Birileri bunu kendi üstüne alınırmı,ibret alır mı bilemem ama son on yıl da ülke de yaşananların kısa bir özeti olarak bu öyküyü okumanızı isterim. Sadece bir tane oğlu bulunan, çiftlik sahibi, varlıklı bir adamcağız ölümünden bir süre önce, oğluna vasiyetini söyler: - Oğulcuğum. Yatağın altında, içi altın dolu iki tane kese var. Bunlardan biri senindir. Al, güzel güzel harca, helaldir. Diğerini ise, ne yapıp edeceksin, memleketin en büyük eşkıyasını bulacaksın ve ona hediye edeceksin. Sebebini sorma, vasiyetim böyledir ! Yaşlı adam bunları söyledikten bir kaç gün sonra ruhunu teslim eder. Oğlu, babacığımın vasiyetini yerine getirmeliyim deyip, her iki keseyi yanına alır ve memleketin en büyük eşkiyasını bulmak için ülkeyi dolaşmaya başlar. Fakat nereye gitse, hangi eşkıyayı sorsa, ondan daha da namlısı, kanlısı, belalısı olduğunu öğrenir ve böylece aylarca dolaşır. Yedi dağın eşkıyası diye bilinen bir haydudun öykülerini dinledikçe, bizim çocuk nihayet "artık bundan daha canavarı olamaz" deyip, eşkiyanın yasadığı dağa çıkmış. Eşkıyanın adamları çocuğu esir almışlar. Tek basına bu dağda ne gezersin bre ahmak, deyip soruşturmuşlar. Çocukcağız, ağanıza bir hediye getirdim, silahsızım, zaten size güç yetiremem diye yeminler etmiş; onun silahsız olduğunu anlayıp yedi dağın eşkıyasının karsısına çıkarmışlar. Eşkiya gürlemiş: - Be hey tıfıl, kimden cesaret aldın da benim dağıma girersin ! Kurda kuşa yem olmadan anlat bakalım burada ne aradığını. Babasının vasiyetini anlatmış, koynundan kesenin birini çıkarıp yedi dağın eşkıyasına uzatmış: - Ağam, babamın bana emaneti altın kesesi işte budur. Sizin hakkınızdır. Bunu size vermezsem babam mezarında rahat yatmaz, lütfen kabul edin. O namlı eşkıyanın yüzünde babacan bir ifade belirmiş: - Sevdim seni be genç adam. Safsın, temizsin, belli ki daha dünyadan haberin yoktur. Evet benim namım bu dağları sarmıştır, lakin memlekette benden büyük bir eşkıya daha bulunur. Biz eşkıya da olsak, hak etmediğimiz mala el sürmeyiz. - Etmeyin ağam, sizi bulmak için bir senedir dolaşmaktayım. Ağa, elini kaldırıp konuşmuş. - Sen şimdi dön, şehre var. Kadı efendiyi bul. Memleketin en büyük eşkiyası odur. Selamımı söyle, bu keseyi ona ver. Eminim alır! Bizim genç adam şehre varmış. Kadının konağına varmış, başından geçenlerin hepsini anlatmış. - Bu keseyi hak eden sizmişsiniz, ben de eğer kabul ederseniz size takdime geldim. Kadı efendi zemberekten boşalır gibi yerinden fırlamış: - Vay ahlaksız, müfteri eşkiya! Hakkımızda neler demiş. Be hey Allah'tan korkmaz kul, sen ne yüzle bana haram para teklif edersin ! Şimdi yatırayım mi seni kırbaç altına? Genç çocuk ağlamaya başlamış: - Efendim ben de anlatılanlara uydum. Aylardır evimden uzağım, artik gezmekten usandım, yoruldum. Hani şöyle kitaba bir baksanız da bu işin bir hal yolunu bulsanız. Kadı efendi, kara kaplıyı açıp sakalını sıvazlamış: - imdiii, bir din ve devlet temsilcisinin böyle açıktan para kabul etmesi hem kanun-u âli’ye, hem de Allah rızasına münasip olmayıp, alan da veren de bu âlemde ve mahşerde suçlu durumuna düşer. Lakiiin, eğer aramızda bir ticari akit tanzim eder ve dahi sen bana bu bir kese altını bir alışveriş neticesinde takdim eyler isen, ben dahi bunu senden bir hizmet karşılığı alır isem, şer'an caiz olup başkaca bir işlem yapılması gerekmez. Yani, kısacası, ben bu altınlar karşılığı sana bir şey satacağım. - Ne satacaksınız efendim? Kadı efendi, elini uzatıp pencerenin dışını göstermiş. - Bak bu dışardaki bahçe ve civarındaki cümle arazi bana aittir. Şimdi, ne görüyorsun bu arazinin üzerinde ? - Kar, her yeri bembeyaz kar kaplamış. - Pek güzeeel, işte ben bu arazideki karları sana satacağım, sen de bir kese altın karşılığı aldığını beyan eder bir belge imzalayacaksın, böylece alışveriş tamam olacak. Derhal bir sözleşme düzenlemişler, imzalar atılmış. Altın kesesini kadı efendiye teslim eden çocuk, huzur içinde oradan ayrılmış. Memlekete gitmeden önce bir handa geceleyip hem karnını doyurmayı hem de biraz dinlenmeyi uygun görmüş. Sabaha karşı kadının emrindeki zaptiyeler kapıyı yumruklamışlar. - Kalk hele, kadı efendi seni görmek ister, davası varmış ! Yaka paça kadının huzuruna çıkarmışlar. Kadı hiddet içinde. Daha, selamın aleyküm diyemeden kadı efendi bağırmış: - Be hey utanmaz, arlanmaz, eşkiya kılıklı işgalci. Bre biz seninle dün akşam arazimdeki karları satın aldığına dair sözleşme imzalamadık mı ? - İmzaladık kadı efendi, ben de karşılığını size takdim ettim. - Sus ! Bak bakayım dışarıya, ne var arazimin üzerinde? - Ne olacak, kar var ... tıpkı dünkü gibi. - Mel'un hala konuşuyor ! Dün sen bu karları benden satın almadın mı ? O halde senin karların ne hakla benim arazimi işgal ederler ?! Şimdi bu işgal , kanun dairesine ve de hak rızasına uygun mudur? Derhal kaldır o karları benim arazimden, yoksa seni işgalcilikten hapse attırırım! - Aman efendim, dönümler dolusu karı ben nasıl kaldırayım ? Gücüm yetmez, karda kışta ölür kalırım. - Onu, arazimi işgal etmeden önce düşünseydin! Vallahi yapacağım gereğini. Çocukcağız yine yalvarmış. - Efendim, ocağınıza düştüm, yok mudur bu işin de kitaba uygun bir hal yolu ? Kadı, kara kaplıyı tekrar açmış, bir müddet mırıldanarak okuduktan sonra: - Vardır! imdiiii arazi sahibi ve davacı olan ben ile, davalı sıfatı ile sen arasında, arazimi işgal bedeli karşılığında, benim de rızam ile bir kese altın karşılığı işbu karları burada tutmaya iznim olduğunu belirtir bir mukavele imzalarsak, bu husus kanun ve nizama uygun bir şekilde hale kavuşur. Yanii, sen bana öbür kese altını da işgaliye bedeli olarak vereceksin. Bizim genç çocuk öbür kese altını da vermiş, gereken evrakları imzalamış, konaktan çıkıp temiz havaya kavuştuğunda, dağlara bakıp konuşmuş: - Hey gidi yedi dağın efesi ! Sen hakliymışsın. Daha büyük eşkıyalar da varmış. Senin açık açık yaptığın eşkiyalık, bunların kanunla yaptığı eşkıyalığın yanında nedir ki ...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder