8 Ekim 2015 Perşembe

ATATÜRK'ÜN FARKI


1934 yılı, haziran ayı... Ankara, önemli bir konuğu ağırlamaya hazırlanıyor. İran Şahı Rıza Pehlevi gelecek ve Atatürk devrimleriniinceleyecek. 
Atatürk, yakın arkadaşlarını Çankaya Köşkü'nde topluyor. 
"Şah için nasıl bir program yapalım?" diye soruyor. 
Kimi Orman Çiftliği'ne götürmeyi öneriyor, kimi "Merinos'u gezdirelim" diyor.
 
Beğenmiyor önerileri Atatürk: 
"Bütün bunlar İran'da da var. Onlarda olmayan bir şey yapmalı, farkımızı ortaya koymalıyız." Aklında bir şey olduğu belli... Sofradakiler merakla bekleşirken kararını açıklıyor: 
"Opera yapacağız!“ 
İşte ilk Türk operası Özsoy'un doğuş sahnesi bu...
Atatürk operanın konusunu da kendisi belirliyor. 
İranlıların Şeyhnamesi'nden esinlenmiş bir destan planlıyor: 
Öykü, Hakan Feridun'un ikiz oğulları Tur ile İraç üzerine kurulu... İkizler doğduğunda şeytanın gazabı onları birbirinden ayırıyor. 
Ayrı yollara gidip birbirlerinden uzaklaşıyorlar. Ama yüzyıllar sonra buluşup kardeş olduklarını anlıyorlar.

Tıpkı "ayrı yollara giden ikizler" Türkiye ve İran gibi... 
Bunu yazması için Münir Hayri Egeli'yeveriyorlar. Librettoyu 
(Libretto, opera, operet, oratoryo, bale, müzikal gibi sahne eserlerinin yazılı metinlerine verilen addır. Müziğin sözü olarak tanımlanabilir) Egeli yazıyor. Sonra besteci arayışına girişiliyor.Adnan Saygun akıllarına geliyor. Saygun, devlet bursuyla gönderildiği Paris'ten yeni dönmüş. Musiki Muallim Mektebi'nde hocalık yapıyor. Henüz 27 yaşında... 
  
Librettoyu okutuyorlar kendisine... 
"Şah geliyor. Bundan bir opera yapacaksın" diyorlar. 
Seviniyor Saygun... Daha önce hiç operası yok Türkiye'nin... 
Soruyor:   
"Solist var mı?“   
 "Yok!" 
"Koro var mı?" 
"Yok." 
"Orkestra var mı?" 
"Yok." 

"Ne kadar vaktimiz var?" 
"Bir ay!" 
Mucizevi bir öyküdür bu... 1 ayda, 27 yaşındaki o adam, hem de Riyaseti Cumhur Orkestrası şefinin engelleme çabalarına rağmen solistleri bulur, orkestrayı, koroyu kurar, eseri besteler ve Türkiye'nin ilk opera eserini yaratır.
O uykusuz geceler için sonradan şöyle yazacaktır
"Ah bu çalışma!.. Zaman kısa, imkânlar son derece sınırlı. (..) Ama içimiz coşkun. 
Yalnız benim değil, bütün görev almış arkadaşlarımın içi şevkle kaynıyor. Acaba o atılım üstüne atılım yıllarında, içimizde duyduğumuz dinmek bilmez heyecanı, sönmek bilmez ateşi şimdiki kuşaklar nasıl duyuyorlardır". 

Atatürk, gelişmeleri uzaktan takip eder. Bir ara Sovyet sefiri Karahan'a 
"Sen anlarsın, git bir bak" deyip provalara yollar. İyi haber alınca kendisi de gidip izler bir provayı... 
Ve Özsoy, 19 Haziran 1934 gecesi, iki devlet adamının huzurunda sahnelenir   
Atatürk, bu mucizenin yaratıcılarını gece Çankaya Köşkü'nde ağırlar, kutlar ve engellemeye çalışanlara,
"Bu, bir devrim hareketidir!“ der

7 Eylül'de Adnan Saygun'un 100. doğum yıldönümü kutlandı. Saygun'u ya da Özsoy'u anımsayan kaç kişi var bugün?

 Ya da daha zor soru: 
 "O devrim yıllarının dinmek bilmez heyecanını, sönmek bilmez ateşini" şimdikiler duyuyorlar mı dersiniz?   


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder