Cephelerde ordularını
düşman üzerine gönderen bir hükûmet, halkın aktif desteğini alamazsa savaşı
kolay kolay kazanamayacağını bilir.
Kurtuluş Savaşı yıllarında Ankara
Hükûmeti, halkın desteğini kazanmak için
idarede, ekonomide ve diğer alanlarda çalışanlar lehine bazı reformlar yapmak
zorunda olduğunun fark etti. Hatta Yunan ilerlemesinin yarattığı ve çok kritik
bir dönem olan 1920 yazında, idarenin doğrudan doğruya halka verilmesi de
Meclis’te dile getirilen çözümler arasındaydı. 1908’den beri Türk aydınlarını
derinden etkileyen halkçılık akımı, Sovyet Devrimi’nin de etkisiyle Kurtuluş
Savaşı Ankarasında doruk noktasındaydı.
1920’de Türkiye’yi yöneten asker,
eşraf ve aydınların sözcüleri, yüzyıllardır halkın sömürüldüğünü, emekçilerin
alınteriyle biriken servetlerin küçük bir azınlık tarafından tüketildiğini daha
açık ve daha kuvvetle vurgulamaya başladılar. Eylül 1920’de Meclise sunulan
Halkçılık Bildirisi de bu anlaşın eseriydi. Bu bildiri 20 Ocak 1921 Anayasası
olarak olgunlaşacaktı. Egemenlik kayıtsız şartsız millette olacak, halk kendi
kendini idare edecekti.
Emekçi halkın refahını
iyileştirmek için alınan önlemlerden biri, Zonguldak ve Ereğli Kömür
madenlerinde çalışanların durumuyla ilgilidir. O tarihlerde "Amele"
deyince akla önce maden işçileri geliyordu. Bunların hem sayısı çoktu, hem de
durumları çok perişandı. Yabancılar tarafından işletilen bu maden ocaklarında
önemli miktarda kömür tozu birikmekteydi. Bunlar satılmalı ve elde edilen gelir
işçilerin refahı için kullanılmalıydı.
İKTİSAT VEKİLİ KONUŞUYOR
Meclis’in en radikal
mebuslarından İktisat Vekili Celal Bey (Bayar), kanun tasarısını Mecliste
savunurken işçilerin aç ve çıplak olduğunu, bazılarının üzerinde gömlek bile
bulunmadığını söyledi. İşçilerin kalacak yerleri, giyecekleri, yakacakları da
yoktu. Kömür tozları ise bir işe yaramadan orada birikip duruyordu. Bunlar işçi
kuruluşlarına verilirse hiç değilse işçiler ekmek parasını kurtarabilirlerdi.
Madenleri güvence altına almak için de işçi hayatını bir düzene sokmak
gerekirdi. Celal Bey, “Angarya çalıştırma
devam ediyor, yazdığımız emirlerin bir faydası olmuyor” diye yakındı.
İktisat Vekili, kanunun bir an
önce çıkarılmasını isterken, başka ülkelerden örnekler verdi. Oralarda iki
tarafın da haklarının göz önünde tutulduğunu anlatıyor, aksi halde
olabilecekleri 18 Nisan 1921 günü şöyle ifade ediyordu:
“Yalnız bir taraf düşünülür, bir taraf baskı altında tutulursa, yalnız
bir tarafın hakkı korunursa, inanınız ki haksızlığa uğrayan taraf mutlaka
öfkelenip coşar ve memleketin genel durumu zarar görür.”
2 Mayıs 1921 günü Meclis, İşçilere 1 Mayıs
Armağanını sundu. Ereğli maden işçilerinin haklarını koruyan tasarının birinci
görüşmesi bitti. Buna göre 18 yaşından küçük olanlar ocaklarda çalıştırılmayacaktı.
İşçileri zorla çalıştırmak da yasaklanıyordu. Patron, işçi Yardımlaşma
Sandığı’na yardım yapmak zorundaydı. İşçileri parasız tedavi ettirecek,
sakatlananlara tazminat ödeyecek, çalışma süresi sekiz saatten fazla
olamayacaktı. Ocakların yakınlarında işçi koğuşları ve hamamlar yapılacaktı.
Söz alan mebuslar, işçilerin ne kadar kötü koşullarda çalıştırıldıklarını ve
yabancı patronlar tarafından nasıl sömürüldüklerini anlattılar. Yasanın bütün
ülkedeki işçileri kapsaması istendi. Hükûmet, işçiler için yeni bir tasarı
hazırlamakta olduğunu açıkladı.
İŞÇİLERİN EN BÜYÜK GÜNÜ
Zonguldak kömür havzası
işçilerinin genel haklarıyla ilgili ve sekiz saatlik işgünü kanununun
görüşülmesi, Sakarya boylarında kanın gövdeyi götürdüğü günlerde tamamlandı.
Buna göre işçi taban gündeliği de belirleniyor, iş sağlığı ve eğitimi gibi
konularda işverene bazı yükümlülükler getiriliyordu. Örneğin genç işçilerin
eğitimi için gece okulları, işçiler için hamam, hastane, eczaneler açılacaktı.
Bir hükûmet emperyalizme ne kadar
yakınsa emekçi halktan o kadar uzaktır. Halkın haklarını ne kadar koruyorsa
emperyalizme de o kadar uzaktır. Türkiye'nin Kurtuluş Savaşı yılları bunun en
belirgin kanıtıdır.
Kanunun kabulü, 10 Eylül 1021,
yani Sakarya Zaferinden üç gün öncedir.
İşçiler bu kanuna çok sevindiler.
On binlerce İşçi, Meclis Başkanlığına telgraf çekerek “Millî Hükümetin böyle
zor zamanlarda vatan savunmasıyla uğraşırken bile işçilerin haklarını korumakta
gösterdiğıi temiz yüreklilik ve şefkatten ötürü” teşekkür ettiler ve 10 Eylül
gününü işçiler için en büyük gün saydıklarını bildirdiler.Zeki Sarıhan
Kaynaklar:
Zabıt
Ceridesi, C. 10, s. 25, 32, 197, C. 12, s. 172; Hâkimiyeti Milliye, 3 Mayıs 1921, 11 Eylül 1921; Düstur 3/2, s. 130; Mahmut Goloğlu, Cumhuriyete Doğru, 1971, s. 204.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder