, sahte İrlanda pasaportlarıyla İran'a gizlice girmeye çalışmıştı. Önceleri ABD yönetimi haberleri yalanladı ancak, İran Meclis Sözcüsü Haşimi Rafsancani McFarlane'in ziyareti aracılığıyla ABD'nin diyalog çabalarını doğruladıktan sonra Beyaz Saray'da bir kriz patlak verdi. Reagan'ın üst düzey yardımcılarından pek çoğu ya istifa etmek zorunda kaldılar ya da kovuldular.
ABD'nin Avrupalı müttefikleri oyuna geldikleri konusunda endişelenmeye başladılar. Şöyle ki; ABD görünürde İran’a silah ambargosu önerirken alttan alta İran'a silah gönderiyor. Araplar daha da rezil duruma düştüklerini düşünüyorlardı. Yıllardır kendilerini ABD'nin kadim müttefiki olarak takdim ettiler. Bu aynı zamanda pek çok lideri kendi halkı gözünde de büyük riske atıyordu. Mamafih, ABD gizlice İran'a silah yolluyordu. Araplar bunu büyük bir aşağılama olarak gördüler. Fakat ne yapabilirlerdi ki? Bir süre öfleyip pöfledikten sonra, ABD'nin kalan onurlarıyla bazı şeyleri telafi edeceğini umarak sakinleştiler.
Basra Körfezi'ndeki kriz, Kuveyt tankerlerinin hedef alınma kararı ve ABD'nin 1987 başında İran'a karşı savaş tehdidi iki şeyi için tasarlandı: dikkatleri tekrar İran-Kontra skandalından eve çekmek ve ABD'nin Arap müttefikleri nezdinde itibarını onarmaktı. Arap rejimleri, özellikle Suudi Arabistan ve Bahreyn, İran'a rest çekmek için tüm üslerini ve teçhizatlarını ABD'nin emrine sundu. 31 Temmuz 1987’de Mekke'de İranlı hacılara yapılan katliam bu melun planın bir parçasıydı. İran sadece savaşta yaptıklarından dolayı değil, aynı zamanda ABD'nin Arap rejimlerinin İsrail'i işgali için yaptığı planı boşa çıkarmasından dolayı da cezalandırılmalıydı.
Mekke katliamı ABD'nin sonuç ne olursa olsun kazananın yanında yer alacağı dahiyane bir plandı. Eğer plan başarıya ulaşır da bir Şii-Sünni çatışmasına döndürülse ABD İran'a yapılacak saldırıda Sünni Müslümanları desteklediğini iddia edebilirdi. Başarısızlık durumunda ise Amerikalılar hiçbir sorumluluk üstlenmeyip, Suudi Kral Fahd'ın sonuçlara katlanmasına izleyecekti.
Mekke katliamından dolayı, Suudi rejiminin kirli propagandalarına rağmen, İslam Dünyası'nın gündeminde Harameyn'in geleceği ve Suudi Hanedanlığı'nın oranın 'muhafızı' olarak gayri meşruluğu var. Bob Woodward'ın kitabı, The Veil, Suudilerin gerçek yüzünü, CIA'in kirli savaşlarında yer almalarını, ABD’nin lehine olacak şekilde komplolara desteklerini ve Şeyh Seyyid Fadlallah'ın, Mart 1985'te, uğradığı suikasta yataklık etmelerini ifşa ediyor. Şeyh Fadlallah'ın suikast planını tezgahlayan isim Bender bin Sultan'dı. CIA direktörü William Casey’nin de bir parçası olduğu bu kirli tezgah, Seyyid'in cuma namazının hemen ardından daha bomba yüklü araç infilak etmeden mescidden ayrılmasıyla başarısızlığa uğradı.
Suudiler ABD'nin lehine başka cürümler de işlemişti.
Daha sayfalar dolusu yazılacak şey var…
Şimdi Allah rızası için böyle birinin arkasından Fatiha okumak ne derece doğrudur?
Bu arada konu ile ilgili olarak geçen sene de bir yazı yazmıştım isterseniz onu da okuyabilirsiniz;
ARAPLAR LANETLİ TOPLUM MU?
www.egehabercisi.com/makale/muzaffer-donmez/araplar-lanetli-toplum-mu/73.html
14 Ocak 2015 Çarşamba
Muzaffer Dönmez: GÖZLEM(Görmek ile Bakmak)
Muzaffer Dönmez: GÖZLEM(Görmek ile Bakmak): Ünlü bir Futbolcu karısını öldürmekle suçlanıyordu. Ama karısının cesedi ortada yoktu. Futbolcu sanık sandalyesinde oturuyordu. ...
GÖZLEM(Görmek ile Bakmak)
Ünlü bir Futbolcu karısını öldürmekle suçlanıyordu. Ama karısının cesedi ortada yoktu.Futbolcu sanık sandalyesinde oturuyordu.Kucak dolusu parayla tuttuğu avukatı jüriyi ikna etmeye uğraşıyordu:"Sayın jüri üyeleri, müvekkilimin suçsuz olduğuna yürekten inanıyorum. Buna az sonra sizler de inanacaksınız. Neden mi? Bakın, şimdi ona kadar sayacağım ve müvekkilimin öldürdüğü iddia edilen karısı bu kapıdan içeri girecek...1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10"Bütün jüri kapıya döndü. Kimse girmedi içeri.Avukat bir savunma dahisiydi, öldürücü hamlesini yaptı:"Bakın, siz de kadının öldüğüne inanmıyorsunuz. Çünkü hepiniz içeri girecek diye kapıya baktınız. İşte kararı buna göre vermenizi talep ediyorum."Ancak jüri ünlü futbolcuyu suçlu bulduğunu bildirdi ve dava bu şekilde sonuçlandı.Mahkeme çıkışında avukat, jüri başkanına yaklaştı:"10' a kadar saydığımda siz de diğer üyeler gibi kapıya baktığınız halde neden böyle bir karara imza attınız?""Doğru" dedi jüri başkanı; "Ben de kapıya baktım, ama müvekkiliniz kapıya bakmıyordu."En iyi analist herkes bir noktaya bakarken,o noktaya yönelen bakışları izleyen kişidir.
12 Ocak 2015 Pazartesi
R U S Y A S I C A K D E N İ Z L E R E İ N İ Y O R
ANKARA KALESİ
Prof.Dr. A N I L Ç E Ç E N
Dünya haritasına bakıldığı zaman büyük bir çarpıklık olduğu göze çarpmaktadır . Avrupa
kıtasında küçük küçük devletçikler yer alırken , Avrupa’nın yanı başında Avrasya bölgesinde dünya
karalarının altıda biri oranında uçsuz bucaksız kara parçalarının ,tek bir devletin çatısı altında olduğu
anlaşılmaktadır . Sekiz milyarlık dünya nüfusu belirli bölgelerde küçük ülkelere sıkışmak durumunda
kalırken , yeryüzünün bütün kuzey toprakları boyunca uzanan bir Rus devleti geleceğe dönük bir
belirsizlik içerisinde varlığını sürdürmeye çalışmaktadır . Tarihin her döneminde bir yaşam ve yerleşim
alanı olarak kullanılan Rusya topraklarının , yer kürenin kuzey bölümünün büyük çoğunluğunu
meydana getirdiği görülmektedir . Kuzey kutbu ve bu bölgeyi çevreleyen kuzey buz denizi gibi
alanlarda sınırsız hegemonyasını sürdüren Rusya Federasyonu, yeni bir dünya düzenine doğru
gidilen bir aşamada , kendisine eskisine oranla daha güçlü bir yer aramakta ve bu doğrultuda son
derece aktif ve etkili bir dış politika ile dünya kamuoyunun önüne çıkmaktadır . Böylesine bir
dönüşümün gündeme getirilmesinde Rus devletinin beş yüz yıllık birikimi olduğu kadar , devletin
geleceğe dönük bir veliaht olarak yetiştirmiş olduğu yeni başkanının da istikrarlı ve güçlü bir
yönetimi kararlı bir biçimde sürdürmesinin rolü bulunmaktadır . Yirmi birinci yüzyılın ilk yarısında
geçmişten gelen hatalı tutum ve davranışların sürdürülmesi ile batılı ülkelerin bir türlü
emperyalizmden vazgeçmemeleri nedeniyle , insanlık sonu karanlık bir kaos ortamına doğru
sürüklenirken , en kararlı ve etkili dış politikayı uygulayan bir büyük devlet olarak Rusya
Federasyonunun uluslar arası alanda eskisine oranla daha etkili bir güç merkezi olarak devreye girdiği
görülmektedir .
Jeopolitik kitapları Kırım ile Kıbrıs arasında kalan orta alanı dünyanın merkezi coğrafyası
olarak ilan ederken ,Rusya’nın konumu önem kazanmakta ve bu alanın bütün kuzeyini kapsayan
böylesine geniş bir devletin merkezi alana girmesinin önlenmesi , dünya çapında bir batı
hegemonyasının korunabilmesi açısından zorunlu olarak gösterilmektedir . Orta çağ sonrasında
Atlantik ülkeleri küresel doğrultuda dünya imparatorluklarına yönelmişler , beş büyük kıtanın her
yerine el koymuşlar , beş yüzyıl boyunca dünya kıtalarını sömürgeleri üzerinden yönetmişler ama
merkezi coğrafyaya bir türlü girememişlerdir . Böylesine bir durumun ortaya çıkmasına merkezi
alandaki Türk gücü olarak yedi asırlık Osmanlı İmparatorluğunun direnişi yol açmıştır . Roma ve Bizans
İmparatorlukları sonrasında Selçuklu İmparatorluğu ile merkezi alana gelen Türkler, daha sonra
oluşturdukları Osmanlı İmparatorluğu ile merkezi alandaki boşluğu doldurmuşlar, Devleti Aliye adı
altında bir büyük devletin çatısı altında yedi asır orta dünyaya egemen olarak , batılı emperyalistlerin
ve haçlıların önünü sürekli olarak kapatmışlardır . İşte bu aşamada doğup büyüyüp gelişen Rus
devleti , Atlantik okyanusundan Büyük Okyanusa kadar uzanan kuzey bölgesi topraklarında yayılırken
, kendisinde önceki dönemlerde bu bölgelerde var olan bütün Türk imparatorluklarının yaşam
alanlarını eline geçirerek, tam anlamıyla bütün kuzey yarı kürenin egemen gücü konumuna gelmiştir .
Dünyanın kuzeyindeki bütün alanlara yayılarak doğal genişleme alanlarını ele geçiren Rus
İmparatorluğu on dokuzuncu yüzyıldan sonra güneye doğru gözlerini dikmiş ve Rusların kızıl elması
olarak ,Türkiye’nin Antalya kentini gözüne kestirmiştir . Rusların dünya hegemonyası planlarına göre ,
Antalya Rusların olduğu zaman , evrensel alanda mutlak bir Rus hegemonyası tesis edilebilecektir .
İşte Rusların bu jeopolitik bakış açıları yüzünden batılı ülkelerde yazılmış olan bütün jeopolitik
kitaplarında , devleşen Rus ayısının kuzey bölgesine hapsedilmesi ve kesinlikle güneye inmesine izin
verilmemesi gibi doğal bir tepki ortaya konulmuştur . On beşinci yüzyılın başlarında bugünkü
Ukrayna’nın başkenti olan Kiev kentinde ilk olarak kurulmuş olan küçük Rus prensliğinin ,sonraki
yıllarda genişleyerek bütün kuzey yarı küresini işgal etmesi batılı emperyal ülkelerde ,küresel
yayılma ve hegemonyalarının devam ettirilebilmesi açısından ciddi tehlikeler yarattığı için , Rusların
güneye inmesinin önlenmesi doğrultusunda büyük bir işbirliği yapılmıştır . Kiev prensliği batıya doğru
kaydırılırken , kuzey bölgesindeki yayılmasına ses çıkarılmamış ama , Kırım’ın işgalinden sonra Rus
Çarlığının Kafkasya ve Balkanlar üzerinden merkezi bölgeye inme aşamasına gelindiği noktada ,
Osmanlı ordusu Rusların karşısına çıkartılmıştır . Rusların önünün kesilebilmesi için, Kırım’da yeniden
Osmanlı yönetimi batıya bağlı olarak oluşturulmak istenmiş , İngiltere ve Fransa’nın öncülüğünde
batılı devletler Osmanlıları Ruslara karşı kışkırtarak bir büyük Kırım savaşını gündeme getirmişlerdir .
Batılı ülkelerden borç alarak Kırım savaşına sürüklenen Osmanlı İmparatorluğu, hem hazırlıksız olarak
yakalandığı bu savaşı kaybetmiş , hem de altına girmiş olduğu borç yükünden kurtulamayarak iflas
etme gibi bir bitiş senaryosuna sürüklenmiştir . Bizans sonrasında merkezi alandaki boşluğu dolduran
Osmanlı devleti on dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru, Rus genişlemesinin kuzeyde durdurulabilmesi
açısından batılılar tarafından kullanılmaya başlanmıştır . Kırım savaşını kazanarak Karadeniz’in bu çok
stratejik yarımadasını kendisine bağlayan Rus Çarlığı , daha sonraki aşamalarda Kafkaslara ve
Balkanlara girerek güney bölgesine doğru açılım sürecini başlatmıştır .
Mutlak dünya egemenliği açısından Antalya kentini kendi kızıl elması olarak ele geçirilmesi
gereken bir hedef olarak önüne koyan Rus yayılmacılığı , on dokuzuncu yüzyılın son çeyreğinde
Kafkasya ve Balkanlar bölgelerinde ilerlemeye başlamış ve bu alanlar üzerinden Osmanlı devletinin
merkezi bölgesi olan Anadolu yarımadasını ele geçirme doğrultusunda ilerleyerek ,Osmanlıların
Kars,Ardahan ve Batum kentlerini ele geçirerek Van gölü kıyılarına inmiştir . Kırım yarımadasını ele
geçirdikten sonra doğuda Kafkasya’ya , batıda Balkanlara doğru yürüyüşe geçen Rus orduları ,
İstanbul kentinin yanı başındaki Yeşilköy’e kadar gelerek Osmanlının başkentini ele geçirme
aşamasına gelmişlerdir .Aynı dönemde Kafkaslar üzerinden Kars,Ardahan ve Batum’u ele geçirerek
Anadolu topraklarına ayak basan Rus orduları ,merkezi devlet olarak Osmanlı İmparatorluğunu tarih
sahnesinden silmeye yönelmiştir . Kuzey bölgesine hapsedilmekten bıkan Ruslar , Kırım savaşı
sonrasında Balkanlar ve Kafkaslar’da özgürce yayılırken ,İngiliz ve Fransızların desteği ile
toparlanmaya çalışan Osmanlılar , toparlanarak bağımsız devlet olma statüsünü sürdürmek istemişler
ama bu konuda yeterince etkin bir sonuç elde edemeyince , kuzey bölgesinin devi olan Rusya’nın
sıcak denizlere doğru yürüyüşü devam etmiştir . Avrupa’nın ortasından Asya’nın ortalarına kadar
uzayıp giden bir merkezi coğrafya üzerinde ipek yolu ile dünya ticaret yollarının güvenliğini
sağlayamaya çalışan Osmanlılar , Rusların büyük ilerlemesi karşısında sürüklendikleri savaşları sürekli
olarak yitirerek ,merkezi alanda yeniden bir siyasal boşluğun doğmasına meydan vermişlerdir . Ruslar
doğu Avrupa’dan Avrupa kıtasına inerek bu küçük kıtayı kendilerine bağlayabilmenin yollarını
aramışlar ama her defasında Avrupalılar bir araya gelerek bu kuzey bölgesinin devini Asya kıtasının
boşluklarına doğru iteklemişlerdir . Avrupa açısından doğudan gelen iki tehdit olarak, Ruslar ve
Osmanlılar birbirleriyle sürekli bir savaş dönemine batılıların kışkırtmaları ile sürüklenmişler ve
böylece iki büyük doğu devinin Avrupa kıtasından uzak kalmalarını sağlamışlardır . Ruslar ve
Osmanlıların üç yüz yıllık sürekli savaş dönemi sayesinde , Ruslar ve Osmanlılar Avrupa kıtasını ele
geçirememişlerdir .Avrupa ülkelerini bu iki doğulu deve karşı birleştiren batı hegemonyası
,Osmanlıların Viyana’yı ele geçirmesi ile , Rusların Kuzey Avrupa bölgesini işgal etmelerine izin
vermemişdir.Bir anlamda Avrupalılar kuzeyden ve doğudan gelen tehditleri karşı karşıya getirerek
aradan sıyrılmasını bilmişler ,böylece Avrupa’yı Asyalıların yönetmesini önlemişlerdir .
Rus ordularının Kafkas halklarını çiğneyerek Kars’a girdiği günün ertesinde Büyük Britanya
İmparatorluğu Kıbrıs’a girmiştir . Bugün hala Kıbrıs’ta varlığını koruyan bu askeri üsler Atlantik
hegemonyasının merkezi alandaki gücünün bir göstergesi olarak devam ettirilmektedir .Kıbrıs
üzerinden bütün Orta doğu bölgelerine sızan İngiltere ve o zamanki ortağı Fransa , merkezi alanda
Osmanlı İmparatorluğu sonrası için yeni bir siyasal yapılanma hazırlamışlar ve Birinci Dünya Savaşı
sonrasında bunu uygulama alanına koymuşlardır . Böylece , eski Osmanlı hinterlandında egemenlik
Osmanlı Türklerinden Atlantikçi İngilizlerin eline geçmiştir . Batı hegemonyasının o dönemdeki
temsilcisi olarak İngilizler , kesinlikle Rusların güneye doğru ilerleyişini ve sıcak denizlere inişini
öncelikle önlemişlerdir . İkinci aşamada ise , on dokuzuncu yüzyılın son çeyreğinde ulusal birliğini
sağlayan Alman imparatorluğunun bir Germen gücü olarak doğuya doğru açılmalarına izin verilmemiş
ve Fransa-İngiltere işbirliği ile , merkezi alanda hem Ruslar üzerinden Slav hem de Almanlar üzerinden
bir Germen hegemonyasının önü kesilmiştir . Cihan savaşı bu doğrultuda yönlendirilmiş , savaş
yıllarında hem Rusya’nın içerden çökert ilmesi doğudan Japonların kuzey bölgesine girmesiyle
sağlanmış , hem de Balkanlar’da Almanya’nın ilerlemesinin önünü kesecek savaşlar ile merkezi
alanda bir Germen asıllı bir Töton imparatorluğunun kurulmasına izin verilmemiştir.Osmanlı
yönetiminde Abdülhamit’in sağladığı istikrar Ruslar’a ve Almanlar’a karşı kullanılmış ,Osmanlı ülkeleri
işgal edilirken , buralarda batı Avrupa devletlerine bağlı yeni sömürge yönetimleri oluşturularak ,
otorite boşluğu doğmasına giden yolun önü kesilmiştir .
İngilizler Kıbrıs’tan Filistin’e geçerek bütün Arap yarımadasına yayılmışlar , Fransızları’da
yanlarında getirerek , Lübnan ile Suriye bölgelerinde onların da kendilerine paralel yeni merkezi alan
sömürgeleri oluşturmalarını sağlamışlardır . İngilizler ve Fransızlar , Osmanlı’nın Orta Doğu
topraklarını ele geçirerek merkezi alanda yayılırken , Rusların önü Doğu Anadolu topraklarında
kesilmiş ve Rus ordularının , Kars,Batum ve Van üçgeninin ilerisine doğru gitmesine izin verilmemiştir
. Vladivostok bölgesinden kuzey topraklarına giren Japon orduları Rus çarlığının büyük topraklarını
ele geçirince , Rus Çarlığı çökme aşamasına gelmiş ve Japon saldırıları yüzünden kendini korumaya
yönelen Rusya , Van gölü kıyılarından Akdeniz’e inme yollarını kullanamamıştır . Rus orduları kuzey
bölgesine Japonların desteği ile hapsedilince , Sevr Antlaşması sonrasında İngiltere , Fransa , İtalya
ve Yunanistan orduları Anadolu yarımadasının belirli bölgelerini işgal etmeye başlamışlar ve böylece
orta dünyada bir kuzey gücü olarak Rusya’nın egemen olmasına izin verilmemiştir . Rusların en büyük
hayali olarak Antalya kenti sıcak Akdeniz sularının kıyısında soğuk kuzeyin büyük gücü önünde ana
hedef olarak bulunurken , Atlantik okyanusunun iki büyük emperyal gücü olarak İngiltere ve Fransa
bütün Orta Doğu’ya girerek ,merkezdeki Türk hegemonyasına son vermişler ve bu bölgede ikinci bir
Asya insiyatifi olarak Rus devletinin yayılmasının önünü kesmişlerdir . On dokuzuncu yüzyılın ikinci
yarısında güneye doğru yolculuğa çıkan Rus orduları , sıcak denizler üzerinde de tıpkı kuzey
bölgelerinde olduğu gibi bir emperyal hegemonya oluşturmaya yönelirken, batı dünyasının Avrupalı
ülkeleri öne geçerek , çeşitli siyasal manevralar aracılığı ile kendilerine bağımlı sömürgeler düzeni
oluşturmuşlardır . Rusların önü Yeşilköy de batılı ülkelerin araya girmesiyle önlenmiş , başkent
İstanbul’a Rus askerinin girmesine izin verilmemiş ama daha sonraki aşamada ,İngilizlerin Türklerin
payitaht merkezi olan İstanbul’da askeri bir işgal yönetimi kurmalarının yolu açılmıştır . Asya
kıtasından gelen iki büyük Asyalı güç olarak Türkler ile Rusların küçük Asya adı verilen Anadolu
yarımadası üzerinde birlikte bir düzen kurmaları ,batılı devletlerin ordularının işgali ile önlenmiştir.
Osmanlı İmparatorluğunun Birinci Dünya savaşını bütünüyle kaybetmesinden sonra ortaya
çıkan merkezi alandaki otorite boşluğu , savaş sonrasında toplanan Bakü Doğu Halkları Kurultayı
aracılığı ile giderilmeye çalışılmıştır . Tam bu aşamada , Atatürk’ün öncülüğünde Ankara hükümeti
devreye girerek, Misakı Milli sınırları içerisinde yeni bir devleti ulusal bir modele dayanan bir biçimde
kurarak , Türklerin tarih sahnesinden silinmelerini önlemiştir . Batılı emperyalistler , merkezi
imparatorluğu yıkarken ,burada ikinci bir Asyalı yapılanmaya izin vermemişler , batı blokunun
kontrolu altında sömürge devletleri kurarak , bunlar üzerinden emperyal hegemonyalarını orta
dünyaya taşımak istemişlerdir . Birinci Dünya Savaşı sonrasında , Rusların güneye inerek sıcak deniz
kıyılarında yeni devlet düzeni kurmaları önlenince , batılı devletlerin askeri birliklerinin Anadolu
yarımadası üzerinde at koşturmasından bu kez Ruslar rahatsız olmuşlardır . Çarlık rejiminin çöküşü
sonrasında bir kaos ortamına sürüklenen Rusya’da , Atlantikçiler bir siyasal devrimin önünü açarak
bu bölgede yeni bir ideolojik imparatorluğun oluşumuna giden yolu dolaylı yollardan
desteklemişlerdir . İşçi sınıfının olmadığı bir kırsal toplumda batıdan ithal edilen aydın kadrolarının
öncülüğünde Bir Bolşevik rejimi kurularak, yeni dönemde Kuzey bölgelerinin istikrara kavuşması
sağlanmak istenmiştir . Bu ideolojik imparatorluğun başına gelen Tatar asıllı Lenin , ikinci
enternasyonelin bir toplantısında , Anadolu’da yürütülen ulusal kurtuluş savaşının bir sosyalist
hareket olmadığını ama antiemperyalist bir öze sahip olduğu için , batılı emperyalistlerin merkezi
alanı işgal etmesine karşı bir mücadele olduğunu belirleyerek , Sovyetler Birliği’nin bu antiemperyalist
ulusal kurtuluş savaşına destek vermesini sağlamıştır . Rusya Müslümanlarının kendi aralarında
topladıkları maddi yardımın , Ankara hükümetinin eline geçmesini gerçekleştiren Sovyet yönetimi ,
batı emperyalizminin Orta doğu’da yayılmasına karşı Ankara hükümeti ile yakın işbirliği içine girmiştir
. Bu aşamada bir çok Rus temsilcisi Atatürk Türkiye’sine gelerek ,bu sıcak deniz ülkesi ile yakınlık
kurma çabası içerisinde olmuşlardır . Bakü Kurultayından gelen işbirliği süreci , batı emperyalizmine
karşı devam ettirilmiş ama Atatürk’ün öldüğü gün , yeni yönetim Atlantik güçleri ile gizli ittifaklar
imzalayarak , Rusların Bakü kurultayı üzerinden Akdeniz’e inen bir emperyalizme yönelmesinin
önünü kesmiştir .
Birinci Dünya Savaşı ile Osmanlı’nın geri çekildiği Orta Doğu topraklarına Rusların girmesi
önlenmiş ama ikinci dünya savaşı sonrasında Amerika’nın bu bölgeye girmesi önlenememiş ve bu
durumun sonucu olarak da iki bin yıl aradan sonra üçüncü İsrail devleti bir Yahudi yapılanması olarak
Arap ve İslam dünyasının tam ortasında oluşturulmuştur . Osmanlı sonrasında , Sovyetler Birliği ile
batı dünyası arasında soğuk savaş dengeleri merkezi alanda kurulmuş ve böylece Osmanlı
yönetiminin yokluğu ile gündeme gelen otorite boşluğu alanı bir güç ve şiddet dengesi ile
doldurulmak istenmiştir . Rusların Kars’a girdiği gün Kıbrıs’ı işgal eden İngiltere bu merkezi adadan
hiçbir zaman çıkmamış ve daha sonraki aşamada yanına Amerika Birleşik Devletlerini de alarak
İsrail’in kurulmasına giden yolu açmıştır . Kuruluş yıllarında Sovyetler Birliği ile iyi geçinen Atatürk
Türkiye’si ,ikinci dünya savaşına doğru dünya sürüklenirken , Hitler ve Mussolini’ye karşı Balkan
Paktını ve Sovyetler Birliği’nin sıcak denizlere inmesine karşı da, en büyük komşu ülke olan İran ile bir
araya gelerek Sadabat paktı adı altında bir bölgesel işbirliği ve güvenlik yapılanmasına yönelmiştir .
İkinci Dünya savaşı çıkarsa Rusların sıcak denizlere inme hedefi doğrultusunda Kars üzerinden Doğu
Anadolu ve Orta Doğu bölgelerine ineceğini iyi bilen Atatürk , tarih boyunca uzun süreli Türk
hükümdarlıklarının yönettiği İran ile bir savunma işbirliğine girmeyi ,bölge dengeleri ve Türkiye’nin
bağımsız yapısının korunabilmesi açısından gerekli görmüştür . Orta boy bir ulus devlet olan
Türkiye’nin tek başına Sovyetler Birliği ya da batılı emperyal ülkelere karşı koyamayacağını iyi bilen
Atatürk , tarihten gelen Türk-İran işbirliği ile merkezi alanının işgallere karşı korunabileceğini iyi
biliyordu .
Sovyetler Birliği dönemi , yirminci yüzyılda batı Avrupa devletlerinin sömürge
imparatorluklarının sona erdirilmesinde etkili olmuştur .Atatürk’ün on yıl önceki öngörüsü ile ikinci
dünya savaşını okyanus ötesi güç ile Bolşevikler kazanmış ve beş yüz yıllık sömürge imparatorluklarının
merkezi olan Avrupa kıtasının üstünlüğü dönemi sona ermiştir . Amerika ile Rusya arasına sıkışan Avrupa
ülkeleri kendilerini kurtarmaya çalışırken ,Rusya merkezli Sovyet İmparatorluğu Amerika Birleşik
Devletleri ile bir dehşet dengesi oluşturmuş ve bu doğrultuda bir barış içinde birlikte yaşama düzeni iki
kutuplu dünya yapılanması sayesinde kurulabilmiştir . Sovyetler Birliği gibi bir ideolojik imparatorluğu
ABD dengesi ile küresel alanda oluşturan Rusya ,bu durumdan yararlanarak güneye doğru yönelmiş ve
bir çok Asya –Afrika ülkelerinde sosyalist devrimler yaptırarak ,bu üçüncü dünya ülkelerini kendisine
bağlayabilmenin çabası içerisinde olmuştur . Tıpkı İngiltere ve Fransa gibi küresel alanda sömürge
imparatorluğu oluşturmaya yönelen Sovyet gücü Rusya merkezli yönetilirken , Rusların tarihsel olarak
gündemde tuttukları sıcak denizlere yayılma politikasına devam etmişlerdir . Balkanlar’da
Yugoslavya’nın kurulmasında ve Arnavutluğun sosyalist rejime yönelmesinde etkin olan Rus gücü ,daha
sonraki aşamada bu iki ülkenin, sosyalist sistemin güvenlik örgütü olan Varşova Paktından ayrılmasıyla
gene sıcak denizlerde var olma şansını elinden kaçırmıştır . Balkanlar’da ABD destekli bir Nato
yapılanmasında ,Yunanistan ve Türkiye yerlerini alarak Sovyet yayılmacılığına karşı bir set oluşturmuşlar
ama Hindiçini yarımadası üzerinden sıcak denizlere Sovyetler birliğinin açılması gündeme gelince ,
İngiltere Çin’de Maoist bir rejimin Sovyetler birliğine karşı bir çizgide örgütlenmesini sağlamış ,ayrıca
Amerika’da Vietnam adı verilen ülkede askeri bir işgale yönelerek Asya kıtasının güneyindeki sıcak
denizlere doğru Sovyet yayılmacılığını önlemeye çalışmıştır . Bu bölgede başlayan Vietnam savaşı uzun
sürmüş ve bütün dünya ülkelerinin emperyalizme karşı bir araya gelmesine giden yolu açmıştır . Bir
Atlantik gücü olarak ABD ,Rusya’nın Asya kıtası üzerinden sıcak denizlere inmesini önlemiştir . Benzeri
bir set çekme operasyonu Pakistan üzerinden de yapılarak , batı Asya bölgesi de Rusların sıcak denizlere
inmesi açısından kapatılmıştır .
Jeopolitik kitaplarında yer alan kenar kuşak teorisi doğrultusunda hareket eden batı
emperyalizmi , karşıt blok olan Sovyetler Birliğini kuzey yarı küresine hapsetmiş ve güneye doğru bütün
iniş yollarını kapatarak , ideolojik imparatorluğun sıcak denizlerde Rus hegemonyası doğrultusunda
yayılması süreci önlenmiştir . Ruslar bir büyük imparatorluğu yönetirken her yönden sıcak denizlere
inebilmenin yollarını aramışlar ,tıpkı Baltık denizindeki Petersburg kenti kenarındaki deniz çıkışı gibi
açılma yollarını Akdeniz’de Basra körfezinde ,Hint Okyanusunda ve Pasifik bölgesinde yaratabilmenin
çabası içinde olmuşlardır .Bunu iyi bilen batının önde gelen emperyal devletleri de kıtaların denizlere
açılan bölgelerindeki kenar kuşak ülkelerini ellerinde tutarak ,ya da Yugoslavya ile Arnavutluk örneğinde
olduğu gibi Rusların önünü kıtaların kıyılarındaki kenar ülkeleri kontrol altına alarak, Ruslar ile sıcak
denizler arasında yakın bağlantılar kurulmasını önlemişlerdir . Soğuk savaş dengelerinde bir türlü sıcak
denizlere inemeyen Rusya , dünya ticaret yollarında öne geçememiş ve bu yüzden batılı ülkeler dünya
ticaretini sürekli olarak ellerinde tutmuşlardır . Bu yüzden de Rusya’nın ideolojik imparatorluğunu bir
ekonomik çöküntüye uğratarak yıkmışlardır . Sıcak denizlere inemediği için dünya ticaretinde geri kalan
Rusya , güçlü ordusu ile elinde tuttuğu kuzey ülkelerini bir türlü doyuramamış ve bu yüzdenkapitalist
sisteme alternatif bir sosyalist ekonomik sistem kuramadığı için, ekonomik yarışı kaybederek çöküşe
doğru geçmiştir . Bu durumu yerinde gören batı bloku ekonomik çöküntü sonrasında , Avrupa Güvenlik
ve İşbirliği yapılanması üzerinden insan hakları saldırılarına geçince , ideolojik imparatorluk çatırdamaya
başlayarak kısa bir zaman dilimi içinde çökmüştür . Böylesine bir çöküşün kolayca elde edilmesinde ,
jeopolitik biliminin Rimland adı verilen kenar kuşak teorisinin uygulanmasıyla ,Rusların kuzey
yarıküresine hapsedilerek sıcak denizlere inişinin önlenmesinin büyük bir rolü olmuştur .
Sovyetler Birliği çökünce Rusya gene eski sınırlarına geri dönmüştür . Federasyon çatısı altında
da çok büyük alanları kontrol altında tutan Rusya devleti , Moskova merkezli jeopolitik konumu
nedeniyle gene eskisi gibi bir büyük kuzey gücü olarak dünya haritasındaki yerini korumaktadır . Ne var
ki , soğuk savaş sonrasında içine girilen küreselleşme döneminde tek kutuplu bir küresel yapılanmayı
,Amerika Birleşik Devletleri gerçekleştiremediği için çeyrek yüzyıllık bir süre sonrasında, Rusya tekrar
dünyanın en büyük güçleri arasında öne çıkarak , küresel bir aktör konumuna gelmiştir . Özellikle
küreselleşmenin batılı devletlerin emperyalizmi doğrultusunda gelişmesine karşı çıkan doğulu güçler
olarak Rusya ,Çin,Hindistan ve Brezilya bir araya gelerek BRİC ülkeleri ittifakına yönelince ,Rusya
Hindistan ve Çin ile bir araya gelerek dünya ticaret yollarına açılma doğrultusunda sıcak denizlere
ulaşma şansını bir başka açıdan elde etmiştir .Daha önceden Küba adası ile kurulan ilişkinin bir benzeri
yeni dönemde Brezilya ve Venezuella üzerinden Güney Amerika kıtası ile de kurulmuş ve böylece
Rusya’nın sadece merkezi alandaki sıcak denizlere inme hedefi ,yön değiştirerek bütün kıtalar üzerinden
sıcak denizlere erişme girişimine dönüşmüştür .Balkanlar ya da Kafkaslar üzerinden Akdeniz’e istediği
gibi inemeyen Rusya’nın Çin ,Hindistan ve Brezilya ile oluşturduğu küresel birliktelik çerçevesinde , öne
çıkmasını önleyen batılı emperyalistlere karşı, doğu ve güneyin en büyük devletleri ile işbirliği yaparak
sıcak denizlerdeki ticaret yollarına erişme şansını elde ettiği görülmektedir . Ayrıca , batı
emperyalizminin Asya kıtasını ele geçirmek üzere örgütlediği doğuya açılma girişimlerini karşı bir
işbirliği örgütü olarak kurulmuş olan Şangay İşbirliği Örgütü de yeni dönemde bir savunma
mekanizmasına dönüşerek , Rusya ve ortaklarının ekonomik açıdan batılı emperyal güçlere karşı bir
alternatif yapılanmaya yöneldiğini göstermektedir . BRİC ve Şangay Örgütleri gibi küresel ortaklıklara
giren Rusya, aynı zamanda komşusu olan eski Sovyet Cumhuriyetleri ile de bir Avrasya Birliği oluşumuna
yönelerek batının küresel üstünlüğünü önlemeye doğru adım attığı görülmektedir .Gene bu doğrultuda
kurulmuş olan Kollektif Savunma Birliği oluşumu da , Rusya’yı batılı rakiplerine karşı güçlendiren başka
bir uluslar arası örgütlenme olarak devreye girmektedir . Böylece ,bölgesel yönlerden sıcak denizlere
inemeyen Rusya’nın, daha geniş açılımlar ile alternatif örgütlenmeler üzerinden küresel rekabete
yönelerek sıcak denizlerde etkili olmaya başladığı yeni bir döneme girilmiştir .
Yeni bir yıla girerken , bazı büyük devletlerin ve araştırma merkezlerinin yayınlamış oldukları
raporlarda , Orta Doğu bölgesindeki sıcak çatışmaların daha da yayılacağı , Irak ve Suriye’deki iç savaşlar
benzeri sıcak olayların Arabistan,Mısır,Libya,Lübnan ,Sudan,Somali,Ürdün ve İran’da da ortaya çıkacağı ,
merkezi alanda yer alan bütün İslam devletlerinin mezhep ve tarikat çekişmeleri aracılığı ile iç savaşlara
sürüklenerek parçalanma noktasına gelecekleri açıkça dile getirilmektedir . Daha da ileri gidilerek
Afganistan savaşının Pakistan üzerinden orta Asya bölgesine de yayılarak ,bir Ön Asya ve Orta Asya savaş
alanı yaratılacağı geleceğe yönelen tahminler olarak öne sürülmektedir . Bu konular ile ilgili olarak
kamuoyuna açıklanan İsrail raporunda , bütün İslam devletlerinin terör kullanılarak çökertileceği ifade
edilirken , savaş süreci içinde bütün merkezi coğrafya da Rusya’nın etkisinin çok artacağı öne
sürülmektedir . Beş yüz yıldır sıcak denizlere inemeyen Rusya’nın küresel ittifaklara yöneldiği bir
aşamada kenar kuşak teorisini geçersiz kılarak , büyük ortaklıklara girmesiyle dengelerin değiştiği ve
Rusya’nın konjonktürel olarak orta dünya da daha güçlü bir konuma geldiği görülmektedir . İsrail
devletinin kurulduğu günden bu yana bölgeyi bir savaş alanına dönüştürdüğü dikkate alınırsa , Osmanlı
İmparatorluğu ve Sovyetler Birliği sonrasında merkezi alandaki otorite boşluğunun doldurulamadığı
göze çarpmaktadır . Böylesine bir boşluğu doldurmak üzere Atlantik emperyalizminin öne çıkardığı Yakın
Doğu Konfederasyonu ya da Büyük Orta Doğu Federasyonu ile Büyük İsrail İmparatorluğunun
kurulamadığı anlaşılmaktadır .Bu yüzden siyasal boşluk devam ederken ,ya bölge devletlerinin bir araya
gelmesiyle birlikteAtatürk’ün öncülük yaptığı Sadabat Paktı benzeri biçimde oluşturacakları bir Merkezi
Devletler Birliğinin kurulacağı ,ya da bölgeye en yakın büyük güç olarak Rusya Federasyonunun çatışma
alanlarına girerek el koyacağı yeni bir döneme doğru gidilmektedir .Bu doğrultuda Rusya iki binli yılların
başlarında yakın çevre doktrinini ilan ederek , kendi çıkarlarının bulunduğu komşu ülkeler üzerinde eskisi
gibi etkili olacağını ve çıkarlarını koruyacağını açıkça ilan etmiştir . Rusya Avrasya Birliğinin oluşumunda
öncülük yaparken , Orta Asya ülkeleri ile birlikte Ön Asya ülkelerini de bunun içine alabileceğini ve
oluşturduğu Kollektif Savunma Birliği aracılığı ile sıcak çatışma alanlarına anında müdahale edebileceğini
ortaya koymuştur .
Yeni dönemde , kendisine karşı bir Arap Birliği kurulmasını istemeyen İsrail , Amerikan ve Türk
askerlerini kendi savunmasında kullanamayınca ve Kuzey Irak üzerinden kendine bağlı bir güçlü ordu
oluşturamayınca ,bölgede kendisine tehdit edebilecek sıcak gelişmelere karşı Rusya’yı yeni kurtarıcı
olarak ilan etmektedir . Bu doğrultuda Rusya’nın Kırım’ı bir oldu bitti ile işgal etmesinde İsrail lobilerinin
Rusya’ya yardımcı bir çizgide hareket ettikleri görülmüştür . İsrail: ABD ,Avrupa, Çin ve İran ile yakın
ilişkiler içerisine giren Rusya’nın askeri gücünden yararlanabilmek için , dolaylı yollardan Rusya’nın
Kırım’ı işgaline destek vermiş ama bunun karşılığında Rusya’nın Kıbrıs’tan çıkmasını istemiştir .İsrail
kendi çıkarları açısından karşı kıyı konumundaki Kıbrıs’ı kimseye bırakmak istememekte , Rumlara karşı
Türkleri , Hrıstıyanlara karşı Müslümanları kullanarak ada sorununu çözümsüzlüğe terk ederken ,
Rusya’nın Güney Kıbrıs’taki varlığına da bir son vererek , adayı gelecekte Büyük İsrail devletinin bir
eyaleti konumuna dönüştürmek istemektedir . Kıbrıs’a soğuk savaş döneminde Sovyetler Birliği
yapılanmasından yararlanarak girmiş olan Rusya , adanın güneyini bir sıcak deniz merkezi olarak
kullanmakta ,Lefkoşe’de beş bin Rus devleti görevlisi diplomat statüsünde görev yaparken , yüz bin den
fazla Rus işadamı da, bütün dünya ülkelerine yönelik dış ticaretlerini bu sıcak deniz adası üzerinden
yürütmektedirler . Kıbrıs adasına yerleşen Rusya ,bu nedenle artık bir sıcak deniz problemine sahip olan
kuzey ülkesi olmak durumundan çıkmıştır .
I958 de General Kasım darbesi ile Irak’a yerleşen Rusya , daha sonra Suriye’ye girerek Hafız Esat
aracılığı ile bu ülkeye de yerleşerek Akdeniz kıyısında Taurus askeri üssünü kurmuştur . Orta Doğu’ya
ABD’nin gelmesi ve İsrail’in kurulmasına tepki olarak Rusya Sovyetler Birliği üzerinden merkezi alana ve
sıcak deniz kıyılarına yerleşirken ,karşı kıyada yer alan Kıbrıs’a da Makarios sayesinde girmiş ve bu adada
Akdeniz’in en güçlü komünist partisi olarak Akel’i kurmuştur . Sosyalist sistemin dağılmasına ve bütün
komünist partilerin kapatılmasına rağmen , Akel yapılanması İngiliz üslerine karşı bir denge unsuru olarak
bu adada Rusya desteği ile korunmuştur . Atlantik emperyalizminin İngiltere,ABD ve İsrail ortaklığı
doğrultusunda İngiliz üslerini kullanmasına karşılık , Rusya da Akel partisi aracılığı ile Kıbrıs üzerindeki
etkinliğini sürdürmekte ve iki yüz bine yakın vatandaşını bu adanın güney kısmında tutmaktadır .
Ruslar’ın Kıbrıs’ta yüz bin kişilik ayrı bir Rus kenti kurduğu bir yeni döneme girilmiştir . Rusya , batının
bütün engellemelerine rağmen , Suriye’deki askeri üssü ile Kıbrıs’taki kendine bağlı ekonomik ve siyasal
yapılanmasını korumuştur . Bugün için Rusya’nın Kıbrıs adası üzerinden Asya ve Afrika ülkelerine açılarak
sıcak denizler üzerinden dünya ticaretine girdiği görülmektedir . Rusya ile İsrail ilişkileri , bölgedeki sıcak
gelişmelere göre yönlenirken ,Rusya’nın Kıbrıs’tan çıkarılması için İsrail Kırım’ın Rusya ya verilmesini
desteklerken ,bir anlamda bölgedeki Arap ve Müslüman çoğunluğa karşı, Rusya ile yeni bir işbirliğini de
başlatmaktadır . Brzezisnki , son kitabında batı emperyalizmi ile ters düşecek bir Rusya’nın
Gürcistan,Ukrayna ,Ermenistan ve Beyaz Rusya gibi bölge devletlerini işgal ederek, federasyon çatısı içine
alabileceğini söylemektedir . Kafkasya’nın güneyinde yer alan Azerbaycan’da böylesine bir tehdit ile karşı
karşıyadır . 2015 yılı başlarken Doğu Anadolu olayları yeniden gündeme getirilerek , Büyük Ermenistan’ın
önü açılmaya çalışılırken , bugünkü Kafkas Ermeni devletini kurmuş olan Rusya’nın ilgisi yeniden
Anadolu üzerinden Orta Doğu bölgesine doğru kaydırılmaya çalışılmaktadır .
Avrupa ülkeleri ile büyük bir enerji ortaklığına girmiş olan Rusya , bu yoldan çok büyük
zenginliklere sahip olurken , batı ülkeleri ile ilişkilerini yumuşatmaya çalışmakta ama orta Doğu ‘da bir
İsrail yapılanmasının Hırıstıyan Avrupa ile karşı karşıya geldiği yeni aşamada , İsrail lobileri Rusya’nın
ilgisini ve ağırlığını Orta Doğu bölgesinde Araplara ve Müslümanlara karşı kullanmaya çalışmaktadır .
Kırım konusundaki işbirliği yarın Kıbrıs adasında da devam ettirilirse , bölge ülkelerini alt etmekte gücü
yetersiz kalan İsrail Rusya’yı ve bu ülkenin büyük askeri gücünü bölgedeki komşularına karşı kullanmaya
kalkışabilecektir . Kırım – Kıbrıs pazarlığı sonrasında benzeri bir pazarlık , Suriye üzerinde de gündeme
gelebilir ve bu ülke üzerinde İsrail’in istekleri doğrultusunda hareket etmeyen ABD ve Fransa’ya karşı
Rusya ‘nın ağırlığı , Siyonist lobiler tarafından dünya dengeleri için kullanılabilir . Olayların geliştiği son
yıllarda Rusya’nın geçen dönemde girmiş olduğu Suriye ve Kıbrıs’tan çıkmaya pek de istekli olmadığı ve
batının askeri saldırılarına karşı bu bölgede tıpkı Çin gibi İran ile beraber hareket etmeye çalıştığı göze
çarpmaktadır . Bugüne kadar İran ile ortak hareket eden Rusya’nın , gelecekte İsrail’in çıkarları
doğrultusunda bölge ülkelerine karşı kullanılması yeni bir dönemin başlangıcı olabileceği gibi , merkezi
coğrafyadaki siyasal gelişmelerin yönünü de değiştirecektir . Merkezi alanda batı üstünlüğünün devam
ettirilmesi konusunda, İsrail ile Avrupa ülkelerinin ters düşmesi noktasında Rusya bir kurtarıcı olarak
Siyonist lobiler aracılığı ile devreye sokulabilecektir . Yeni dönemde Rusya’nın Suriye’deki askeri üs
benzeri yeni yapılanmaları,Akdeniz kıyısında bulunan Mısır,Libya,Lübnan ya da Tunus,Cezayir gibi
ülkelerde de kurması gündeme gelebilir . Eski Osmanlı ülkeleri zaman içerisinde Rusya Federasyonunun
yeni eyaletleri olarak ortaya çıkabilir.Böylesine bir durumun gündeme gelmesi durumunda eskiden var
olan Rus-Osmanlı çekişmesinin bir benzeri Türkiye-Rusya arasında ortaya çıkabilir .
Artık sıcak denizlere inmiş olan Rusya’nın yeni dönemde eskisi gibi bir kuzey ülkesi olarak
hareket etmesini beklemek mümkün değildir . Soğuk bölgelerden sıcak denizlere inmiş olan bir Rusya
artık eskisinden daha fazla bir uluslar arası aktör olarak hareket edecek , kurucu olduğu Şangay Örgütü ,
BRİC yapılanması ,Avrasya Birliği ve Kollektif Savunma Örgütü üzerinden , batı merkezli politikalara
karşı doğu merkezli politikaları dünyanın gündemine taşıyabilecektir . Latin Amerika ülkeleri ile
sürdürülecek işbirliği beraberinde diğer Asya ve Afrika ülkelerine de yeni açılımları gündeme getirecek
ve Rusya eskisine oranla daha fazla küresel alanda güçlü bir süper ülke olarak siyasal gelişmeleri
etkileyecek ya da yönlendirecektir . Bu nedenle , Amerika Birleşik Devletleri de politika değişikliğine
giderek , merkezi alanda Rusya ile yeni bir işbirliğine gitmeye çalışmaktadır . Soğuk savaş döneminin
alışkanlığı olan ABD-Rusya paslaşması ile sorunların daha kolay çözüme kavuşması sağlanacak , ABD’nin
en büyük rakibi olan Çin’e karşı Amerika , Rusya ile işbirliğini Avrasya bölgesi ve merkezi alanda daha
geliştirerek sürdürecektir . Türkiye üzerinden kurulacak bir tahterevalli de Rusya ile Amerika merkezi
alanda kendi siyasal oyunlarını oynayacaklar ve böylece Avrupa’nın emperyal devletleri ile Çin’in yeni bir
emperyalist güç olarak Orta Dünyaya girmelerine izin vermemeye çalışacaklardır . Önümüzdeki
dönemde ABD-Rusya işbirliği merkezi alanda gelişirken, Avrupa ülkeleri de Çin ile işbirliği yaparak bu yeni
ortaklığı aşmaya çalışacaklardır . Kenar kuşak çevirmelerini ya da ,kuzeye hapsedilme senaryolarını aşan
bir Rusya Federasyonu yeni dönemde küresel etkinliğini artırırken , sıcak denizlerde at oynatan bir
küresel güç gibi hareket edebilecektir .
Osmanlı tarihi incelendiği zaman , bu merkezi imparatorluğun yedi asırlık hükümranlığının ilk
yarısında Selçuklu İmparatorluğundan devralınan bir misyon olarak Avrupa kıtasından gelen Haçlılara
karşı uzun süreli mücadele yürütülmüştür . İmparatorluğun son üç yüz yılında ise , kuzeydeki tehlike
olarak Rusya’nın sıcak denizlere inmesine karşı ,sistemli bir karşı koyuş örgütlenmeye çalışılmıştır . Bu
nedenle ,Osmanlı ahalisi arasında bir Moskof düşmanlığı sürekli olarak örgütlenmiş ve Rusya’dan
kovulan Türkler ile Müslümanların Osmanlı bölgelerine gelerek yerleşmesiyle , Rusya’nın sıcak denizlere
iniş harekatı önlenmeye çalışılmıştır .Osmanlı tarihi ile ilgili bütün kitaplarda kuzeydeki tehlike olarak ele
alınan Rus Çarlığının güneye doğru genişlemesi ,Rusların sıcak denizlere inişi olarak anlatılmaya
çalışılmıştır . Karadeniz kıyılarını ele geçiren Rusların benzeri bir girişimi Akdeniz kıyılarında da
gerçekleştirmeye çalışması yüzünden ,Osmanlı İmparatorluğu son üç asırlık döneminde sürekli olarak
Rus orduları ile savaşmak zorunda kalmıştır . Ruslar Balkanlar ve Kafkaslar üzerinden sıcak denizlere
doğru ilerlerken ,bu bölgedeki Türk imparatorluğu olan Osmanlı devleti önce çöküş ve sonra da yıkılış
dönemlerini yaşayarak dünya haritasından silinmiştir .Bir kuzey devleti olan Rusya’nın sıcak denizlere
inerek orta dünyaya egemen olması , merkezi Türk hegemonyasına son vereceği gibi , batılı emperyal
devletlerin de merkezi alandaki etkinliklerini devre dışı bırakacaktır .
Türkiye’nin tam merkezinde yer aldığı Orta Dünya’da ,hem ABD’nin hem de İsrail’in Rusya ile
yeni ortaklıklara ve işbirliklerine yönelmesi ,öncelikle Türkiye’nin meselesi olarak gündeme gelmektedir .
Daha düne kadar Rusya’ya karşı Türkiye’nin işbirliği yaptığı batılı müttefiklerin ,yeni dönemde küresel
çıkarları doğrultusunda hareket etmesiyle birlikte ,Türkiye içinde bulunduğu bölgede yalnızlığa terk
edilmektedir , Bu durumda , Türkiye’nin de yeni bölgesel ve küresel açılımlara girmesi gerektiği açıkça
ortaya çıkmaktadır. Küreselleşme görünümünde küresel şirketlerin ulus devletleri yıkma dönemi sona
ererken ve var olan devletler arasında yeni bir ulusal rekabet aşaması gündeme gelirken , Türkiye
cumhuriyeti de Selçuklu ve Osmanlı imparatorluklarından miras kalan siyasal birikim ile , cumhuriyetin
kurucu iradesinden devralınan jeopolitik bilinci kullanarak ,yeni dünya düzeninde kendine layık olan
yeri bulacaktır . Yeni bir dünya düzeni kurulurken , Türkiye Cumhuriyeti de kendisi için uygun bir yer
bulmak zorundadır . Aksi takdirde , Rusların sıcak denizlere inmesi operasyonu ile , merkezi alandaki
Türk devleti yapılanması sona erebilir . Büyük Avrupa, Büyük Orta Doğu ya da Büyük İsrail gibi projelerin
yanı sıra , Rusların Avrasya stratejileri de Avrasya kıtasında hem Türk dünyası varlığına hem de
Türkiye cumhuriyetine karşı çok ciddi bir tehdit oluşturmaktadır . Amerika ve Rusya arasında kurulmak
istenen tahterevalli senaryosuna alet olmak Türkiye’yi kurtarmaya yetmeyecektir . İsrail siyonizminin
İslam dünyasına karşı bir Hrıstıyan güç olarak Rusya’yı Orta Doğu’ya getirmesi , Amerikan askeri gücü
yerine Rus askeri gücünü bölge ülkelerine karşı kullanmaya çalışması da , merkezi alana kalıcı bir barış
düzeni getiremeyecektir . Dünyanın merkezi bölgesinde kalıcı bir barışın sağlanabilmesi , Türkiye
Cumhuriyetinin kurucusu Atatürk’ün gündeme getirdiği gibi , bölge devletleri arasında oluşturulacak bir
güvenlik ve işbirliği dayanışmasının örgütlü bir yapılanmaya dönüştürülmesiyle sağlanabilecektir . Türk
devleti şimdiye kadar yurtta ve dünyada sulh ilkesi üzerine dış politikasını yürütmeye çalışmıştır . Ne var
ki , yeni ortaya çıkan koşullar bu kez bir de bölgede barış ilkesini öne çıkarmaktadır . Amerikan ya da
İngiliz ordularının emperyal güçler olarak bölgeye barış getiremediği dikkate alınırsa , yeni bir emperyal
güç olarak , sıcak denizlere inmiş olan Rusya’nın orduları da merkezi alana barışı getiremeyecektir .
Bölge barışı bütünüyle harita üzerinde yer alan devletler arasındaki işbirliği ve dayanışmaya bağlı
bulunmaktadır . Bölge devletlerini bölerek barış sağlanamayacağı yarım yüzyıldır ortaya çıkmıştır
.Gerçek anlamda barış , bölge devletlerinin bir araya gelerek merkezi bir güvenlik ve işbirliği
örgütlenmesine gitmeleriyle elde edilebilecektir . George amcanın , Sam amcanın ya da Hans amcanın
gerçekleştiremediği merkezi barışı İvan amca da bir emperyalist olarak hiç bir zaman istendiği gibi
gerçekleştiremeyecektir . İvan amcanın , David amcanın Siyonist planlarına alet olması barıştan daha çok
bölgede yeni tepkilere yol açarak çatışmaları tırmandırabilecektir .
Prof.Dr. A N I L Ç E Ç E N
Dünya haritasına bakıldığı zaman büyük bir çarpıklık olduğu göze çarpmaktadır . Avrupa
kıtasında küçük küçük devletçikler yer alırken , Avrupa’nın yanı başında Avrasya bölgesinde dünya
karalarının altıda biri oranında uçsuz bucaksız kara parçalarının ,tek bir devletin çatısı altında olduğu
anlaşılmaktadır . Sekiz milyarlık dünya nüfusu belirli bölgelerde küçük ülkelere sıkışmak durumunda
kalırken , yeryüzünün bütün kuzey toprakları boyunca uzanan bir Rus devleti geleceğe dönük bir
belirsizlik içerisinde varlığını sürdürmeye çalışmaktadır . Tarihin her döneminde bir yaşam ve yerleşim
alanı olarak kullanılan Rusya topraklarının , yer kürenin kuzey bölümünün büyük çoğunluğunu
meydana getirdiği görülmektedir . Kuzey kutbu ve bu bölgeyi çevreleyen kuzey buz denizi gibi
alanlarda sınırsız hegemonyasını sürdüren Rusya Federasyonu, yeni bir dünya düzenine doğru
gidilen bir aşamada , kendisine eskisine oranla daha güçlü bir yer aramakta ve bu doğrultuda son
derece aktif ve etkili bir dış politika ile dünya kamuoyunun önüne çıkmaktadır . Böylesine bir
dönüşümün gündeme getirilmesinde Rus devletinin beş yüz yıllık birikimi olduğu kadar , devletin
geleceğe dönük bir veliaht olarak yetiştirmiş olduğu yeni başkanının da istikrarlı ve güçlü bir
yönetimi kararlı bir biçimde sürdürmesinin rolü bulunmaktadır . Yirmi birinci yüzyılın ilk yarısında
geçmişten gelen hatalı tutum ve davranışların sürdürülmesi ile batılı ülkelerin bir türlü
emperyalizmden vazgeçmemeleri nedeniyle , insanlık sonu karanlık bir kaos ortamına doğru
sürüklenirken , en kararlı ve etkili dış politikayı uygulayan bir büyük devlet olarak Rusya
Federasyonunun uluslar arası alanda eskisine oranla daha etkili bir güç merkezi olarak devreye girdiği
görülmektedir .
Jeopolitik kitapları Kırım ile Kıbrıs arasında kalan orta alanı dünyanın merkezi coğrafyası
olarak ilan ederken ,Rusya’nın konumu önem kazanmakta ve bu alanın bütün kuzeyini kapsayan
böylesine geniş bir devletin merkezi alana girmesinin önlenmesi , dünya çapında bir batı
hegemonyasının korunabilmesi açısından zorunlu olarak gösterilmektedir . Orta çağ sonrasında
Atlantik ülkeleri küresel doğrultuda dünya imparatorluklarına yönelmişler , beş büyük kıtanın her
yerine el koymuşlar , beş yüzyıl boyunca dünya kıtalarını sömürgeleri üzerinden yönetmişler ama
merkezi coğrafyaya bir türlü girememişlerdir . Böylesine bir durumun ortaya çıkmasına merkezi
alandaki Türk gücü olarak yedi asırlık Osmanlı İmparatorluğunun direnişi yol açmıştır . Roma ve Bizans
İmparatorlukları sonrasında Selçuklu İmparatorluğu ile merkezi alana gelen Türkler, daha sonra
oluşturdukları Osmanlı İmparatorluğu ile merkezi alandaki boşluğu doldurmuşlar, Devleti Aliye adı
altında bir büyük devletin çatısı altında yedi asır orta dünyaya egemen olarak , batılı emperyalistlerin
ve haçlıların önünü sürekli olarak kapatmışlardır . İşte bu aşamada doğup büyüyüp gelişen Rus
devleti , Atlantik okyanusundan Büyük Okyanusa kadar uzanan kuzey bölgesi topraklarında yayılırken
, kendisinde önceki dönemlerde bu bölgelerde var olan bütün Türk imparatorluklarının yaşam
alanlarını eline geçirerek, tam anlamıyla bütün kuzey yarı kürenin egemen gücü konumuna gelmiştir .
Dünyanın kuzeyindeki bütün alanlara yayılarak doğal genişleme alanlarını ele geçiren Rus
İmparatorluğu on dokuzuncu yüzyıldan sonra güneye doğru gözlerini dikmiş ve Rusların kızıl elması
olarak ,Türkiye’nin Antalya kentini gözüne kestirmiştir . Rusların dünya hegemonyası planlarına göre ,
Antalya Rusların olduğu zaman , evrensel alanda mutlak bir Rus hegemonyası tesis edilebilecektir .
İşte Rusların bu jeopolitik bakış açıları yüzünden batılı ülkelerde yazılmış olan bütün jeopolitik
kitaplarında , devleşen Rus ayısının kuzey bölgesine hapsedilmesi ve kesinlikle güneye inmesine izin
verilmemesi gibi doğal bir tepki ortaya konulmuştur . On beşinci yüzyılın başlarında bugünkü
Ukrayna’nın başkenti olan Kiev kentinde ilk olarak kurulmuş olan küçük Rus prensliğinin ,sonraki
yıllarda genişleyerek bütün kuzey yarı küresini işgal etmesi batılı emperyal ülkelerde ,küresel
yayılma ve hegemonyalarının devam ettirilebilmesi açısından ciddi tehlikeler yarattığı için , Rusların
güneye inmesinin önlenmesi doğrultusunda büyük bir işbirliği yapılmıştır . Kiev prensliği batıya doğru
kaydırılırken , kuzey bölgesindeki yayılmasına ses çıkarılmamış ama , Kırım’ın işgalinden sonra Rus
Çarlığının Kafkasya ve Balkanlar üzerinden merkezi bölgeye inme aşamasına gelindiği noktada ,
Osmanlı ordusu Rusların karşısına çıkartılmıştır . Rusların önünün kesilebilmesi için, Kırım’da yeniden
Osmanlı yönetimi batıya bağlı olarak oluşturulmak istenmiş , İngiltere ve Fransa’nın öncülüğünde
batılı devletler Osmanlıları Ruslara karşı kışkırtarak bir büyük Kırım savaşını gündeme getirmişlerdir .
Batılı ülkelerden borç alarak Kırım savaşına sürüklenen Osmanlı İmparatorluğu, hem hazırlıksız olarak
yakalandığı bu savaşı kaybetmiş , hem de altına girmiş olduğu borç yükünden kurtulamayarak iflas
etme gibi bir bitiş senaryosuna sürüklenmiştir . Bizans sonrasında merkezi alandaki boşluğu dolduran
Osmanlı devleti on dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru, Rus genişlemesinin kuzeyde durdurulabilmesi
açısından batılılar tarafından kullanılmaya başlanmıştır . Kırım savaşını kazanarak Karadeniz’in bu çok
stratejik yarımadasını kendisine bağlayan Rus Çarlığı , daha sonraki aşamalarda Kafkaslara ve
Balkanlara girerek güney bölgesine doğru açılım sürecini başlatmıştır .
Mutlak dünya egemenliği açısından Antalya kentini kendi kızıl elması olarak ele geçirilmesi
gereken bir hedef olarak önüne koyan Rus yayılmacılığı , on dokuzuncu yüzyılın son çeyreğinde
Kafkasya ve Balkanlar bölgelerinde ilerlemeye başlamış ve bu alanlar üzerinden Osmanlı devletinin
merkezi bölgesi olan Anadolu yarımadasını ele geçirme doğrultusunda ilerleyerek ,Osmanlıların
Kars,Ardahan ve Batum kentlerini ele geçirerek Van gölü kıyılarına inmiştir . Kırım yarımadasını ele
geçirdikten sonra doğuda Kafkasya’ya , batıda Balkanlara doğru yürüyüşe geçen Rus orduları ,
İstanbul kentinin yanı başındaki Yeşilköy’e kadar gelerek Osmanlının başkentini ele geçirme
aşamasına gelmişlerdir .Aynı dönemde Kafkaslar üzerinden Kars,Ardahan ve Batum’u ele geçirerek
Anadolu topraklarına ayak basan Rus orduları ,merkezi devlet olarak Osmanlı İmparatorluğunu tarih
sahnesinden silmeye yönelmiştir . Kuzey bölgesine hapsedilmekten bıkan Ruslar , Kırım savaşı
sonrasında Balkanlar ve Kafkaslar’da özgürce yayılırken ,İngiliz ve Fransızların desteği ile
toparlanmaya çalışan Osmanlılar , toparlanarak bağımsız devlet olma statüsünü sürdürmek istemişler
ama bu konuda yeterince etkin bir sonuç elde edemeyince , kuzey bölgesinin devi olan Rusya’nın
sıcak denizlere doğru yürüyüşü devam etmiştir . Avrupa’nın ortasından Asya’nın ortalarına kadar
uzayıp giden bir merkezi coğrafya üzerinde ipek yolu ile dünya ticaret yollarının güvenliğini
sağlayamaya çalışan Osmanlılar , Rusların büyük ilerlemesi karşısında sürüklendikleri savaşları sürekli
olarak yitirerek ,merkezi alanda yeniden bir siyasal boşluğun doğmasına meydan vermişlerdir . Ruslar
doğu Avrupa’dan Avrupa kıtasına inerek bu küçük kıtayı kendilerine bağlayabilmenin yollarını
aramışlar ama her defasında Avrupalılar bir araya gelerek bu kuzey bölgesinin devini Asya kıtasının
boşluklarına doğru iteklemişlerdir . Avrupa açısından doğudan gelen iki tehdit olarak, Ruslar ve
Osmanlılar birbirleriyle sürekli bir savaş dönemine batılıların kışkırtmaları ile sürüklenmişler ve
böylece iki büyük doğu devinin Avrupa kıtasından uzak kalmalarını sağlamışlardır . Ruslar ve
Osmanlıların üç yüz yıllık sürekli savaş dönemi sayesinde , Ruslar ve Osmanlılar Avrupa kıtasını ele
geçirememişlerdir .Avrupa ülkelerini bu iki doğulu deve karşı birleştiren batı hegemonyası
,Osmanlıların Viyana’yı ele geçirmesi ile , Rusların Kuzey Avrupa bölgesini işgal etmelerine izin
vermemişdir.Bir anlamda Avrupalılar kuzeyden ve doğudan gelen tehditleri karşı karşıya getirerek
aradan sıyrılmasını bilmişler ,böylece Avrupa’yı Asyalıların yönetmesini önlemişlerdir .
Rus ordularının Kafkas halklarını çiğneyerek Kars’a girdiği günün ertesinde Büyük Britanya
İmparatorluğu Kıbrıs’a girmiştir . Bugün hala Kıbrıs’ta varlığını koruyan bu askeri üsler Atlantik
hegemonyasının merkezi alandaki gücünün bir göstergesi olarak devam ettirilmektedir .Kıbrıs
üzerinden bütün Orta doğu bölgelerine sızan İngiltere ve o zamanki ortağı Fransa , merkezi alanda
Osmanlı İmparatorluğu sonrası için yeni bir siyasal yapılanma hazırlamışlar ve Birinci Dünya Savaşı
sonrasında bunu uygulama alanına koymuşlardır . Böylece , eski Osmanlı hinterlandında egemenlik
Osmanlı Türklerinden Atlantikçi İngilizlerin eline geçmiştir . Batı hegemonyasının o dönemdeki
temsilcisi olarak İngilizler , kesinlikle Rusların güneye doğru ilerleyişini ve sıcak denizlere inişini
öncelikle önlemişlerdir . İkinci aşamada ise , on dokuzuncu yüzyılın son çeyreğinde ulusal birliğini
sağlayan Alman imparatorluğunun bir Germen gücü olarak doğuya doğru açılmalarına izin verilmemiş
ve Fransa-İngiltere işbirliği ile , merkezi alanda hem Ruslar üzerinden Slav hem de Almanlar üzerinden
bir Germen hegemonyasının önü kesilmiştir . Cihan savaşı bu doğrultuda yönlendirilmiş , savaş
yıllarında hem Rusya’nın içerden çökert ilmesi doğudan Japonların kuzey bölgesine girmesiyle
sağlanmış , hem de Balkanlar’da Almanya’nın ilerlemesinin önünü kesecek savaşlar ile merkezi
alanda bir Germen asıllı bir Töton imparatorluğunun kurulmasına izin verilmemiştir.Osmanlı
yönetiminde Abdülhamit’in sağladığı istikrar Ruslar’a ve Almanlar’a karşı kullanılmış ,Osmanlı ülkeleri
işgal edilirken , buralarda batı Avrupa devletlerine bağlı yeni sömürge yönetimleri oluşturularak ,
otorite boşluğu doğmasına giden yolun önü kesilmiştir .
İngilizler Kıbrıs’tan Filistin’e geçerek bütün Arap yarımadasına yayılmışlar , Fransızları’da
yanlarında getirerek , Lübnan ile Suriye bölgelerinde onların da kendilerine paralel yeni merkezi alan
sömürgeleri oluşturmalarını sağlamışlardır . İngilizler ve Fransızlar , Osmanlı’nın Orta Doğu
topraklarını ele geçirerek merkezi alanda yayılırken , Rusların önü Doğu Anadolu topraklarında
kesilmiş ve Rus ordularının , Kars,Batum ve Van üçgeninin ilerisine doğru gitmesine izin verilmemiştir
. Vladivostok bölgesinden kuzey topraklarına giren Japon orduları Rus çarlığının büyük topraklarını
ele geçirince , Rus Çarlığı çökme aşamasına gelmiş ve Japon saldırıları yüzünden kendini korumaya
yönelen Rusya , Van gölü kıyılarından Akdeniz’e inme yollarını kullanamamıştır . Rus orduları kuzey
bölgesine Japonların desteği ile hapsedilince , Sevr Antlaşması sonrasında İngiltere , Fransa , İtalya
ve Yunanistan orduları Anadolu yarımadasının belirli bölgelerini işgal etmeye başlamışlar ve böylece
orta dünyada bir kuzey gücü olarak Rusya’nın egemen olmasına izin verilmemiştir . Rusların en büyük
hayali olarak Antalya kenti sıcak Akdeniz sularının kıyısında soğuk kuzeyin büyük gücü önünde ana
hedef olarak bulunurken , Atlantik okyanusunun iki büyük emperyal gücü olarak İngiltere ve Fransa
bütün Orta Doğu’ya girerek ,merkezdeki Türk hegemonyasına son vermişler ve bu bölgede ikinci bir
Asya insiyatifi olarak Rus devletinin yayılmasının önünü kesmişlerdir . On dokuzuncu yüzyılın ikinci
yarısında güneye doğru yolculuğa çıkan Rus orduları , sıcak denizler üzerinde de tıpkı kuzey
bölgelerinde olduğu gibi bir emperyal hegemonya oluşturmaya yönelirken, batı dünyasının Avrupalı
ülkeleri öne geçerek , çeşitli siyasal manevralar aracılığı ile kendilerine bağımlı sömürgeler düzeni
oluşturmuşlardır . Rusların önü Yeşilköy de batılı ülkelerin araya girmesiyle önlenmiş , başkent
İstanbul’a Rus askerinin girmesine izin verilmemiş ama daha sonraki aşamada ,İngilizlerin Türklerin
payitaht merkezi olan İstanbul’da askeri bir işgal yönetimi kurmalarının yolu açılmıştır . Asya
kıtasından gelen iki büyük Asyalı güç olarak Türkler ile Rusların küçük Asya adı verilen Anadolu
yarımadası üzerinde birlikte bir düzen kurmaları ,batılı devletlerin ordularının işgali ile önlenmiştir.
Osmanlı İmparatorluğunun Birinci Dünya savaşını bütünüyle kaybetmesinden sonra ortaya
çıkan merkezi alandaki otorite boşluğu , savaş sonrasında toplanan Bakü Doğu Halkları Kurultayı
aracılığı ile giderilmeye çalışılmıştır . Tam bu aşamada , Atatürk’ün öncülüğünde Ankara hükümeti
devreye girerek, Misakı Milli sınırları içerisinde yeni bir devleti ulusal bir modele dayanan bir biçimde
kurarak , Türklerin tarih sahnesinden silinmelerini önlemiştir . Batılı emperyalistler , merkezi
imparatorluğu yıkarken ,burada ikinci bir Asyalı yapılanmaya izin vermemişler , batı blokunun
kontrolu altında sömürge devletleri kurarak , bunlar üzerinden emperyal hegemonyalarını orta
dünyaya taşımak istemişlerdir . Birinci Dünya Savaşı sonrasında , Rusların güneye inerek sıcak deniz
kıyılarında yeni devlet düzeni kurmaları önlenince , batılı devletlerin askeri birliklerinin Anadolu
yarımadası üzerinde at koşturmasından bu kez Ruslar rahatsız olmuşlardır . Çarlık rejiminin çöküşü
sonrasında bir kaos ortamına sürüklenen Rusya’da , Atlantikçiler bir siyasal devrimin önünü açarak
bu bölgede yeni bir ideolojik imparatorluğun oluşumuna giden yolu dolaylı yollardan
desteklemişlerdir . İşçi sınıfının olmadığı bir kırsal toplumda batıdan ithal edilen aydın kadrolarının
öncülüğünde Bir Bolşevik rejimi kurularak, yeni dönemde Kuzey bölgelerinin istikrara kavuşması
sağlanmak istenmiştir . Bu ideolojik imparatorluğun başına gelen Tatar asıllı Lenin , ikinci
enternasyonelin bir toplantısında , Anadolu’da yürütülen ulusal kurtuluş savaşının bir sosyalist
hareket olmadığını ama antiemperyalist bir öze sahip olduğu için , batılı emperyalistlerin merkezi
alanı işgal etmesine karşı bir mücadele olduğunu belirleyerek , Sovyetler Birliği’nin bu antiemperyalist
ulusal kurtuluş savaşına destek vermesini sağlamıştır . Rusya Müslümanlarının kendi aralarında
topladıkları maddi yardımın , Ankara hükümetinin eline geçmesini gerçekleştiren Sovyet yönetimi ,
batı emperyalizminin Orta doğu’da yayılmasına karşı Ankara hükümeti ile yakın işbirliği içine girmiştir
. Bu aşamada bir çok Rus temsilcisi Atatürk Türkiye’sine gelerek ,bu sıcak deniz ülkesi ile yakınlık
kurma çabası içerisinde olmuşlardır . Bakü Kurultayından gelen işbirliği süreci , batı emperyalizmine
karşı devam ettirilmiş ama Atatürk’ün öldüğü gün , yeni yönetim Atlantik güçleri ile gizli ittifaklar
imzalayarak , Rusların Bakü kurultayı üzerinden Akdeniz’e inen bir emperyalizme yönelmesinin
önünü kesmiştir .
Birinci Dünya Savaşı ile Osmanlı’nın geri çekildiği Orta Doğu topraklarına Rusların girmesi
önlenmiş ama ikinci dünya savaşı sonrasında Amerika’nın bu bölgeye girmesi önlenememiş ve bu
durumun sonucu olarak da iki bin yıl aradan sonra üçüncü İsrail devleti bir Yahudi yapılanması olarak
Arap ve İslam dünyasının tam ortasında oluşturulmuştur . Osmanlı sonrasında , Sovyetler Birliği ile
batı dünyası arasında soğuk savaş dengeleri merkezi alanda kurulmuş ve böylece Osmanlı
yönetiminin yokluğu ile gündeme gelen otorite boşluğu alanı bir güç ve şiddet dengesi ile
doldurulmak istenmiştir . Rusların Kars’a girdiği gün Kıbrıs’ı işgal eden İngiltere bu merkezi adadan
hiçbir zaman çıkmamış ve daha sonraki aşamada yanına Amerika Birleşik Devletlerini de alarak
İsrail’in kurulmasına giden yolu açmıştır . Kuruluş yıllarında Sovyetler Birliği ile iyi geçinen Atatürk
Türkiye’si ,ikinci dünya savaşına doğru dünya sürüklenirken , Hitler ve Mussolini’ye karşı Balkan
Paktını ve Sovyetler Birliği’nin sıcak denizlere inmesine karşı da, en büyük komşu ülke olan İran ile bir
araya gelerek Sadabat paktı adı altında bir bölgesel işbirliği ve güvenlik yapılanmasına yönelmiştir .
İkinci Dünya savaşı çıkarsa Rusların sıcak denizlere inme hedefi doğrultusunda Kars üzerinden Doğu
Anadolu ve Orta Doğu bölgelerine ineceğini iyi bilen Atatürk , tarih boyunca uzun süreli Türk
hükümdarlıklarının yönettiği İran ile bir savunma işbirliğine girmeyi ,bölge dengeleri ve Türkiye’nin
bağımsız yapısının korunabilmesi açısından gerekli görmüştür . Orta boy bir ulus devlet olan
Türkiye’nin tek başına Sovyetler Birliği ya da batılı emperyal ülkelere karşı koyamayacağını iyi bilen
Atatürk , tarihten gelen Türk-İran işbirliği ile merkezi alanının işgallere karşı korunabileceğini iyi
biliyordu .
Sovyetler Birliği dönemi , yirminci yüzyılda batı Avrupa devletlerinin sömürge
imparatorluklarının sona erdirilmesinde etkili olmuştur .Atatürk’ün on yıl önceki öngörüsü ile ikinci
dünya savaşını okyanus ötesi güç ile Bolşevikler kazanmış ve beş yüz yıllık sömürge imparatorluklarının
merkezi olan Avrupa kıtasının üstünlüğü dönemi sona ermiştir . Amerika ile Rusya arasına sıkışan Avrupa
ülkeleri kendilerini kurtarmaya çalışırken ,Rusya merkezli Sovyet İmparatorluğu Amerika Birleşik
Devletleri ile bir dehşet dengesi oluşturmuş ve bu doğrultuda bir barış içinde birlikte yaşama düzeni iki
kutuplu dünya yapılanması sayesinde kurulabilmiştir . Sovyetler Birliği gibi bir ideolojik imparatorluğu
ABD dengesi ile küresel alanda oluşturan Rusya ,bu durumdan yararlanarak güneye doğru yönelmiş ve
bir çok Asya –Afrika ülkelerinde sosyalist devrimler yaptırarak ,bu üçüncü dünya ülkelerini kendisine
bağlayabilmenin çabası içerisinde olmuştur . Tıpkı İngiltere ve Fransa gibi küresel alanda sömürge
imparatorluğu oluşturmaya yönelen Sovyet gücü Rusya merkezli yönetilirken , Rusların tarihsel olarak
gündemde tuttukları sıcak denizlere yayılma politikasına devam etmişlerdir . Balkanlar’da
Yugoslavya’nın kurulmasında ve Arnavutluğun sosyalist rejime yönelmesinde etkin olan Rus gücü ,daha
sonraki aşamada bu iki ülkenin, sosyalist sistemin güvenlik örgütü olan Varşova Paktından ayrılmasıyla
gene sıcak denizlerde var olma şansını elinden kaçırmıştır . Balkanlar’da ABD destekli bir Nato
yapılanmasında ,Yunanistan ve Türkiye yerlerini alarak Sovyet yayılmacılığına karşı bir set oluşturmuşlar
ama Hindiçini yarımadası üzerinden sıcak denizlere Sovyetler birliğinin açılması gündeme gelince ,
İngiltere Çin’de Maoist bir rejimin Sovyetler birliğine karşı bir çizgide örgütlenmesini sağlamış ,ayrıca
Amerika’da Vietnam adı verilen ülkede askeri bir işgale yönelerek Asya kıtasının güneyindeki sıcak
denizlere doğru Sovyet yayılmacılığını önlemeye çalışmıştır . Bu bölgede başlayan Vietnam savaşı uzun
sürmüş ve bütün dünya ülkelerinin emperyalizme karşı bir araya gelmesine giden yolu açmıştır . Bir
Atlantik gücü olarak ABD ,Rusya’nın Asya kıtası üzerinden sıcak denizlere inmesini önlemiştir . Benzeri
bir set çekme operasyonu Pakistan üzerinden de yapılarak , batı Asya bölgesi de Rusların sıcak denizlere
inmesi açısından kapatılmıştır .
Jeopolitik kitaplarında yer alan kenar kuşak teorisi doğrultusunda hareket eden batı
emperyalizmi , karşıt blok olan Sovyetler Birliğini kuzey yarı küresine hapsetmiş ve güneye doğru bütün
iniş yollarını kapatarak , ideolojik imparatorluğun sıcak denizlerde Rus hegemonyası doğrultusunda
yayılması süreci önlenmiştir . Ruslar bir büyük imparatorluğu yönetirken her yönden sıcak denizlere
inebilmenin yollarını aramışlar ,tıpkı Baltık denizindeki Petersburg kenti kenarındaki deniz çıkışı gibi
açılma yollarını Akdeniz’de Basra körfezinde ,Hint Okyanusunda ve Pasifik bölgesinde yaratabilmenin
çabası içinde olmuşlardır .Bunu iyi bilen batının önde gelen emperyal devletleri de kıtaların denizlere
açılan bölgelerindeki kenar kuşak ülkelerini ellerinde tutarak ,ya da Yugoslavya ile Arnavutluk örneğinde
olduğu gibi Rusların önünü kıtaların kıyılarındaki kenar ülkeleri kontrol altına alarak, Ruslar ile sıcak
denizler arasında yakın bağlantılar kurulmasını önlemişlerdir . Soğuk savaş dengelerinde bir türlü sıcak
denizlere inemeyen Rusya , dünya ticaret yollarında öne geçememiş ve bu yüzden batılı ülkeler dünya
ticaretini sürekli olarak ellerinde tutmuşlardır . Bu yüzden de Rusya’nın ideolojik imparatorluğunu bir
ekonomik çöküntüye uğratarak yıkmışlardır . Sıcak denizlere inemediği için dünya ticaretinde geri kalan
Rusya , güçlü ordusu ile elinde tuttuğu kuzey ülkelerini bir türlü doyuramamış ve bu yüzdenkapitalist
sisteme alternatif bir sosyalist ekonomik sistem kuramadığı için, ekonomik yarışı kaybederek çöküşe
doğru geçmiştir . Bu durumu yerinde gören batı bloku ekonomik çöküntü sonrasında , Avrupa Güvenlik
ve İşbirliği yapılanması üzerinden insan hakları saldırılarına geçince , ideolojik imparatorluk çatırdamaya
başlayarak kısa bir zaman dilimi içinde çökmüştür . Böylesine bir çöküşün kolayca elde edilmesinde ,
jeopolitik biliminin Rimland adı verilen kenar kuşak teorisinin uygulanmasıyla ,Rusların kuzey
yarıküresine hapsedilerek sıcak denizlere inişinin önlenmesinin büyük bir rolü olmuştur .
Sovyetler Birliği çökünce Rusya gene eski sınırlarına geri dönmüştür . Federasyon çatısı altında
da çok büyük alanları kontrol altında tutan Rusya devleti , Moskova merkezli jeopolitik konumu
nedeniyle gene eskisi gibi bir büyük kuzey gücü olarak dünya haritasındaki yerini korumaktadır . Ne var
ki , soğuk savaş sonrasında içine girilen küreselleşme döneminde tek kutuplu bir küresel yapılanmayı
,Amerika Birleşik Devletleri gerçekleştiremediği için çeyrek yüzyıllık bir süre sonrasında, Rusya tekrar
dünyanın en büyük güçleri arasında öne çıkarak , küresel bir aktör konumuna gelmiştir . Özellikle
küreselleşmenin batılı devletlerin emperyalizmi doğrultusunda gelişmesine karşı çıkan doğulu güçler
olarak Rusya ,Çin,Hindistan ve Brezilya bir araya gelerek BRİC ülkeleri ittifakına yönelince ,Rusya
Hindistan ve Çin ile bir araya gelerek dünya ticaret yollarına açılma doğrultusunda sıcak denizlere
ulaşma şansını bir başka açıdan elde etmiştir .Daha önceden Küba adası ile kurulan ilişkinin bir benzeri
yeni dönemde Brezilya ve Venezuella üzerinden Güney Amerika kıtası ile de kurulmuş ve böylece
Rusya’nın sadece merkezi alandaki sıcak denizlere inme hedefi ,yön değiştirerek bütün kıtalar üzerinden
sıcak denizlere erişme girişimine dönüşmüştür .Balkanlar ya da Kafkaslar üzerinden Akdeniz’e istediği
gibi inemeyen Rusya’nın Çin ,Hindistan ve Brezilya ile oluşturduğu küresel birliktelik çerçevesinde , öne
çıkmasını önleyen batılı emperyalistlere karşı, doğu ve güneyin en büyük devletleri ile işbirliği yaparak
sıcak denizlerdeki ticaret yollarına erişme şansını elde ettiği görülmektedir . Ayrıca , batı
emperyalizminin Asya kıtasını ele geçirmek üzere örgütlediği doğuya açılma girişimlerini karşı bir
işbirliği örgütü olarak kurulmuş olan Şangay İşbirliği Örgütü de yeni dönemde bir savunma
mekanizmasına dönüşerek , Rusya ve ortaklarının ekonomik açıdan batılı emperyal güçlere karşı bir
alternatif yapılanmaya yöneldiğini göstermektedir . BRİC ve Şangay Örgütleri gibi küresel ortaklıklara
giren Rusya, aynı zamanda komşusu olan eski Sovyet Cumhuriyetleri ile de bir Avrasya Birliği oluşumuna
yönelerek batının küresel üstünlüğünü önlemeye doğru adım attığı görülmektedir .Gene bu doğrultuda
kurulmuş olan Kollektif Savunma Birliği oluşumu da , Rusya’yı batılı rakiplerine karşı güçlendiren başka
bir uluslar arası örgütlenme olarak devreye girmektedir . Böylece ,bölgesel yönlerden sıcak denizlere
inemeyen Rusya’nın, daha geniş açılımlar ile alternatif örgütlenmeler üzerinden küresel rekabete
yönelerek sıcak denizlerde etkili olmaya başladığı yeni bir döneme girilmiştir .
Yeni bir yıla girerken , bazı büyük devletlerin ve araştırma merkezlerinin yayınlamış oldukları
raporlarda , Orta Doğu bölgesindeki sıcak çatışmaların daha da yayılacağı , Irak ve Suriye’deki iç savaşlar
benzeri sıcak olayların Arabistan,Mısır,Libya,Lübnan ,Sudan,Somali,Ürdün ve İran’da da ortaya çıkacağı ,
merkezi alanda yer alan bütün İslam devletlerinin mezhep ve tarikat çekişmeleri aracılığı ile iç savaşlara
sürüklenerek parçalanma noktasına gelecekleri açıkça dile getirilmektedir . Daha da ileri gidilerek
Afganistan savaşının Pakistan üzerinden orta Asya bölgesine de yayılarak ,bir Ön Asya ve Orta Asya savaş
alanı yaratılacağı geleceğe yönelen tahminler olarak öne sürülmektedir . Bu konular ile ilgili olarak
kamuoyuna açıklanan İsrail raporunda , bütün İslam devletlerinin terör kullanılarak çökertileceği ifade
edilirken , savaş süreci içinde bütün merkezi coğrafya da Rusya’nın etkisinin çok artacağı öne
sürülmektedir . Beş yüz yıldır sıcak denizlere inemeyen Rusya’nın küresel ittifaklara yöneldiği bir
aşamada kenar kuşak teorisini geçersiz kılarak , büyük ortaklıklara girmesiyle dengelerin değiştiği ve
Rusya’nın konjonktürel olarak orta dünya da daha güçlü bir konuma geldiği görülmektedir . İsrail
devletinin kurulduğu günden bu yana bölgeyi bir savaş alanına dönüştürdüğü dikkate alınırsa , Osmanlı
İmparatorluğu ve Sovyetler Birliği sonrasında merkezi alandaki otorite boşluğunun doldurulamadığı
göze çarpmaktadır . Böylesine bir boşluğu doldurmak üzere Atlantik emperyalizminin öne çıkardığı Yakın
Doğu Konfederasyonu ya da Büyük Orta Doğu Federasyonu ile Büyük İsrail İmparatorluğunun
kurulamadığı anlaşılmaktadır .Bu yüzden siyasal boşluk devam ederken ,ya bölge devletlerinin bir araya
gelmesiyle birlikteAtatürk’ün öncülük yaptığı Sadabat Paktı benzeri biçimde oluşturacakları bir Merkezi
Devletler Birliğinin kurulacağı ,ya da bölgeye en yakın büyük güç olarak Rusya Federasyonunun çatışma
alanlarına girerek el koyacağı yeni bir döneme doğru gidilmektedir .Bu doğrultuda Rusya iki binli yılların
başlarında yakın çevre doktrinini ilan ederek , kendi çıkarlarının bulunduğu komşu ülkeler üzerinde eskisi
gibi etkili olacağını ve çıkarlarını koruyacağını açıkça ilan etmiştir . Rusya Avrasya Birliğinin oluşumunda
öncülük yaparken , Orta Asya ülkeleri ile birlikte Ön Asya ülkelerini de bunun içine alabileceğini ve
oluşturduğu Kollektif Savunma Birliği aracılığı ile sıcak çatışma alanlarına anında müdahale edebileceğini
ortaya koymuştur .
Yeni dönemde , kendisine karşı bir Arap Birliği kurulmasını istemeyen İsrail , Amerikan ve Türk
askerlerini kendi savunmasında kullanamayınca ve Kuzey Irak üzerinden kendine bağlı bir güçlü ordu
oluşturamayınca ,bölgede kendisine tehdit edebilecek sıcak gelişmelere karşı Rusya’yı yeni kurtarıcı
olarak ilan etmektedir . Bu doğrultuda Rusya’nın Kırım’ı bir oldu bitti ile işgal etmesinde İsrail lobilerinin
Rusya’ya yardımcı bir çizgide hareket ettikleri görülmüştür . İsrail: ABD ,Avrupa, Çin ve İran ile yakın
ilişkiler içerisine giren Rusya’nın askeri gücünden yararlanabilmek için , dolaylı yollardan Rusya’nın
Kırım’ı işgaline destek vermiş ama bunun karşılığında Rusya’nın Kıbrıs’tan çıkmasını istemiştir .İsrail
kendi çıkarları açısından karşı kıyı konumundaki Kıbrıs’ı kimseye bırakmak istememekte , Rumlara karşı
Türkleri , Hrıstıyanlara karşı Müslümanları kullanarak ada sorununu çözümsüzlüğe terk ederken ,
Rusya’nın Güney Kıbrıs’taki varlığına da bir son vererek , adayı gelecekte Büyük İsrail devletinin bir
eyaleti konumuna dönüştürmek istemektedir . Kıbrıs’a soğuk savaş döneminde Sovyetler Birliği
yapılanmasından yararlanarak girmiş olan Rusya , adanın güneyini bir sıcak deniz merkezi olarak
kullanmakta ,Lefkoşe’de beş bin Rus devleti görevlisi diplomat statüsünde görev yaparken , yüz bin den
fazla Rus işadamı da, bütün dünya ülkelerine yönelik dış ticaretlerini bu sıcak deniz adası üzerinden
yürütmektedirler . Kıbrıs adasına yerleşen Rusya ,bu nedenle artık bir sıcak deniz problemine sahip olan
kuzey ülkesi olmak durumundan çıkmıştır .
I958 de General Kasım darbesi ile Irak’a yerleşen Rusya , daha sonra Suriye’ye girerek Hafız Esat
aracılığı ile bu ülkeye de yerleşerek Akdeniz kıyısında Taurus askeri üssünü kurmuştur . Orta Doğu’ya
ABD’nin gelmesi ve İsrail’in kurulmasına tepki olarak Rusya Sovyetler Birliği üzerinden merkezi alana ve
sıcak deniz kıyılarına yerleşirken ,karşı kıyada yer alan Kıbrıs’a da Makarios sayesinde girmiş ve bu adada
Akdeniz’in en güçlü komünist partisi olarak Akel’i kurmuştur . Sosyalist sistemin dağılmasına ve bütün
komünist partilerin kapatılmasına rağmen , Akel yapılanması İngiliz üslerine karşı bir denge unsuru olarak
bu adada Rusya desteği ile korunmuştur . Atlantik emperyalizminin İngiltere,ABD ve İsrail ortaklığı
doğrultusunda İngiliz üslerini kullanmasına karşılık , Rusya da Akel partisi aracılığı ile Kıbrıs üzerindeki
etkinliğini sürdürmekte ve iki yüz bine yakın vatandaşını bu adanın güney kısmında tutmaktadır .
Ruslar’ın Kıbrıs’ta yüz bin kişilik ayrı bir Rus kenti kurduğu bir yeni döneme girilmiştir . Rusya , batının
bütün engellemelerine rağmen , Suriye’deki askeri üssü ile Kıbrıs’taki kendine bağlı ekonomik ve siyasal
yapılanmasını korumuştur . Bugün için Rusya’nın Kıbrıs adası üzerinden Asya ve Afrika ülkelerine açılarak
sıcak denizler üzerinden dünya ticaretine girdiği görülmektedir . Rusya ile İsrail ilişkileri , bölgedeki sıcak
gelişmelere göre yönlenirken ,Rusya’nın Kıbrıs’tan çıkarılması için İsrail Kırım’ın Rusya ya verilmesini
desteklerken ,bir anlamda bölgedeki Arap ve Müslüman çoğunluğa karşı, Rusya ile yeni bir işbirliğini de
başlatmaktadır . Brzezisnki , son kitabında batı emperyalizmi ile ters düşecek bir Rusya’nın
Gürcistan,Ukrayna ,Ermenistan ve Beyaz Rusya gibi bölge devletlerini işgal ederek, federasyon çatısı içine
alabileceğini söylemektedir . Kafkasya’nın güneyinde yer alan Azerbaycan’da böylesine bir tehdit ile karşı
karşıyadır . 2015 yılı başlarken Doğu Anadolu olayları yeniden gündeme getirilerek , Büyük Ermenistan’ın
önü açılmaya çalışılırken , bugünkü Kafkas Ermeni devletini kurmuş olan Rusya’nın ilgisi yeniden
Anadolu üzerinden Orta Doğu bölgesine doğru kaydırılmaya çalışılmaktadır .
Avrupa ülkeleri ile büyük bir enerji ortaklığına girmiş olan Rusya , bu yoldan çok büyük
zenginliklere sahip olurken , batı ülkeleri ile ilişkilerini yumuşatmaya çalışmakta ama orta Doğu ‘da bir
İsrail yapılanmasının Hırıstıyan Avrupa ile karşı karşıya geldiği yeni aşamada , İsrail lobileri Rusya’nın
ilgisini ve ağırlığını Orta Doğu bölgesinde Araplara ve Müslümanlara karşı kullanmaya çalışmaktadır .
Kırım konusundaki işbirliği yarın Kıbrıs adasında da devam ettirilirse , bölge ülkelerini alt etmekte gücü
yetersiz kalan İsrail Rusya’yı ve bu ülkenin büyük askeri gücünü bölgedeki komşularına karşı kullanmaya
kalkışabilecektir . Kırım – Kıbrıs pazarlığı sonrasında benzeri bir pazarlık , Suriye üzerinde de gündeme
gelebilir ve bu ülke üzerinde İsrail’in istekleri doğrultusunda hareket etmeyen ABD ve Fransa’ya karşı
Rusya ‘nın ağırlığı , Siyonist lobiler tarafından dünya dengeleri için kullanılabilir . Olayların geliştiği son
yıllarda Rusya’nın geçen dönemde girmiş olduğu Suriye ve Kıbrıs’tan çıkmaya pek de istekli olmadığı ve
batının askeri saldırılarına karşı bu bölgede tıpkı Çin gibi İran ile beraber hareket etmeye çalıştığı göze
çarpmaktadır . Bugüne kadar İran ile ortak hareket eden Rusya’nın , gelecekte İsrail’in çıkarları
doğrultusunda bölge ülkelerine karşı kullanılması yeni bir dönemin başlangıcı olabileceği gibi , merkezi
coğrafyadaki siyasal gelişmelerin yönünü de değiştirecektir . Merkezi alanda batı üstünlüğünün devam
ettirilmesi konusunda, İsrail ile Avrupa ülkelerinin ters düşmesi noktasında Rusya bir kurtarıcı olarak
Siyonist lobiler aracılığı ile devreye sokulabilecektir . Yeni dönemde Rusya’nın Suriye’deki askeri üs
benzeri yeni yapılanmaları,Akdeniz kıyısında bulunan Mısır,Libya,Lübnan ya da Tunus,Cezayir gibi
ülkelerde de kurması gündeme gelebilir . Eski Osmanlı ülkeleri zaman içerisinde Rusya Federasyonunun
yeni eyaletleri olarak ortaya çıkabilir.Böylesine bir durumun gündeme gelmesi durumunda eskiden var
olan Rus-Osmanlı çekişmesinin bir benzeri Türkiye-Rusya arasında ortaya çıkabilir .
Artık sıcak denizlere inmiş olan Rusya’nın yeni dönemde eskisi gibi bir kuzey ülkesi olarak
hareket etmesini beklemek mümkün değildir . Soğuk bölgelerden sıcak denizlere inmiş olan bir Rusya
artık eskisinden daha fazla bir uluslar arası aktör olarak hareket edecek , kurucu olduğu Şangay Örgütü ,
BRİC yapılanması ,Avrasya Birliği ve Kollektif Savunma Örgütü üzerinden , batı merkezli politikalara
karşı doğu merkezli politikaları dünyanın gündemine taşıyabilecektir . Latin Amerika ülkeleri ile
sürdürülecek işbirliği beraberinde diğer Asya ve Afrika ülkelerine de yeni açılımları gündeme getirecek
ve Rusya eskisine oranla daha fazla küresel alanda güçlü bir süper ülke olarak siyasal gelişmeleri
etkileyecek ya da yönlendirecektir . Bu nedenle , Amerika Birleşik Devletleri de politika değişikliğine
giderek , merkezi alanda Rusya ile yeni bir işbirliğine gitmeye çalışmaktadır . Soğuk savaş döneminin
alışkanlığı olan ABD-Rusya paslaşması ile sorunların daha kolay çözüme kavuşması sağlanacak , ABD’nin
en büyük rakibi olan Çin’e karşı Amerika , Rusya ile işbirliğini Avrasya bölgesi ve merkezi alanda daha
geliştirerek sürdürecektir . Türkiye üzerinden kurulacak bir tahterevalli de Rusya ile Amerika merkezi
alanda kendi siyasal oyunlarını oynayacaklar ve böylece Avrupa’nın emperyal devletleri ile Çin’in yeni bir
emperyalist güç olarak Orta Dünyaya girmelerine izin vermemeye çalışacaklardır . Önümüzdeki
dönemde ABD-Rusya işbirliği merkezi alanda gelişirken, Avrupa ülkeleri de Çin ile işbirliği yaparak bu yeni
ortaklığı aşmaya çalışacaklardır . Kenar kuşak çevirmelerini ya da ,kuzeye hapsedilme senaryolarını aşan
bir Rusya Federasyonu yeni dönemde küresel etkinliğini artırırken , sıcak denizlerde at oynatan bir
küresel güç gibi hareket edebilecektir .
Osmanlı tarihi incelendiği zaman , bu merkezi imparatorluğun yedi asırlık hükümranlığının ilk
yarısında Selçuklu İmparatorluğundan devralınan bir misyon olarak Avrupa kıtasından gelen Haçlılara
karşı uzun süreli mücadele yürütülmüştür . İmparatorluğun son üç yüz yılında ise , kuzeydeki tehlike
olarak Rusya’nın sıcak denizlere inmesine karşı ,sistemli bir karşı koyuş örgütlenmeye çalışılmıştır . Bu
nedenle ,Osmanlı ahalisi arasında bir Moskof düşmanlığı sürekli olarak örgütlenmiş ve Rusya’dan
kovulan Türkler ile Müslümanların Osmanlı bölgelerine gelerek yerleşmesiyle , Rusya’nın sıcak denizlere
iniş harekatı önlenmeye çalışılmıştır .Osmanlı tarihi ile ilgili bütün kitaplarda kuzeydeki tehlike olarak ele
alınan Rus Çarlığının güneye doğru genişlemesi ,Rusların sıcak denizlere inişi olarak anlatılmaya
çalışılmıştır . Karadeniz kıyılarını ele geçiren Rusların benzeri bir girişimi Akdeniz kıyılarında da
gerçekleştirmeye çalışması yüzünden ,Osmanlı İmparatorluğu son üç asırlık döneminde sürekli olarak
Rus orduları ile savaşmak zorunda kalmıştır . Ruslar Balkanlar ve Kafkaslar üzerinden sıcak denizlere
doğru ilerlerken ,bu bölgedeki Türk imparatorluğu olan Osmanlı devleti önce çöküş ve sonra da yıkılış
dönemlerini yaşayarak dünya haritasından silinmiştir .Bir kuzey devleti olan Rusya’nın sıcak denizlere
inerek orta dünyaya egemen olması , merkezi Türk hegemonyasına son vereceği gibi , batılı emperyal
devletlerin de merkezi alandaki etkinliklerini devre dışı bırakacaktır .
Türkiye’nin tam merkezinde yer aldığı Orta Dünya’da ,hem ABD’nin hem de İsrail’in Rusya ile
yeni ortaklıklara ve işbirliklerine yönelmesi ,öncelikle Türkiye’nin meselesi olarak gündeme gelmektedir .
Daha düne kadar Rusya’ya karşı Türkiye’nin işbirliği yaptığı batılı müttefiklerin ,yeni dönemde küresel
çıkarları doğrultusunda hareket etmesiyle birlikte ,Türkiye içinde bulunduğu bölgede yalnızlığa terk
edilmektedir , Bu durumda , Türkiye’nin de yeni bölgesel ve küresel açılımlara girmesi gerektiği açıkça
ortaya çıkmaktadır. Küreselleşme görünümünde küresel şirketlerin ulus devletleri yıkma dönemi sona
ererken ve var olan devletler arasında yeni bir ulusal rekabet aşaması gündeme gelirken , Türkiye
cumhuriyeti de Selçuklu ve Osmanlı imparatorluklarından miras kalan siyasal birikim ile , cumhuriyetin
kurucu iradesinden devralınan jeopolitik bilinci kullanarak ,yeni dünya düzeninde kendine layık olan
yeri bulacaktır . Yeni bir dünya düzeni kurulurken , Türkiye Cumhuriyeti de kendisi için uygun bir yer
bulmak zorundadır . Aksi takdirde , Rusların sıcak denizlere inmesi operasyonu ile , merkezi alandaki
Türk devleti yapılanması sona erebilir . Büyük Avrupa, Büyük Orta Doğu ya da Büyük İsrail gibi projelerin
yanı sıra , Rusların Avrasya stratejileri de Avrasya kıtasında hem Türk dünyası varlığına hem de
Türkiye cumhuriyetine karşı çok ciddi bir tehdit oluşturmaktadır . Amerika ve Rusya arasında kurulmak
istenen tahterevalli senaryosuna alet olmak Türkiye’yi kurtarmaya yetmeyecektir . İsrail siyonizminin
İslam dünyasına karşı bir Hrıstıyan güç olarak Rusya’yı Orta Doğu’ya getirmesi , Amerikan askeri gücü
yerine Rus askeri gücünü bölge ülkelerine karşı kullanmaya çalışması da , merkezi alana kalıcı bir barış
düzeni getiremeyecektir . Dünyanın merkezi bölgesinde kalıcı bir barışın sağlanabilmesi , Türkiye
Cumhuriyetinin kurucusu Atatürk’ün gündeme getirdiği gibi , bölge devletleri arasında oluşturulacak bir
güvenlik ve işbirliği dayanışmasının örgütlü bir yapılanmaya dönüştürülmesiyle sağlanabilecektir . Türk
devleti şimdiye kadar yurtta ve dünyada sulh ilkesi üzerine dış politikasını yürütmeye çalışmıştır . Ne var
ki , yeni ortaya çıkan koşullar bu kez bir de bölgede barış ilkesini öne çıkarmaktadır . Amerikan ya da
İngiliz ordularının emperyal güçler olarak bölgeye barış getiremediği dikkate alınırsa , yeni bir emperyal
güç olarak , sıcak denizlere inmiş olan Rusya’nın orduları da merkezi alana barışı getiremeyecektir .
Bölge barışı bütünüyle harita üzerinde yer alan devletler arasındaki işbirliği ve dayanışmaya bağlı
bulunmaktadır . Bölge devletlerini bölerek barış sağlanamayacağı yarım yüzyıldır ortaya çıkmıştır
.Gerçek anlamda barış , bölge devletlerinin bir araya gelerek merkezi bir güvenlik ve işbirliği
örgütlenmesine gitmeleriyle elde edilebilecektir . George amcanın , Sam amcanın ya da Hans amcanın
gerçekleştiremediği merkezi barışı İvan amca da bir emperyalist olarak hiç bir zaman istendiği gibi
gerçekleştiremeyecektir . İvan amcanın , David amcanın Siyonist planlarına alet olması barıştan daha çok
bölgede yeni tepkilere yol açarak çatışmaları tırmandırabilecektir .
Sınaî Mülkiyet (marka - patent/faydalı model - endüstriyel tasarım) Hakları alanında Danışmanlık ve koruma almak isteyen firmalara
Sınaî Mülkiyet (marka - patent/faydalı model - endüstriyel tasarım) Hakları alanında Danışmanlık ve koruma almak isteyen firmalara
uzman desteği
Ulusal ve Uluslararası haklarınızın korunması
için ucuz değil doğru hizmet önemlidir.
TÜRKİYE’NİN HER NOKTASINA OFİSLERİMİZLE
DESTEK VERMEKTEYİZ.
TELEFON,YETKİLİ İSMİ,CEP ve OFİS TELEFONU ve
ADRES BİLGİLERİNİZİ BIRAKIN UZMANLARIMIZ SİZE ULAŞSIN.
MARKA; Üretilen ürün ve sunulan hizmetlerde kullanılan ayırt edici ve
tanıtıcı ibarelerdir. Tescil ile korunmalıdır.PATENT; Yeni, hayali olmayan - üretilebilir ve bir soruna çözüm getiren yenilik ve teknik buluşlardır. 20 yıl koruma sağlar.
TASARIM; Ürünlerin dış görünümünde yapılan farklılık ve estetik yeniliktir. Tescile konu edilebilir.
FAYDALI MODEL; Buluş sayılabilecek, var olan makine ve düzenekler üzerinde yapılan küçük değişik ve geliştirmelerdir. 10 yıl koruma sağlar.
Marka sahipleri, tescilli olan veya müracaatını yaptıkları markanın tüm dünyada korunduğunu düşünmektedir. Yanlış bilgi,
MARKA TESCİLİNE DAYALI HAK İDDİASI, SADECE TESCİL İLE KORUMA ALINAN ÜLKELERDE YAPILABİLİR.
Marka sahibi, tescilli "Markanın" kendisine tüm sınıflarda genel koruma sağladığını düşünür. Yanlış bilgi,
TESCİLLİ MARKA, MÜRACAATTA TALEP EDİLEN ÜRÜN VE HİZMETLERLE SINIRLI KORUMA SAĞLAMAKTADIR.
Girişimciler, Ticaret Odalarına firma açılışı yaptıklarında isminin tescilli olduğuna inanır ve ismim (markam) zaten tescilli der. Yanlış...
TİCARET ODASINDAKİ UNVAN KAYDI, MARKA TESCİLİ İLE ELDE EDİLEN KANUNİ YAPTIRIM HAKKINI SAĞLAMAZ.
EKONOMİ BAKANLIĞI İhracatçı firmalara "Yurt Dışı Birim, Marka ve Tanıtım Faaliyetlerinin Desteklenmesi" başlığında mali destek vermektedir. Destekten istifade edebilmenin temel şartı, "Tüzel Kişiliğe" sahip olan firmanın yurtdışında TESCİLLİ veya TESCİL BAŞVUSU yapılmış markasının bulunması gerekir.
Gıda Sicil Belgesi, TSE, HSYB, Garanti Belgesi alabilmek, Kamu İhalelerine katılmak ve Devlet Malzeme Ofisinde tedarikçi olarak yer almak için MARKA TESCİL BELGESİ sunmak zorunludur.
Firmalarımızın, yurtdışında pazar oluşturmak ve taklit kullanımları engellemek için kullandıkları markalarını ilgili ülkelerde TESCİL ettirmeleri gerekmektedir.
Marka
Patent
Endüstriyel Tasarım
Danışmanlık
Muzaffer
DÖNMEZ
05425610316
Muzaffer.donmez@gmail.com
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)