21 Ekim 2015 Çarşamba

Muzaffer Dönmez: MUHTEŞEM YAHUDİ(KANUNİ DÖNEMİNE KISA BAKIŞ)

Muzaffer Dönmez: MUHTEŞEM YAHUDİ(KANUNİ DÖNEMİNE KISA BAKIŞ): Buradaki amaç bir zümreyi ya da dönemi karalamak ya da aşağılamak değil,bilgilendirmektir... Kanuni döneminin ailelerini ve kurmaylarını ...

MUHTEŞEM YAHUDİ(KANUNİ DÖNEMİNE KISA BAKIŞ)


Buradaki amaç bir zümreyi ya da dönemi karalamak ya da aşağılamak değil,bilgilendirmektir...

Kanuni döneminin ailelerini ve kurmaylarını gelin birlikte

inceleyelim.

İktidarındaki ihtişam ile birçok batı ülkesinde Muhteşem

Süleyman olarak anılan Osmanlı halifesi Kanuni'nin aslında

muhteşem bir Yahudi olduğunu belirtelim.

Kanuni Sultan Süleyman bildiğiniz gibi Yahudi bir anneden

doğmuştur.

Padişah Yavuz Sultan Selim'in hanımı, Kanuni Sultan

Süleyman'ın annesi Polonya Yahudisi Helga (Hafza

Sultan)'dır.

(S. Shaw, History of the Ottoman Empire and Modern

Turkey, Vol. I, 1976. p.148)

Kanuni, Yahudi geleneğini evliliğinde de sürdürmüştür.

Kanuni'nin hanımı, Hürrem Haseki Sultan (Roxolena)

Ukrayna sınırları içerisinde bulunan Rohatyn kentinde

doğmuş bir yahudi asıllıydı.

(Andrée Aelion Brooks, The woman who defied kings,

Michigan Universty, Paragon House, 2002, p.437)

Hürrem Sultan'ın kirası, Ester Handali ya da Ester Kira (ö.

1590) adında Yahudi bir kadındı. Osmanlı'nın derin

devletine hakim olan tek kadındı.

Önce Hürrem Sultan'ın sonra da Hürrem Sultan'ın gelini

Nurbanu Sultan'ın sırdaşı ve sekreterlik görevini yaptı.

Sarayda büyük bir güce sahipti.

( Canlarına tak eden Sipahiler tarafından parçalanarak

öldürülüp köpeklere yedirilmiş )

(E.Nashim, A Journal of Jewish Women's Studies and

Gender Issues 13: p.49-67)

( Kira= Ekonomi Danışmanı. GOOGLE girin, '' Yahudi Kira ''

yazın, Ara'yı tıklayın ve görün !!! )

(Roxalana) Hürrem Sultan'ın kızı Mihrimah Sultan'ı, Yahudi

asıllı olan Damat Rüstem Paşa ile evlendirmişti.

(Elli Kohen, History of the Turkish Jews and Sephardim,

University Press of America, 2007. p.51)

Kanuni'nin göreve getirdiği 1550-1553 yılları arasında

Osmanlı donanmasının Kaptanı Derya'sı Sinanüddin Yusuf

Paşa, Damat Rüstem Paşa'nın da kardeşiydi.

(Sicil-i Osmani, Başbakanlık Osmanlı Arşivleri, Kültür

Bakanlığı ve Toplumsal Tarih Vakfı, İstanbul.1996, Cilt:5,

s.1515)

Sinan Paşa'nın Yahudiliğini, Türkiye Yahudi Cemaati'nin

gazetesi Şalom'da şöyle anlatılmaktadır:

Kanuni'nin amirallerinden olan Sinan Paşa, ortaçağ

kaynaklarınca "The Great Jew (Ulu/Büyük Yahudi)" olarak

adlandırılır.

Açık denizlere yelken açtığında Osmanlılar tarafından

'Süleyman'ın Mührü' adı verilen Davud yıldızı olan sancağı

gemisinin gönderine çekerdi.

(Şalom - Melih Namer, Tarihe İz Bırakan Yahudi Korsanlar,

16 Aralık 2000)

Daha sonra Padişah II.Selim'in yerine eşi Nurbanu

Sultan'dan olma oğlu III.Murat geçmişti.

Osmanlı tarihinde ilk olarak Valide Sultan unvanını alan

Nurbanu Sultan bir Yahudi Dönmesidir. Bu dönemde

Saray'da Yahudi nüfuzu artış göstermiştir.

(İ.Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin Saray Teşkilatı,

Türk Tarih Kurumu, Ankara 1945, s.88)

Yahudiler'in kutsal kitabı Tora, Yahudi anneden doğan

çocuğun Yahudi sayıldığını belirtmektedir.

Yahudi Ulusu'nun büyük kurtarıcı ve İsrail'in Kralı saydığı

Kanuni'yi bugün A.B.D'de unutmamış ki Amerika

Temsilciler Meclisi'nin salon duvarına Akasya içerisinde

bir Kanuni portresi yer almaktadır. Akasya masonik

literatürde sonsuzluğu ve ihtişamı ifade eder.

Kanuni Sultan Süleyman bütün Yahudileri sarayda toplamış

ve onlara çok büyük ayrıcalıklar tanımıştır. Yahudiler en

çok onun döneminde güç ve refaha ulaştılar.

(Encyclopedia Judaica, Jerusalem, 1971. Vol. 18, s.269)

8 Ekim 2015 Perşembe

Muzaffer Dönmez: ATATÜRK'ÜN FARKI

Muzaffer Dönmez: ATATÜRK'ÜN FARKI: 1934 yılı, haziran ayı... Ankara, önemli bir konuğu ağırlamaya hazırlanıyor. İran Şahı Rıza Pehlevi gelecek ve Atatürk devrimleriniincele...

ATATÜRK'ÜN FARKI


1934 yılı, haziran ayı... Ankara, önemli bir konuğu ağırlamaya hazırlanıyor. İran Şahı Rıza Pehlevi gelecek ve Atatürk devrimleriniinceleyecek. 
Atatürk, yakın arkadaşlarını Çankaya Köşkü'nde topluyor. 
"Şah için nasıl bir program yapalım?" diye soruyor. 
Kimi Orman Çiftliği'ne götürmeyi öneriyor, kimi "Merinos'u gezdirelim" diyor.
 
Beğenmiyor önerileri Atatürk: 
"Bütün bunlar İran'da da var. Onlarda olmayan bir şey yapmalı, farkımızı ortaya koymalıyız." Aklında bir şey olduğu belli... Sofradakiler merakla bekleşirken kararını açıklıyor: 
"Opera yapacağız!“ 
İşte ilk Türk operası Özsoy'un doğuş sahnesi bu...
Atatürk operanın konusunu da kendisi belirliyor. 
İranlıların Şeyhnamesi'nden esinlenmiş bir destan planlıyor: 
Öykü, Hakan Feridun'un ikiz oğulları Tur ile İraç üzerine kurulu... İkizler doğduğunda şeytanın gazabı onları birbirinden ayırıyor. 
Ayrı yollara gidip birbirlerinden uzaklaşıyorlar. Ama yüzyıllar sonra buluşup kardeş olduklarını anlıyorlar.

Tıpkı "ayrı yollara giden ikizler" Türkiye ve İran gibi... 
Bunu yazması için Münir Hayri Egeli'yeveriyorlar. Librettoyu 
(Libretto, opera, operet, oratoryo, bale, müzikal gibi sahne eserlerinin yazılı metinlerine verilen addır. Müziğin sözü olarak tanımlanabilir) Egeli yazıyor. Sonra besteci arayışına girişiliyor.Adnan Saygun akıllarına geliyor. Saygun, devlet bursuyla gönderildiği Paris'ten yeni dönmüş. Musiki Muallim Mektebi'nde hocalık yapıyor. Henüz 27 yaşında... 
  
Librettoyu okutuyorlar kendisine... 
"Şah geliyor. Bundan bir opera yapacaksın" diyorlar. 
Seviniyor Saygun... Daha önce hiç operası yok Türkiye'nin... 
Soruyor:   
"Solist var mı?“   
 "Yok!" 
"Koro var mı?" 
"Yok." 
"Orkestra var mı?" 
"Yok." 

"Ne kadar vaktimiz var?" 
"Bir ay!" 
Mucizevi bir öyküdür bu... 1 ayda, 27 yaşındaki o adam, hem de Riyaseti Cumhur Orkestrası şefinin engelleme çabalarına rağmen solistleri bulur, orkestrayı, koroyu kurar, eseri besteler ve Türkiye'nin ilk opera eserini yaratır.
O uykusuz geceler için sonradan şöyle yazacaktır
"Ah bu çalışma!.. Zaman kısa, imkânlar son derece sınırlı. (..) Ama içimiz coşkun. 
Yalnız benim değil, bütün görev almış arkadaşlarımın içi şevkle kaynıyor. Acaba o atılım üstüne atılım yıllarında, içimizde duyduğumuz dinmek bilmez heyecanı, sönmek bilmez ateşi şimdiki kuşaklar nasıl duyuyorlardır". 

Atatürk, gelişmeleri uzaktan takip eder. Bir ara Sovyet sefiri Karahan'a 
"Sen anlarsın, git bir bak" deyip provalara yollar. İyi haber alınca kendisi de gidip izler bir provayı... 
Ve Özsoy, 19 Haziran 1934 gecesi, iki devlet adamının huzurunda sahnelenir   
Atatürk, bu mucizenin yaratıcılarını gece Çankaya Köşkü'nde ağırlar, kutlar ve engellemeye çalışanlara,
"Bu, bir devrim hareketidir!“ der

7 Eylül'de Adnan Saygun'un 100. doğum yıldönümü kutlandı. Saygun'u ya da Özsoy'u anımsayan kaç kişi var bugün?

 Ya da daha zor soru: 
 "O devrim yıllarının dinmek bilmez heyecanını, sönmek bilmez ateşini" şimdikiler duyuyorlar mı dersiniz?   


7 Eylül 2015 Pazartesi

AHLAK

AHLAK (sözlükten):  Bir toplum içinde kişilerin topluma dayalı benimsedikleri, uymak zorunda bulundukları/hissettikleri davranış biçimleri ve kuralları; aktöre/töre, moral, etik.
Felsefi tanımı: AHLAK: Toplumsal aklın da etkisiyle bireysel aklın ve vicdanın davranışları.

Bazı filozoflar da ahlakı "MUTLULUK" diye tanımlar.
Din, ırk farkı gözetmeksizin kendisinin ve insanların mutluluğunu arayan, hak, hukuk, adalet, eşitlik kavramlarına dayalı diğerlerinin mutluluğundan mutlu olma..
Ahlak bu işte.. Bizde olmayan..

Devam;
 "Ahlakın temelinde doğa, bilgi, insana saygı vardır." 
"Bilim her türlü kötülüğün/ahlaksızlığın karşıtıdır."
Doğanın yapısı ahlaklıdır. Hayvanlar, bitkiler, sular, topraklar ahlaksız değillerdir. Doğuştan insanlar da.

Ahlaka yönetsel, özellikle dinsel boyut verildiği zaman iktidar/tek adam, tanrı, kitap, peygamber, cemaat/tarikat lideri, ulema buyruğuna dönüşeceği için bireysel akıl, vicdan ve de kişilik yani bilimsel/felsefi ahlak tanım yok olur.

Bu nedenle
Ne kadar din, 
Ne kadar ulus,
Ne kadar küçük toplum (kabile, aşiret vb), 
Ne kadar aile,  BİREY VARSA O KADAR FARKLI AHLAK ANLAYIŞI VARDIR.
 Bunlardan ahlaka uygun diyenlerin diğerlerinde ahlaksızlık olarak nitelendirilmeleri çok sık rastlanan bir durumdur.




Bu ahlak ahlaksızlarının karakterleri, 
Yalan, iftira, öfke, fitne, dedikodu, kin, iki yüzlülük, sözünde durmamak, kulluk...
kul hakkı yemek,
haksız kazanç, vergi kaçırmak, insana, mala, çevreye, görevlerine, hakka, hukuka, yasalara, insan haklarına.. saygılı davranmamak.
başkasının malını gasbetmek, 
rüşvet almak/vermek,
Cinsel tecavüz,
Şiddet kullanmak,
Toplumsal huzursuzluğa, bozgunculuğa neden olmak;
Dini, kişisel yarar ve gösteriş için kullanmak,
yukarıdakileri kamusal güç kullanarak yapmak, Devlet görevini* kişisel inanç ve yarar doğrultusunda kullanmak.
*Bütçe tahsisinde, ihalelerde, tayinlerde, tarafsız, herkese eşit davranmak yerine  kişisel/partisel yarar gözetmek.


Kuran'a   göre en büyük günah kul hakkı yemektir.
Ve bizim yetkililerin her gün yaptığı bazıları:
insanlar arasında fitne çıkarmak (el Bakara 2/217); 
ana-babaya isyan etmek (İsra,17/23),
akrabaya miras hakkını vermemek (en-Nisa, 4/7, 13; İsra, 17/26);
malı gereksiz yere israf etmek (İsra, 17/27);
zina yapmak (İsra 17/32; en-Nisa, 4/15-16);
Haksız yere yetim malı yemek. (Nisa, 4/10);
haksız yere adam öldürmek (İsra, 17/33);
ölçü ve tartıyı tam yapmamak (İsra, 17/35);
kibirlenmek (İsra, 17/37);
iffetli kadına zina isnat etmek (en-Nisa, 4/23);
yalan; insanları diliyle çekiştirmek; kaş göz hareketleriyle alay etmek (Hümeze, 104/1 ).
Bütün büyük günahlardır.

Yasal çerçevede ve işini iyi yapanları görevden alarak onları ve devleti zarara uğratmak da hep kullar hakkı yemektir.


5 Eylül 2015 Cumartesi

Muzaffer Dönmez: Mısır Hükümdarı (Firavunu) Akhenaton'un (Amenofis'...

Muzaffer Dönmez: Mısır Hükümdarı (Firavunu) Akhenaton'un (Amenofis'...: "Tanrı uludur, birdir, tektir Ondan başkası yoktur Bir tanedir O'dur her varlığı yaratan...." Bu ezan değil. Mısır fir...

Mısır Hükümdarı (Firavunu) Akhenaton'un (Amenofis'in) Yazdığı Bir Şiir-Tek Tanrı'ya İnanan Firavun ve Amin Kelimesi...


"Tanrı uludur, birdir, tektir
Ondan başkası yoktur
Bir tanedir
O'dur her varlığı yaratan...."

Bu ezan değil. Mısır firavunu Amenofis'in yazdığı bir şiir.
Şiir şöyle devam ediyor:
"Bir ruhtur Tanrı, görünmeyen bir ruh...
Ta başlangıçta vardı Tanrı,
Tek varlıktı o.
Hiç bir şey yokken o vardı.
Her şeyi o yarattı
Ezelden beri süregelen varlığı,
Ebediyete kadar sürecek,
Gizlidir Tanrı, kimse görmemiştir onu.
İnsanlara ve yarattıklarına sır kalır her zaman."
Tek tanrılı dinlerin gerçek kurucusu Amenofis, her duanın sonunda kendi adının söylenmesini emretmiş: 'Amen!.'
Önce Tevrat'a oradan Hıristiyanlığa, onlardan da İslamiyete sirayet eden 'amin' de oradan.
Yani "Amen" kelimesi eski Mısır dili olan Koptça. (Kıpti kelimesi de ordan gelir..) ve o devirde kıtlık nedeniyle Mısır'a göç etmiş olan Yahudiler de o zamanki Mısır geleneğine uyarak böyle söylemeye başladılar.
Anlaşıldığı kadarı ile Yahudileri Mısır'dan çıkaran Hz. Musa bu geleneğe dokunmamış ve bu gelenek Yahudilikten sonra Müslümanlıkta da iyice kök salmış.
Gariptir ki,  hem Yahudi ve Hıristiyanlar hem de Müslümanlar günde birçok kere nefret ettikleri Firavunun adını anmaktalar...

26 Ağustos 2015 Çarşamba

Muzaffer Dönmez: SÜPER ÜÇLÜ: İDEOLOJİ, DİL VE SÖYLEM(1)

Muzaffer Dönmez: SÜPER ÜÇLÜ: İDEOLOJİ, DİL VE SÖYLEM(1): Yaşlanmaya başlayınca insan biraz daha takık oluyor.Yıllardır Siyasi Partilerde Kurucu,Üst Düzey Yönetici,İl Başkanlığı,Belediye Başkan A...

Muzaffer Dönmez: Karl Marx’a göre İdeoloji nedir?(2)

Muzaffer Dönmez: Karl Marx’a göre İdeoloji nedir?(2): İdeoloji Althusser’in dediği gibi bireylerin gerçek varoluş koşullarıyla kurdukları hayalî ilişkinin bir temsilidir. Sembolik gerçekliğin...

Muzaffer Dönmez: Michel Foucault’a göre “İdeoloji ile Söylem” arası...

Muzaffer Dönmez: Michel Foucault’a göre “İdeoloji ile Söylem” arası...: Michel Foucault’a göre ,ideoloji kavramını kullanmak üç açıdan sakıncalıdır.İlk olarak,ideoloji kavramı kuramsal gelenek içinde doğrunun ...

Michel Foucault’a göre “İdeoloji ile Söylem” arasındaki farklar(3)


Michel Foucault’a göre ,ideoloji kavramını kullanmak üç açıdan sakıncalıdır.İlk olarak,ideoloji kavramı kuramsal gelenek içinde doğrunun (truth) karşıtı olarak kullanılagelmiştir.Oysa sorun bilimsel ya da doğru bilginin nasıl oluştuğu ve ideolojik olanın da bunun yanılsaması olarak nasıl tanımlanacağı sorunu değildir.Sorun,söylem içindeki doğruluk etkisinin (effects of truth) tarihsel olarak nasıl üretilebildiğini görebilmektir.Bilginin doğruluk iddiası söylem sayesinde üretilir; söylemin karşıtı değil,farklı olarak söylemin üretilebilmesinin koşuludur. Böylece,Foucault ile söylem,ancak doğruluk iddiası üreterek kendini var eden anlam pratiği olarak tanımlanır.Birbirini dışlayan ideoloji ve gerçeklik kavramları yerine ancak bir arada varolabilen söylem ve doğruluk kavramlarını yeğlemektedir Foucault.
İkinci olarak,Foucault ideoloji kavramının hümanist bir özne kavramını gerektirmesini eleştirir.İdeolojiyi, özneler, kendi nesnel/sınıfsal çıkarlarına göre üretirler. Böylece ideoloji kavramı,önceden oluşmuş ve çıkarlarının tekabül ettiği ideolojik temsillerin farkında olan bir öznenin verili koşullarına dayanır.Yani, ideolojiyi insanlar kendi gereksinimlerine göre üretirler.Oysa ki, söylem kavramı,öznenin dilsel toplumsal pratikler üretilen bir söylemsel konum olduğunu iddia eder. Özne söylemden önce var olamaz;kendisi söylem sayesinde ve söylem içinde üretilendir. Nesnel çıkar ya da sınıfsal konum ancak söylem tarafından üretilirse vardır ve ancak söylemin ürettiği somut bağlamın anlamı olarak vardır. Üçüncü ve son olarak Foucault,ideoloji kavramının kendine dışsal bir belirleyici (determinant) gerektirdiğini söyler. İdeoloji bir başka temel belirleyicinin işlevi gibi tanımlanır;ikincil ve belirlenendir.Bu tanım,klasik marksizmdeki gibi alt yapı benzeri belirleyici bir merkez tanımlamaktan kurtulmayı olanaksız kılar.. Bu noktada klasik ideoloji kavramı ile postyapısalcı söylem kavramı tamamen birbirinden koparak ayrışır. Bu farkı iktidar kavramının tanımlanması bağlamında daha iyi kavramak olasıdır. Foucault, Althusser’e çok benzer bir tarzda söylem ile iktidarın kuruluş sürecinin aynı olduğunu,iktidarın bir söylem olarak bireylere geldiğini ve onları öznelere dönüştürdüğünü söylemektedir. Foucault’a göre söylemin kendisi bir iktidardır ve bir iktidar etkisi olmayan söylem söz konusu olamaz. Söylem bu iktidarı,bilginin üretilmesi sayesinde yaratır.Klasik ideoloji kavramında ise , zneler önceden kurulmuş varlıklar olarak,maddi nesnel yapıdan türetilen çıkarlarının bilincine varabilirler ve bu bilinci ideolojik ifadelere tercüme edip iktidarı ele geçirebilirler. İktidar, bütün bunların sonunda ele geçirilip,kendi çıkarlarını egemen kılmanın nihai aracı olarak kullanılacak bir sahiplenme ilişkisi olarak tanımlanır. Bu tartışmadan da anlaşılacağı üzere postyapısalcı yaklaşım Foucault’un modeli çerçevesinde klasik ideoloji kuramlarına bir alternatif önermektedir. Bu modelin temel varsayımı,toplumsal bir pratik olarak dil kullanımının ortaya çıkardığı “söylem”in ,kendi dışında hiçbir belirleyiciye gereksinimi olmadan, özerk ve kendi kendini belirleyen olarak tanımlanmasıdır. Foucault’un ideoloji eleştirisinde somutlaşan bu kavramsal tartışma,aynı zamanda söylem kavramıyla ilgili,kuramsal alandaki iki ana farklılaşmaya tekabül eder.  Söz konusu kuramsal yaklaşımlardan biri,söylemi, kendi kendine belirlenen bir toplumsallık olarak ele aldığı için söylem dışı (non discursive) bir alanın varlığını ve söylem üzerindeki belirlenim (determination) erkini reddeder.Bu yaklaşım daha çok postyapısalcı ve postmodernist kuramcılar tarafından benimsenir.  İkinci yaklaşım ise,söylem kavramı merkezli kuramı savunmakla birlikte,söylemin toplumsalın her alanını tüketemeyeceğini ve söylemsel olmayan bir alanın tanımlanabileceğini iddia ederler.


Karl Marx’a göre İdeoloji nedir?(2)


İdeoloji Althusser’in dediği gibi bireylerin gerçek varoluş koşullarıyla kurdukları hayalî ilişkinin bir temsilidir. Sembolik gerçekliğin içindeki kurguyu çekip çıkarırsak sembolik gerçekliği de ortadan kaldırmış oluruz. Burada altı çizilmesi gereken en önemli nokta Gerçek ile sembolik gerçeklik arasındaki farktır; denebilir ki hayâli olan, Gerçek ile sembolik gerçeklik arasındaki sanal köprüdür. Gerekli bir yanılsama olan söz konusu sanal köprü yıkılırsa bilinçdışı tamamen bilincin yerini alarak özneyi psikoza sürükler ve hiçliğe mahkûm eder.
Marx ideolojiyi “negatif ideoloji” biçimi ile alır. Yani Marx’a göre ideoloji egemen sınıfın tabi sınıf üzerindeki hakimiyetinin zihinsel/algısal/bilişsel uzamını oluşturur. Marx’ın yazılarında ideoloji tasavvuru ile ilgili ilk ipuçlarını , gerçekliğin bilince yansımasını ,eşyanın görüntüsünün bir fotoğraf makinasının merceğinden geçerek filme baş aşağı yansımasına benzettiği “camera obscura” metaforunda bulabiliriz. Bu ideoloji anlayışı günümüz ideoloji paradigmaları arasında “yanlış bilinç” olarak ayrıştırılır…
K.Marx’tan alıntı:
Eğer her ideolojide insanlar ve onların ilişkileri bize camera obscura‘da imişçesine başaşağı görünüyorsa ,bu olayda,tıpkı nesnelerin,gözün ağ tabakası üzerindeki tersliğinin onun doğrudan fiziksel yaşam sürecinden ileri gelmesi gibi,onların tarihsel yaşam süreçlerinden ileri gelir.
Yukarıdaki tanımlama ile, ideolojinin maddi gerçekliğin tersine dönmüş ifadesi olduğu ileri sürülmektedir. Öyleyse ideoloji maddi-gerçek koşulların yansıması değil,farklı olarak bu koşulların yanlış bilgisidir… Bu tanımın sonucu ,yanlış bilginin kaynağı olan ideoloji ile doğru bilginin kaynağı olan bilimin, birbirini dışlayıcı kavramlar olarak tanımlanmasıdır.
Ancak Marksın yazılarında ideoloji yalnızca yanlış bilinç olarak geçmez.
Marx’tan alıntı:
Gerçek,etkin insandan hareket edilir,onların gerçek yaşam sürecinden hareketle bu yaşam sürecinin ideolojik yansı (reflexes) ve yankılarının (echoes) gelişimini ortaya koyabiliriz. Ve hatta insan beyninin hayalleri (phantoms) bile deneysel olarak saptanbilen ve maddi temellere dayanan,insanların maddi yaşam süreçlerinden doğan yüceltmelerdir…..Yaşamı belirleyen bilinç değildir,bilinci belirleyen yaşamdır
Burada,ideolojinin ,insanın gerçek yaşam pratiği karşısında bir refleks olarak tanımlanması yanılsamadan çok yansıma anlamı taşımaktadır:ideolojik olgular maddi koşulların yansıması ile oluşur..
Marx’ın üçüncü ideoloji yaklaşımı egemen sınıfın düşüncesinin tüm sınıfların düşüncesi haline geldiği yaklaşımdır. Egemen sınıfların toplumun maddi güçlerini olduğu kadar entelektüel güçlerini de yönetmesi dolayısı ile egemen sınıfın düşüncelerinin ona tabi sınıfın düşünceleri haline gelmesi (hakim olması) söz konusudur burada..
Marx’tan alıntı
Yöneten sınıfın düşünceleri her dönemde yöneten düşüncelerdir,yani toplumun maddi güçlerini yöneten sınıf aynı zamanda entelektüel güçlerini de yönetir.Maddi üretim güçlerini kendi elinde tutan sınıf aynı zamanda zihinsel (mental) üretimi de denetler,yani,bu sayede ,genel olarak söylemek gerekirse,zihinsel üretim araçlarından yoksun olanların düşünceleri de tabi hal gelir
Bu tanımdaki sorun ,egemen sınıfların sınıfsal çıkarları ile bu çıkarların ideolojik olarak tanımlanması arasındaki tekabüliyet ilişkisinin neden emekçi sınıf için de geçerli olmadığıdır.Burjuva sınıfı nesnel çıkarlarını bilip bunları ideolojik düzeye taşıyabilirken neden emekçi sınıf aynı şeyi yapamamaktadır?
Marks,”ekonomi politiğin eleştirisine katkı” yapıtında, ekonomik temelin oluşturduğu alt yapı ile altyapıdaki değişmelerin belirlediği hukuk,din,siyaset,estetik ve felsefi vb üst yapının ideolojik biçimleri arasındaki belirlenim ilişkisinden söz eder.Bu yazıdaki anlatım göz önüne alındığında ideoloji artık, üretimin ekonomik koşullarının maddi dönüşümüne paralel olarak açıklanabilecek,insanların yaşadıkları çelişkilerin bilincine vardıkları ve bu bilincin yarattığı bir mücadele içinde konumlandıkları alan olarak tanımlanmaktadır.
Şimdi “somut-gerçek” olanın, Marx’ın bahsettiği şekliyle nasıl gözümüze “dinsel/teolojik mahiyette ” göründüğü sorunsalına yaklaşabiliriz.
Bu çözümlemeye Marksın Kapitalinde “meta fetişizmi” kavramı bağlamında gidilmektedir.Maddi pratik (praxis) bilinçte izdüşümü yaratmakta ve bilinci belrilemektedir.Yani praxisin bilince çarpık/ters yansıması söz konusu değildir.Ancak çarpık olan bir şey vardır ve o da nesnel gerçekliktir.”Meta fetişizmi” ve “para/kar dürtüsü” yaşamını sürdürmek için zorunlu olarak emeğini kullanan insanın “iş bölümüne dayalı kapitalist üretim biçiminin” dişlileri arasında “emeğinin ürününe yabancılaşmasına” yol açan çarpık unsurlardır.Para nın basit bir mübadele aracı olmaktan çıkarak ölümcül kar dürtüsünün enstrümanı haline gelmesi ,insanın kullanmak için değil kar etmek için meta üretimine soyunması ve dünyanın, emekleri ile değer yaratan insanların birbirleri ile değil ürettikleri metaların kendi aralarında ilişki kurduğu bir görünüme bürünmesi çarpık,adeta dinsel/teolojik mahiyette gerçekliklerdir..
 İşte ideoloji dosdoğru bir şekilde bu çarpık ,teolojik mahiyetteki gerçekliğin algılanmasından başka bir şey değildir. 


BUNALTTIYSAM ÖZÜR DİLERİM….

SÜPER ÜÇLÜ: İDEOLOJİ, DİL VE SÖYLEM(1)


Yaşlanmaya başlayınca insan biraz daha takık oluyor.Yıllardır Siyasi Partilerde Kurucu,Üst Düzey Yönetici,İl Başkanlığı,Belediye Başkan Adaylığı vb. pek çok görev aldım.
Siyasetle yıllardır aktif olarak ilgileniyorum diyen insanların bile siyasete ne kadar uzak olduklarını gördükçe biraz daha fazla takılır oldum.
İnsanın sağcıyım diyebilmesi için solu,solcuyum diyebilmesi içinde solu iyi bilmesi gerektiğini söyler dururum ama insanlar neci olduğundan bile bilhaber olarak partici olmaya çalışıyorlar.
Bu yazdıklarımı da kim okur,kim feyz alır bilemem ama bilginin paylaşıldıkça faydalı olduğuna ve değerli olduğuna inananlardanım,bir kusurum olursa affola…
Çok dallandırmadan bu konu ile ilgili 3 yazı hazırladım,umarım beğenirsiniz.
İdeoloji ve söylem birbirinden ayrı düşünülmeyen iki kavramdır. Kısaca ifade edecek olursak, söylem ideolojilerin dile getirilmesinde ve aktarılmasında rol oynamaktadır. Yani ideolojilerin yeniden üretilmesinde ve günlük hayatta ifade edilmelerinde etkindirler.
Söylem, dilin kullanım biçimidir. Dil ve söylem ilişkisini buradan kaynaklanmaktadır. Ancak söylem, sadece dil ile sınırlandırılamamaktadır. Çünkü söylem karşılıklı iletişimin tamamını içerir. Dil ise düşünceyi ve ideolojiyi taşıyan temel bir araç olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak bunun yanı sıra dil ideolojik bir olgudur. Yani dil ideolojik bir araçtır. Toplumda yer alan bireylerin, hakim grupların çıkarlarını destekler şekilde düşünmesine neden olacak biçimde kullanılmaktadır.Yeri geldiğinde en etkili silahlardan daha tehlikelidir.
Dil kullanıldığı yapı içerisinde anlam kazanmaktadır. İdeoloji ve dil arasındaki ilişki de bu noktada daha çok görünür kılınmaktadır. Dil, kullanıldığı durumların bütünü içinde anlam kazandığına göre, ideoloji de bir olgu, olay ya da durum içinde, o durumun koşullarında oluşacaktır. Bu açıdan bakıldığında ideolojinin de yapısal bir olgu olduğunu savunmak yerinde olacaktır.
İdeoloji ise gerçekliği kodlama sistemidir. Bu yüzden genel anlamda ideoloji, belli bir sınıfa ya da gruba ait olan bir olgu değildir. Ancak grupların toplumsal olguları ve koşulları içinde ayrı ayrı gerçeklikler üreten bir olgudur. Bu sebeple ideoloji de yapısal bir olgudur.
İdeoloji maddidir. Söylem de maddi olan toplumsal dünyayı oluşturan ilişkilerin, pratiklerin, özne ve nesnelerin yeniden üretilmesine katkıda bulunmaktadır. Dil, gerçekliğin ortaya çıkmasına yarayan bir olgudur. Hakim ideoloji, medyayı kullanarak söylemler üretmeye yaramaktadır. Aynı zamanda söylemler de ideolojinin üretilmesini sağlamaktadırlar.
Buna göre İmgeler, söz dizimi, tonlama, konular, tutarlılık, (ön)varsayımlar, metaforlar (eğretileme) ve uslamlama, ilk olarak akla gelen unsurlardır. Konuyu daha da açacak olursak, sözcük ve tümcelerin tonlama vurgusu, sayfa düzeni, genişliği ve yazı karakteri, renk, fotoğraflar veya film gibi görsel yapılar, söyleme can veren noktalardır. Bu noktalar, özellikle medyada oldukça kullanılmaktadır. Haberlerin aktarımı, ideoloji doğrultusunda hangi hususların üzerinde durulacağı, hangisinin es geçileceği ya da daha küçük bir ölçekle hedef kitleye sunulacağı, bu noktalardan yararlanılarak oluşturulur. Alıcının haberde en çok dikkat etmesi ya da göz ardı etmesi istenilen hususlar, söylem yardımıyla belirgin ya da görünmez kılınmaktadır. Yani ideolojileri alma, öğrenme ve şekillendirme aracıdır söylem. Söylemi oluşturma yolu da dilden geçmektedir. Dil ideolojinin maddi bir biçimidir ve ideoloji tarafından kuşatılmıştır.
Bireyin ideolojilerle tanışması, yani fikirler elde etmesi, aileden başlamaktadır. Daha sonraki aşamalarda da toplumsal grubumuzdaki diğer kişilerle ilişki içine girerek, kitaplardan, gazetelerden okuyarak, reklamlardan, filmlerden, haberlerden vs. izleyerek elde etmekteyiz. Toplumsallaşma süreci içinde, toplumsal birlikteliklerle, iletişimlerle ve etkilerle ideolojiler yani fikirler bireylere aktarılmaktadır. Yani bir bakıma ideolojiler, fikirler öğrenilmektedir. İşte tam da bu yüzden bilişsel bir olgudur ideoloji. İdeoloji aslında inançlar bütünüdür. Ancak buradan ortak inançların belirli bir toplum veya kültürde ideolojik olduğu sonucuna varılmamalıdır. Bir düşüncenin ideoloji olabilmesi için mücadeleci bir durumun söz konusu olması gerekmektedir. Yani karşıt görüş, muhalefet bir taraf, çıkar çatışması gibi durumların mevcut olması gerekmektedir. Bu yüzden de ortak alan inançları salt olarak ideolojik değildir. Bu açıdan bakıldığında, ideoloji yapısal bir olgudur. Söylem de yapılar tarafından biçimlendirilmektedir. Aynı zamanda söylem de yapıların yeniden üretilmesine ve dönüştürülmesine katkı sağlamaktadır. Bu yapılar doğrudan doğruya söylemsel/ideolojik bir doğaya sahiptir-sözcüklerin düzeni, kodlar ve sözcükler ve söz-alma teamülleri gibi bunların öğeleri, ancak bunlar dolayımlanmış bir biçim içermektedirler.
Söylem bahsedilen toplumsal pratiklerin en önemlisidir. Çünkü toplumsal pratikleri doğrudan açıklayabilen ve ideolojileri aktarabilen bir olgudur. Bu yüzden söylem kuramı ideolojileri anlamak için çok önemlidir. Aynı zamanda da söylem kuramını anlayabilmek için de ideolojileri ve toplumsal dönüşümleri anlamak gerekmektedir. Kısacası ideoloji ve söylem arasındaki ilişki çift yönlü bir ilişkidir.
Söylem deyince akla gelen isimlerden birisi de Foucault’dur. Foucault söylem üzerine düşünürken Marksizm ve ideoloji kavramlarından yararlanmıştır. Foucault’un çalışmalarında da söylem ve ideoloji bir ilişki içerisindedir. Ancak ona göre ideoloji ve söylem arasında farklar bulunmaktadır. Foucault, bilgi üzerine konuşurken aslında söylem hakkında da görüşlerini bize aktarmış olmaktadır. Ona göre bilgi toplumsal, kuramsal ve söylemsel baskının bir bileşkesi tarafından belirlenmektedir.
Foucault’un çalışmaları “iktidar” meselesi üzerine şekillenmektedir. Foucault Marksist teorinin savunduğu, iktidarın ekonomi-politik ilişkilerin bir uzantısı olduğu ve devlet iktidarının yegane iktidar olduğu fikrinden ayrılmaktadır. Ekonomik ilişkiler ona göre birincil sırada değildir. Ona göre toplumsal yaşamda tek bir iktidar kaynağı bulunmamaktadır. İktidar ilişkileri toplumun değişik alanlarında değişik biçimlerde bulunmaktadır. Bu noktada Foucault, iktidarı devletin sınırlarının ötesine taşımış bulunmaktadır. Ona göre iktidar mekanizması dikey olarak işlememektedir,  iktidar toplum içinde dolaşmaktadır. İktidar ilişkileri derecelendirilebilmektedir.
“Söylemler güç ilişkileri alanında işleyen taktik öğeler ya da bloklardır; aynı strateji içerisinde farklı hatta çelişik söylemler varolabilir; bunlar (söylemler) bir stratejiden, karşıt bir diğer stratejiye biçimini değiştirmeden geçebilir. “(Foucault, 1981, 101)
Bu durumu, medyada şiddet konusu üzerine uyarlamaya çalışacak olursak; cinayetin, şiddetin “kötü” olduğu, insan psikolojisini olumsuz etkilediği, toplumsallığın içinde yaşamanın bir koşulu olarak şiddetin kontrol altına alınması gerektiği tezahürleri dile getirilirken, şiddet başka bir alanda başka söylemler altında yeniden üretilmektedir. Medyada gösterilen şiddet içerikli programlar, haberler vs. halkın şiddete karşı olan yaklaşımını, psikolojik durumunu etkilemekte ve bu durum toplumsallığın içinde şiddet kültürünün yeniden üretilmesine neden olmaktadır.
İktidarın baskıcılığı iktidar ile özne arasında uzlaşımı sağlamaya yarayacak kadardır. İktidar baskısı, rıza mekanizması ile ilişki içerisindedir. İnsanlar, otokontrol mekanizması ile denetim altına alınmaktadırlar. Toplum içinde insanlara nelerin yapılıp yapılmaması gerektiği öğretilmektedir. Neyin “yanlış” olduğunu bilen insanlar, kendi özdenetimlerini ortaya koyarak bir eylemi gerçekleştirmemektedirler. Ve dahası, bu eylemi kendi rızalarıyla gerçekleştirmediklerini düşünmektedirler. İşte iktidar, ideoloji, oto-kontrol ve rıza mekanizması ilişkisi bu şekilde karşımıza çıkmaktadır.
“Bireyler olarak zihinlerimiz eylemlerimizi kontrol etmektedir. Eğer karşımızdakinin zihni, bilgisi ve kanaatleri etkilenebilirse onun eylemleri de etki ve kontrol altına alınabilir. Ayrıca bireylerin zihinleri metin veya bireyler tarafından etkilenebiliyorsa, o zaman söylemin dolaylı olarak da olsa insanların eylemlerini kontrol ettiğini belirtebiliriz. Bu nedenle ikna ve manipülasyon günümüzün önemli konularından biri haline gelmiştir. Bu noktada eleştirel söylem çözümlemesi, bu tür bir gücün nasıl istismar edilerek hakimiyet kurulduğu üzerinde durmakta ve söylemler üzerinde kontrol kurularak, bireylerin inançlarını ve eylemlerinin egemen çıkar grupları lehine nasıl çevrildiği konusuna odaklanmaktadır.”
Örneğin medya vasıtasıyla çeşitli sembollere, imgelere, söylemlere maruz kalmaktayız. İlk bakışta hangi medya programını ne kadar takip ettiğimiz bizim tercihimizle, rızamızla alakalıymış gibi gözükse de, biz bize sunulan seçenekler arasından tercih yapmak durumundayız. Bu nokta da bizim rızamızı aşan bir husus olarak karşımıza çıkmaktadır. Hiçbir medya kanalını tercih etmediğimizi iddia etmek büyük bir yanılgı olacaktır. Çünkü medya tek boyutlu bir olgu değildir. Günümüzde hayatın, toplumsal yaşamın her alanında medya kanalları yerini almıştır. Sokaklardaki afişlerden, evimizdeki radyodan ya da televizyondan, alışveriş yaptığımız markete kadar birçok alanda, birçok vasıtayla insanlara anlam aktarımı yapılmaktadır. Çünkü günümüzde artık iktidar toplumsal hayatın her yerindedir. Ve ideolojik söylemler tüketim nesnelerinde, nesneleştirilmiş olgularda, pratiklerde yer almaktadırlar. Bu açıdan bakıldığında “tüketim toplumu” çalışmamızın seyri açısından büyük önem arz etmektedir. Bu konuya daha ileriki bölümlerde değinilecektir.İdeolojiler dil ile inşa edilmekte, iletilmekte ve böylece hegemonyanın devamlılığını sağlamaktadırlar. Bu yüzden, hegemonya ideoloji kavramıyla birlikte değerlendirilmesi gereken bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır.



21 Ağustos 2015 Cuma

ÇİPRAS'IN SONU...

Çipras seçimi kazandığında herkes onu KAHRAMAN gibi görmeye çalışıyordu,yılların Siyasetçileri-Gazetecileri bile övgüler yağdırıyordu.
Bense ,bu Hükümet'in 6 aylık ömrü olduğunu ve Yunanistan'ı daha kötü bir duruma sürükleyeceğini yazıyordum.
Sonunda olmsı gerekenden daha farklı bir sonuç olmadı ve Çipras Hükümeti erken seçim kararı alarak istifasını sundu.
Yıllardır çarşambanın geleceğinin salıdan belli olduğunu söyler dururum ama peşin konuşmam kimsenin işine gelmiyor...
Çipras, Nazım Hikmet şiiriyle istifa etti...
20 Ağustos 2015 Perşembe 21:44
Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras, erken seçim yolunu açmak için istifa ettiğini açıkladı. Televizyondan halka hitap eden Çipras, “Daha güçlü bir hükümeti kurmak için istifamı sunmak üzere cumhurbaşkanına gidiyorum. Sizden de daha güçlü bir hükümet kurmak için destek bekliyorum” diye konuştu. Nazım Hikmet’in “En güzel günlerimiz, henüz yaşamadıklarımız” şiirini de okuyan Çipras’ın bu kararı almasında, yeni kredi paketi için Meclis oylamalarında aleyhte oy kullanan parti içindeki sol muhalefetin tutumu rol oynadığı vurgulanıyor.
Geçici Başbakan kadın
Çipras’ın istifasınn ardından geçici hükümete geçilecek. Geçici hükümette başbakanın Yargıtay Başkanı Vasiliki Thanu olması bekleniyor. Eğer bu gerçekleşirse Thanu Yunanistan’ın ilk kadın Başbakanı olacak. Erken seçimlerin 13 ya da 20 Eylül’de gerçekleşeceği söyleniyor.
İŞTE ÇİPRAS’IN OKUDUĞU NAZIM HİKMET’İN O ŞİİRİ...
En güzel deniz:
Henüz gidilmemiş olanıdır...
En güzel çocuk:
Henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz:
Henüz yaşamadıklarımız.
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz:
Henüz söylememiş olduğum sözdür...

http://muzafferdonmez.blogspot.com.tr/2015/07/sirtaki-bittiadisyon-zamani.html

BARIŞ SÜRECİ SAFSATASI

Barış Süreci'nin bir kandırmacadan ibaret olduğunu defalarca yazdım.
Bunun sadece PKK'nın kışa hazırlık yapması ve güçlenmesi için bir tertip olduğunu ve bu işin AKP ile planlandığını da belirttim.
Bazı salaklar "Bak ne güzel Şehit haberi gelmiyor"dediklerinde de bunun arkasından çok tehlikeli bir sürece girileceğini belirttim.
Sonuçta düğmeye basıldı.
Komplo Teorisi demeyin,son seçimlerde AKP'nin hiç bir seçim oyununa girmemesi de PKK'nın HDP eliyle meşrulaştırılarak Meclis'e girmesi hedefiydi.Bundan sonra olacaklar bizi daha tehlikeli bir açmaza sürükleyecektir...
Aşağıda bugünkü bir köşe yazısını ve daha önce yazdığım blog yazımı gönderiyorum;
PKK: Görüşmeler sürerken büyüdük
Güvenlik uzmanlarına göre PKK’lı teröristler çatışmasızlık döneminde yerleştirdikleri bombalı tuzakları şimdi patlatıyor. Berman adlı PKK’lı bir kadın terörist de Wall Street Journal gazetesine, “Devletin barış görüşmelerini bırakacağını biliyorduk. Bu sürede büyüdük ve organize olduk” dedi.
SİİRT’in Şirvan ile Pervari ilçeleri arasındaki karayolunda devriye görevi yapan askeri araç yol alırken, PKK’lı teröristlerin yola kurulmuş bombalı tuzağı uzaktan kumanda ile patlatması sonucu 8 askerin şehit olması, bu tuzaklarla ilgili önceden neden istihbarat alınmadığı veye farkedilmediği sorusunu gündeme getirdi. Hürriyet’e bilgi veren istihbarat kaynakları, bu tuzakların birkaç gün önceden kurulmadığına dikkat çektiler. Tuzakların çatışmasızlık döneminden kalma olduğunu ve bunların “uyuyan bombalar” olarak tanımlandığını ifade eden istihbarat kaynakları şunları söylediler:
GÜVENLİK GEVŞETİLDİ
“Çözüm süreci boyunca bölgede çatışmasızlık ortamı vardı. Süreç boyunca bölgede güvenlik önlemlerinin gevşetildiği bir gerçek. Bu sırada PKK’lılar ellerindeki patlayıcıların bir bölümünü barınak ve mağaralarda sakladı, bir bölümünü de Siirt’teki gibi yolların, köprülerin, tünellerin kritik noktalarındaki gizli bölümlere yerleştirdi. Kullanılan patlayıcıların miktarı tuzaklamanın yapıldığı yerin durumuna göre 700 ile 1000 kiloya kadar çıkabiliyor. Bu bombalar yerleştirildikten sonra kabloların uçları görülemez şekilde dışarıda bırakılıyor. Yollar birçok kez asfaltlandığı için de bunları tespit etmek çok zor.
YERLERİNİ BİLİYORLAR
Biz bunlara ‘uyuyan bombalar’ diyoruz. Teröristler tuzak kurdukları yerleri bildikleri için kabloları birleştirip fünyeyi takıp, uzaktan kumandayla patlatıyorlar. Yollarda trafik olduğu için de sürekli dedektörle arama yapılamıyor. Bu tür tuzakların başka yerlerde de olduğunu tahmin ediyoruz. Buna göre istihbarat çalışmalarımızı yoğunlaştırıp, gereken önlemleri almaya çalışıyoruz.”
ÇOK DERİNE GÖMÜYORLAR
PKK’nın özellikle yolların altına tuzakladığı bombaların bulunamamasının nedeni, bu tuzakları TSK’nın elindeki dedektörlerin tespit etme özelliğinden çok daha derine gömmesi ve üzerlerini plastik veya tahtalarla kaplaması. Çok gelişmiş dedektörlerin dışındaki standart dedektörlerle 15-20 santimetre derinlikteki patlayıcıların tespiti yapılabiliyor. PKK ise tuzaklarını 40-50 santimetre derine gömüyor. Üzeri de plastik ve tahtalarla kaplandığı için tespit edilmesi çok zor oluyor. Örgüt bombalarda çoğunlukla Irak’tan temin ettiği A 4 ve C 4 patlayıcıları kullanıyor. Bunları ele geçirdiği eski mühimmatlarla da güçlendiriyor. Patlatmayı çoğunlukla uzaktan kumanda ile cep telefonu ve telsizlerle yapıyor. PKK, mayınları da A 4 ve C 4’lerle daha da güçlendirebiliyor.
1 - 2 KM. UZAKTAN
PKK el yapımıyla 300’den fazla değişik tipte patlayıcı üreten bir örgüt. Tuzakladığı bomba ve mayınları 1-2 kilometre mesafeden uzaktan kumanda ile patlatıyor. Güvenlik birimleri bunun önlenebilmesi için terör tehdidinin olduğu bölgelerde tüm askeri araçların güçlü sinyal kırıcı jammerlerle donatılmasının şart olduğunu söylediler. Jammerler şemsiye görevi yapıp fünyeye gönderilen sinyali önlüyor. ABD’nin kullandığı toprağın altında veya herhangi bir yere konulmuş bomba ve mayını 100-150 metreden tespit edip uyaran sistemler de mevcut. Ancak bu sistemlerin oldukça pahalı olduğu bildirildi.
‘Görüşmeler sürerken büyüdük ve organize olduk’
ABD’nin Wall Street Journal gazetesi, “Türkiye’nin Kürtlerin çoğunluk olduğu Güneydoğusu’nda kent savaşı kızışıyor” başlıklı bir haber yaptı. Haberde adı açıklanmayan bir Türk yetkili, Terör örgütü PKK’yı sivilleri canlı kalkan yapmakla suçlarken, “PKK savaşı kasten şehirlere taşıdı. Sokak çatışmaları eşi görülmemiş boyutta” dedi. 22 yaşındaki Berman adlı bir kadın PKK’lı ise “Sayımız çok. Şu anda Türkiye’nin her kentindeyiz” dedi. 10 kişilik bir PKK grubunun başında olan Berman, İstanbul’da okuduğu üniversiteyi geçen yıl bırakarak terör örgütü PKK’nın gençlik yapılanması YDG-H’ye katıldığını anlattı. Berman, “Devletin barış görüşmelerini bırakacağını biliyorduk. Bu nedenle geçen sürede büyüdük ve organize olduk” dedi.
Uğur Ergan/Hürriyet
http://muzafferdonmez.blogspot.com.tr/2015/08/ic-savasn-alametleri.html

3 Ağustos 2015 Pazartesi

İç Savaşın Alametleri!

Uzun zamandır bu konu ile ilgili değişik makaleler yazmıştım ama nedense gerekli etkiyi görmüyor.Herhalde ciddiye alınmak için ya Hükümet'e yanaşmak ya da tam sakal bırakmak gerekiyor.
BOP'un son aşamalarından bir tanesi de Türkiye'nin bölünmesidir.
Bu coğrafya da bizden başka toprak bütünlüğü olan tek ülke kaldık.Dikkatli davranmazsak sonumuz Eski Yugoslavya gibi olacaktır.
BOP-HOP Arap Baharı derken o bölgenin anasını belledi.
Şimdi,Sivil Anayasa,Başkanlık Sistemi,Türk değil-Türkiyelilik muhabbetleri ile bu plan harekete geçti.
Çözüm Süreci denilen safsata ile ilgili de defalarca yazmıştım,bazı saf arkadaşlar ne güzel akan kan durdu,şehit haberi gelmiyor diye seviniyordu.
AKAN KANIN DURMASI HEPİMİZİ SEVİNDİRİR.
Ancak,bu PKK'lılar güvenlik önlemleri ile yurdu terkederken kimse;
-Neden bu adamlar silahlarını bırakmıyor,
-Neden bunların bir kısmı yargılanmıyor,
-Bu adamlar 20 yıldır insanları öldürüyor,tek meslekleri bu.Yarın Halk Eğitime başvurup çırak mı olacaklar ya da terörist olarak mı yaşamaya devam edecekler diye kimse sormadı,
-Dün,çapulcu dediklerimiz bugün dışarda askerlik eğitimlerini tamamlamış,neredeyse düzenli ordu haline gelmiş bir vaziyette tekrar karşımıza çıkıyorlar.O zamanda bu durum ile karşılaşabileceğimiz kimsenin aklına gelmedi mi?
-Bu adamlar yıllar önce de bazı haritalar ortaya çıkardılar,bizlerse hassiktir demekten başka bir şey yapmaya gerek duymadık.
Çarşambanın geleceği salıdan bellidir diye düşünecek benden başka kimse çıkmadı mı?

Ve bir taraftan PKK bir taraftan da PKK düşmanı bizler yangına körükle giderken devleti yönetenler mesaj yayınlamaktan başka bir şey yapmıyorlar.
Bugün Polis HDP binasına Türk Bayrağı astığı için göğsümüz kabarıyor ama bu tür girişimler zaten ateşlenmiş olan fitilin hızlanmasına yol açmaktan başka bir işe yaramaz.
Uyanın beyler uyanın,gidişat bölünmeye yelken açmış gidiyor...


Aşağıda vikipedi'nin iç savaş ile ilgili yazısını gönderiyorum.



İç savaş veya sivil savaş, bir ülkenin insanlarının çeşitli politik veya dini kutuplar altında organize olarak birbirleriyle yaptıkları silahlı çatışmalara verilen genel isimdir. Bu çatışmalar genelde ortak yönleri olmasına rağmen her ülkenin kendine has kültürel ve siyasi yapısı nedeniyle çoğunlukla öznel bir yapıya sahiptir. İç savaş her ne kadar bir ülkenin içindeki grupların silahlı çatışması olarak tanımlansa da ülke içindeki her silahlı çatışma iç savaş değildir. Örneğin devletin ayrılıkçı bir grupla ya da rejim karşıtı hareketlerle yapacağı çatışmalar iç savaş sayılmaz. Ancak bazı ayrılıkçı hareketlerin ufak çaplı bir isyan olarak başlayıp ülkenin geneline yayılması ile çatışmanın bir iç savaşa dönüştüğü de olmuştur. Bir çatışmanın "iç savaş" olarak kabul edilebilmesi için bu çatışmanın ülkenin genelinde etkili olması, ülkedeki mevcut devletin ya politik gruplar arasında parçalanması ya da ülkenin bir kısmında hakimiyetini yitirmesi gerekmektedir. Örneğin İspanya İç Savaşı'nda İspanya Devleti, Cumhuriyetçiler ve Milliyetçiler arasında ikiye bölünmüşken Suriye İç Savaşı'nda Suriye Devleti bünyesinden bazı unsurların ayrılmasına rağmen ayakta kalmış ancak ülkenin bir kısmında da hakimiyetini kaybetmiştir. İç savaşlar hemen her zaman iç savaşa giren ülkeye diğer ülkelerle yapılan savaşlardan daha fazla zarar vermiştir. Bunun en önemli nedeni, ülkenin kendi yapısının kendi içinde giriştiği bir mücadelenin diğer ülkelerle giriştiği mücadelelere nazaran tedavisinin çok daha zor olmasıdır. Tarihte iç savaşlar çoğu zaman ya rejim değişikliğiyle ya da bölünmeyle sonuçlanmıştır.

Dünya tarihinde çok sayıda ülkeler iç savaşlara sahne olmuşlardır. Bunlardan bazıları:

Amerikan İç Savaşı (1861-1865)
Lübnan İç Savaşı (1975-1991)
İspanya İç Savaşı (1936-1939)
Suriye İç Savaşı (2011- )

29 Temmuz 2015 Çarşamba

Muzaffer Dönmez: Online Mülakat – Skype Mülakatı İpuçları ve Taktik...

Muzaffer Dönmez: Online Mülakat – Skype Mülakatı İpuçları ve Taktik...:   Bilal Şentürk Tam yüz yüze bir görüşme olmaması ve telefonla mülakattan daha az sınırlayıcı olmasıyla Skype online mülakatları iki...

Online Mülakat – Skype Mülakatı İpuçları ve Taktikleri


 Bilal Şentürk
Tam yüz yüze bir görüşme olmaması ve telefonla mülakattan daha az sınırlayıcı olmasıyla Skype online mülakatları iki şeyin karışımıdır ve online mülakat sırasında ne yapılması gerektiğine dair neden bir şaşkınlık olduğunu görebiliyorum. İnsanlar emin değiller, örneğin bir takım elbise giymeliler mi giymemeliler mi...
Online mülakat yeterince ciddiye alınmamakta ve ben adayların kucaklarında çocukları olduğu ve profesyonel bir izlenim yaratmadıkları için çuvalladıklarını gördüm. Artı olarak bir göz kontağı muamması var. Bilgisayarınızda mülakatçının görüntüsüne mi yoksa kameraya mı bakmalısınız?
İşte paylaşmak istediğim bazı ipuçları:

Skype Online Mülakat Hakkında Bilmeniz Gerekenler

Fazla rahat olmayın

Benim deneyime göre Skype online mülakat görüşmeleri evde olmanızın muhtemel olduğu akşamları gerçekleşiyor. Bunun rahatlama ve o rahat koşu pantolonlarından giyme zamanı olmadığını hatırlamanız önemli. Etkilemek için gerçekten giyindiğinizden emin olun.

Görüntüden çamaşırları çıkarın

Profesyonel gözükmek önemlidir bu yüzden arka planınızın farkında olun- kimse sizin kuruması için asılmış  kıyafetlerinizi görmek istemiyor. Ayrıca bütün ışıkların kamera arkasında olduğundan emin olun yoksa parlak ekranın merkezinde karanlık bir kütle gibi gözükürsünüz.

Arka plan gürültülerini kesin

Herhangi bir skype mülakatı görüşmesinin önkoşulu birbirinizi duyabilmenizdir. Eğer çevresel çok gürültü varsa bu iki taraf içinde mülakatı rahatsız edici ve sinir bozucu olacaktır. Bölünme şansınızın çok küçük olduğu sessiz bir nokta bulun, eğer arka plan sesi kaçınılmazsa mikrofonlu kulaklık kullanın.

Online Mülakat Sırasında Kamerayı hatırlayın

Nereye baktığınızın farkında olun. Yüz yüze mülakatta (veya herhangi bir iş toplantısında) göz kontağı hayati önem taşır bu yüzden bunun aynısını Skype mülakatı sırasında da yapın. Ayrıca yüz yüze konuşmada hareketli bir performansın coşkuyu aktaracağının farkında olun ama eğer birisi video ekranının etrafında kanat çırparsa bu sinir bozucu olabilir.
Her şeyin çalıştığından emin olun
Mülakatçınız mülakat sırasında teknoloji ile mücadele verdiğinizi görürse online mülakat sırasında can sıkıcı olacaktır. Eğer ekipman veya yazılım size yeniyse bir arkadaşınızla birlikte önceden mülakat sırasında hiçbir şeyin ters gitmeyeceğinden emin olmak için bir deneme testi yapın.
Umarım bunlar yardımcı olur!

MuzafferDonmez MeslekTanitimi GDN

17 Temmuz 2015 Cuma

Fyodor Mikhailovich Dostoyevsky'den, Hayatınıza Işık Tutacak 15 Hayat Dersi



1. “Sevmek, güzel birinde aşkı aramak değil, o kişide bilmediğin bir zamanın, beklenmedik bir anında kendini bulmaktır.”
2. “Yeni bir adım atmak ve yeni bir söz söylemek, insanların en korktuğu şeylerdir.”
3. “Acı çekmek, büyük bir zekaya ve duyarlı bir yüreğe sahip kişiler için her zaman kaçınılmazdır.”
4. “Gece ne kadar karanlıksa, yıldızlar o kadar parlaktır. Derdin ne kadar büyükse, Tanrı’ya  o kadar yakınsın.”
5. “Ya hatalarınla yüzleşir, ya da hatalarınla yüzsüzleşirsin. Cahil olmak ayrı, pislik olmak ayrıdır.”
6. “Her insan, herkes karşısında, her şeyden sorumludur.”
7. “Yalan öyle nüfuz etmiş ki insanların diline, ‘doğruyu söylemek gerekirse…’ diye bir kalıp var.”
8. “İnsanların birbirini tanıması için en iyi zaman, ayrılmalarına en yakın zamandır.”
9. “Zamana güven, her şey unutulur. Şu anda aklı başında davranmak, sonradan aklının başına gelmesinden iyidir.”
10. “Yanlış kişiden samimiyet beklediğin an, kırılıyorsun.”
11. “Hiçbir zaman doğru insan çıkmaz karşına. Ya zaman yanlıştır ya da insan.
12. “Anlamından çok hayatı sevmeli. Anlam ancak o zaman anlaşılır hale gelir.”
13. “Farkındalık, hastalıktır.”
14. “İnsanın ruhunu yücelten bir acı, ucuz bir mutluluktan evladır.”
15. “Bir çocuğun ölümünü görmektense evrene geliş biletimi iade etmek isterim.”