26 Ağustos 2015 Çarşamba

Michel Foucault’a göre “İdeoloji ile Söylem” arasındaki farklar(3)


Michel Foucault’a göre ,ideoloji kavramını kullanmak üç açıdan sakıncalıdır.İlk olarak,ideoloji kavramı kuramsal gelenek içinde doğrunun (truth) karşıtı olarak kullanılagelmiştir.Oysa sorun bilimsel ya da doğru bilginin nasıl oluştuğu ve ideolojik olanın da bunun yanılsaması olarak nasıl tanımlanacağı sorunu değildir.Sorun,söylem içindeki doğruluk etkisinin (effects of truth) tarihsel olarak nasıl üretilebildiğini görebilmektir.Bilginin doğruluk iddiası söylem sayesinde üretilir; söylemin karşıtı değil,farklı olarak söylemin üretilebilmesinin koşuludur. Böylece,Foucault ile söylem,ancak doğruluk iddiası üreterek kendini var eden anlam pratiği olarak tanımlanır.Birbirini dışlayan ideoloji ve gerçeklik kavramları yerine ancak bir arada varolabilen söylem ve doğruluk kavramlarını yeğlemektedir Foucault.
İkinci olarak,Foucault ideoloji kavramının hümanist bir özne kavramını gerektirmesini eleştirir.İdeolojiyi, özneler, kendi nesnel/sınıfsal çıkarlarına göre üretirler. Böylece ideoloji kavramı,önceden oluşmuş ve çıkarlarının tekabül ettiği ideolojik temsillerin farkında olan bir öznenin verili koşullarına dayanır.Yani, ideolojiyi insanlar kendi gereksinimlerine göre üretirler.Oysa ki, söylem kavramı,öznenin dilsel toplumsal pratikler üretilen bir söylemsel konum olduğunu iddia eder. Özne söylemden önce var olamaz;kendisi söylem sayesinde ve söylem içinde üretilendir. Nesnel çıkar ya da sınıfsal konum ancak söylem tarafından üretilirse vardır ve ancak söylemin ürettiği somut bağlamın anlamı olarak vardır. Üçüncü ve son olarak Foucault,ideoloji kavramının kendine dışsal bir belirleyici (determinant) gerektirdiğini söyler. İdeoloji bir başka temel belirleyicinin işlevi gibi tanımlanır;ikincil ve belirlenendir.Bu tanım,klasik marksizmdeki gibi alt yapı benzeri belirleyici bir merkez tanımlamaktan kurtulmayı olanaksız kılar.. Bu noktada klasik ideoloji kavramı ile postyapısalcı söylem kavramı tamamen birbirinden koparak ayrışır. Bu farkı iktidar kavramının tanımlanması bağlamında daha iyi kavramak olasıdır. Foucault, Althusser’e çok benzer bir tarzda söylem ile iktidarın kuruluş sürecinin aynı olduğunu,iktidarın bir söylem olarak bireylere geldiğini ve onları öznelere dönüştürdüğünü söylemektedir. Foucault’a göre söylemin kendisi bir iktidardır ve bir iktidar etkisi olmayan söylem söz konusu olamaz. Söylem bu iktidarı,bilginin üretilmesi sayesinde yaratır.Klasik ideoloji kavramında ise , zneler önceden kurulmuş varlıklar olarak,maddi nesnel yapıdan türetilen çıkarlarının bilincine varabilirler ve bu bilinci ideolojik ifadelere tercüme edip iktidarı ele geçirebilirler. İktidar, bütün bunların sonunda ele geçirilip,kendi çıkarlarını egemen kılmanın nihai aracı olarak kullanılacak bir sahiplenme ilişkisi olarak tanımlanır. Bu tartışmadan da anlaşılacağı üzere postyapısalcı yaklaşım Foucault’un modeli çerçevesinde klasik ideoloji kuramlarına bir alternatif önermektedir. Bu modelin temel varsayımı,toplumsal bir pratik olarak dil kullanımının ortaya çıkardığı “söylem”in ,kendi dışında hiçbir belirleyiciye gereksinimi olmadan, özerk ve kendi kendini belirleyen olarak tanımlanmasıdır. Foucault’un ideoloji eleştirisinde somutlaşan bu kavramsal tartışma,aynı zamanda söylem kavramıyla ilgili,kuramsal alandaki iki ana farklılaşmaya tekabül eder.  Söz konusu kuramsal yaklaşımlardan biri,söylemi, kendi kendine belirlenen bir toplumsallık olarak ele aldığı için söylem dışı (non discursive) bir alanın varlığını ve söylem üzerindeki belirlenim (determination) erkini reddeder.Bu yaklaşım daha çok postyapısalcı ve postmodernist kuramcılar tarafından benimsenir.  İkinci yaklaşım ise,söylem kavramı merkezli kuramı savunmakla birlikte,söylemin toplumsalın her alanını tüketemeyeceğini ve söylemsel olmayan bir alanın tanımlanabileceğini iddia ederler.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder