31 Ekim 2012 Çarşamba

Sağlıkta yeni dönem!




2 Kasım'dan itibaren devlet hastaneleri de özel hastaneler gibi

'Sağlıkta Dönüşüm Projesi' kapsamında 81 ilde oluşturulan
Kamu Hastaneler Birliği (KHB) Genel Sekreterliği, bakanlığa
bağlı hastanelerin tek çatı altında yönetilmesini
sağlayacak.
Birleşmeyle birlikte; sınırlı sayıdaki sağlık personelinin tek
elden yönetilmesi, kaynakların verimli kullanılması, sağlık
giderlerinin azaltılması ve vatandaşa daha kaliteli hizmet
verilmesi amaçlanıyor.
Sağlıkta uygulanan dönüşüm projesi kapsamında, Kasım
2011'de çıkarılan kanun hükmünde kararnameyle dönüşüm
sürecinde sona gelindi. Sağlık Bakanlığı, Türkiye
genelindeki 842 kamu hastanesini il bazında bölgelere
ayırarak birleştirdi. Bakanlık, bu hastaneleri yönetecek 100
Kamu Hastaneler Birliği Genel Sekreteri'nin (CEO) listesini
hazırlayarak atamalarını yapmaya başladı.
Yeni sistemde hastane yönetimleri baştan değişecek. Buna
göre, illerdeki hastaneler genel sekretere bağlanacak ve
özel hastanelerde uygulanan bu modele tam bir geçiş
gerçekleştirilecek. Yeni sistemle sağlıkta yönetim; KHB Genel Sekreterliği, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu ve
Sağlık Müdürlükleri olarak 3 farklı kuruma ayrıldı.
Yeni süreçte en üst yönetici olarak KHB Genel Sekreteri olurken, alt birimlerde Halk Sağlığı Kurumu ve
Sağlık Müdürlükleri olacak. KHB'ler, bakanlığın sunacağı ikinci ve üçüncü basamak sağlık hizmetlerini vermek
üzere, hastanelerin ve ağız ve diş sağlığı merkezlerinin işletilmesi, faaliyetlerinin izlenmesi,
değerlendirilmesi ve denetlenmesi gibi işlemleri yürütecek.
Uygulamayla kurulan Türkiye Halk Sağlığı Kurumu da birinci basamak sağlık hizmetlerinin tamamını
üstlenecek. Burada ana çocuk sağlığı, bulaşıcı hastalıklar, çevre sağlığı, verem savaş dispanserleri,
koruyucu ve önleyici sağlık hizmetleri gibi konular halk sağlığı birimi tarafından yürütülecek. Mevcut sağlık
müdürlükleri de raporlama, sağlıkta denetim ve sağlık turizmi gibi konularla ilgilenecek.
HASTANELER TEK MERKEZDEN YÖNETİLECEK
Yeni sistem hakkında bilgi veren Antalya Sağlık İl Müdürü Adem Bilgin, sağlıkta yönetimin tek çatı altında
toplandığını belirtti. Artık illerdeki hastanelerle, ilçelerdekilerin aynı merkezden yönetileceği ifade eden
Bilgin, personel atamalarının da tek elden yapılacağını kaydetti.
Bilgin, "Antalya'da Kaş Devlet Hastanesi ya da Gazipaşa Devlet Hastanesi ayrı bir kurum olarak değil,
Antalya Kamu Hastane Birliği Genel Sekreterliği personeli olacak. Alım satımlar tek elden yapılacak.
İlçelerde her hastanede satın alma birimi vardı. Bunlar profesyonel değildi.
Bu nedenle kalitesiz ürünler pahalıya alınabiliyordu. Şimdi profesyonel ekiplerle alım ve ödemeler tek
merkezden yapılacak. Dinamik yapı olmasından dolayı vatandaşın sorunlarına müdahale daha hızlı olacak."
şeklinde konuştu. Yeni süreçte, başhekimlerin sözleşmeli personel olarak aynı görevlerine devam
edebileceğini belirten Bilgin, bu sayede daha dinamik bir yapıya sahip olunacağını söyledi.
Başhekimlerin, altı ayda bir performanslarının kontrol edileceğini kaydeden Bilgin, "Belli bir yüzdenin altına
düşen idareciler, başhekim, hastane müdürü, başhemşire veya yardımcısı ya da genel sekreter olabilir.
Bunların hepsi sözleşmeliye geçti. İki yılda bir sözleşme yenilenecek, bu süreçte belli bir puanın altında
kalanlarla devam edilmeyecek.
Burada aslında mantık, özel hastane yapılanması olacak. Artık devlet dinamik bir yapı olmak istiyor. Biz
otelcilik ve hosteslik hizmetlerini özel hastanelerden öğrendik. Bu yapıda başarılıysan devam edeceksin,
başarısız isen çekileceksin." diye konuştu.
CİHAN

'Bilinçli müşteri' mahkemeye gitmeden kart aidatını alıyor

Kart kullananlara müjde!


AA
Türkiye'de bazı bankaların telefonla kendilerine ulaşarak kredi kartlarını iptal ettirmek isteyen müşterilerine ya kart aidatlarını iade ettiği ya da çeşitli avantajlar sağladığı belirtildi. Tüketiciler Birliği Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Dinç, kredi kartı aidatı tartışmalarına Yargıtay 13. Hukuk Dairesi'nin son noktayı koyduğunu, bu aidatların haksız olarak alındığını söyledi. Mahkemenin, geriye dönük 10 yıllık ödenmiş aidatın iadesi gerektiğine dair karar verdiğini aktaran Dinç, vatandaşların bu konuda 10 yıllık aidatları da dahil olmak üzere tüm aidatlarını geri isteme haklarına sahip olduğunu ifade etti.
Kredi kartı kullananların, kartların ekstresi ile ilgili tüketici hakem heyetlerine başvurabileceklerine dikkati çeken Dinç, hakem heyetlerinin de Yargıtay'ın verdiği karar doğrultusunda tüketicinin 10 yıllık geçmiş aidatlarını hesaplayarak, faizleriyle birlikte iadesine karar verdiğini dile getirdi.

'HAKKINIZI ARAYIN'
Birçok vatandaşın hakem heyetlerine başvurmadan önce ilgili bankaların çağrı merkezlerini arayarak ya kredi kartı aidatının ya da kredi kartlarının iptal edilmesini istediğini anlatan Dinç, şunları kaydetti: 'Bazı bankalar kart iptalini engelleyebilmek için müşterilerini kaybetmemek adına telefonla yapılan başvurulara olumlu yanıt veriyor. Kredi kartı aidatını iptal ediyor. Bankalar, hakem heyetlerine başvurulduğunda davayı kaybedeceklerini bildikleri için avukat ve diğer masrafları ödememek adına çoğu vatandaşı dava yoluna gitmeden ikna edip, aidat ücretlerini geri ödüyor. Bankalar tatlı karlarından vazgeçmek istemediklerinden, haksız olduklarını bile bile kart aidatlarını kesmeye devam ediyor. Ancak uyanık vatandaşlar haklarını arayarak, kesilen kart aidatı ücretini mahkemeye gitmeden geri almasını biliyor. Tüketici, anlayamadığı her türlü ödemeyle ilgili itiraz hakkını kullanmalıdır.'

Dinç, Türkiye'de kullanımda olan kredi kartı sayısının 50 milyonu aştığını belirterek, 'Yasal yollarla hakkını arayan sadece yüzde 1'lik kesim kart aidatı ücretini alabiliyor. Duruma itiraz etmeyen, hukuki yolları bilmeyen yüzde 99'luk kesim ise aidat ücretini ödüyor' diye konuştu

İzmir 2. Enternasyonel Yemek Yarışması 7-9 Aralık Tarihlerinde İzmir Fuar Alanı'nda Gerçekleştirilecek!



Türkiye Aşıcılar Federasyonu, İzmir Aşçılar Derneği ve Travel Turkey İş Birliği ile Gerçekleştirilecek Olan İZMİR 2. ENTERNASYONAL YEMEK YARIŞMASI 7-9 Aralık İzmir Fuar Alanı'nda gerçekleştiricek.
Katılımcıların yarışma katılım formunu eksiksiz ve tam olarak doldurup 30 Kasım 2012 tarihine kadar İzmir Aşçılar Derneği merkez ofisine getirmesi gerekiyor.

YARIŞMACILARIN SAKINMASI GEREKEN KONULAR

1.Tüylü Kuşlar

2.Yenmez materyal kullanımı

3.Maydanoz ve su teresi ile dekorasyon

4.Servis tabaklarının aşırı dolu olması

5.Şekillendirilmiş heykeller

6.Çok fazla heykel kullanımı

7.Daha önceki sunumun jüriye tekrar sunulması

8.Tarafınızdan hazırlanmamış sunumlarla katılım

9.Bir yiyeceğin don yağ ile yerleştirilmesi

AŞAĞIDAKİ NOKTALARA DİKKAT EDİNİZ!

1.Tamamıyla orijinal ve yeni fikirler

2.Garnitür ile süsleme

3.Kullanışlı porsiyon büyüklükleri

4.Sunumun görünüşünün bozulmadan korunması

5.Düzgün renk, kıvam ve lezzet kombinasyonu

6.Doğal lezzet görünümlü bir sunum

7.Taze malzemelerin kullanılması

8.Yemeğin servis tabağının kenarında sunumu

9.Kağıttan kol vb. kullanımı

10.Pişirme yöntemlerinin tekrar tekrar gösterimi

11.Aşırı yiyecek renklerinin kullanımı

12.Plastik süs ve çiçek kullanımı

13.Karartılmış gümüş kullanımı

14.Kızarmış yiyecekler dışında tabak kağıdı kullanımı

PROFESYONEL DÜRÜSTLÜK

1.Jüriyi, çalışmaların yardımsız olarak gerçekleştirildiği ve adil rekabet ruhu içersinde

tamamlandığı konusunda ikna etmek katılımcıların sorumluluğundadır.

TEŞHİRLERİN GETİRİLMESİ

2.Tüm teşhirler, belirtilen saat ve günde getirilmelidir. Katılımcıların teşhirlerini

yarışma komitesinin tahsis edeceği yerlere koymalıdır.

GETİRİLEN MALZEMELERİN GÜVENLİĞİ

3.Yarışmacıların yanlarında getirmiş olduğu ekipmanlar, tabaklar vs. güvenliği için

tüm önlemler alınmakla beraber, her malzeme kişilerin kendi sorumluluğundadır.

Malzemelerin kaybolmasında veya hasar görmesinden ötürü yarışma komitesi

herhangi bir sorumluluk kabul etmemektedir.

JÜRİ DEĞERLENDİRMESİ

4.Jüri değerlendirmeleri yarışmalar ile ilgili bilgilerin ekindedir.

SONUÇLARIN AÇIKLANMASI

5.Sonuçlar aynı gün açıklanacak ve dereceye giren yarışmacıların ödülleri 09 /12 /

2012Pazar günü Gala Yemeği ve Ödül Töreni programında verilecektir.

YARIŞMACI ÜNİFORMALARI

6.Her katılımcı yarışmalara kendi üniformaları ile iştirak edecektir.

MENÜ REÇETELENDİRME

7.Katılımcılar yarışacakları menülerin reçetelerini logosuz ve otel ibaresi yer almayan

kağıda yazmaları ve yarışma günü Organizasyon Komitesine teslim etmeleri

gerekmektedir.   Ayrıcayarışma günü yarışma masasına koymak için reçetenin yazılı

çıktısı bulunması şarttır.

30 Ekim 2012 Salı

Zehra Güngör IPRA 2014'ün Dünya Başkanı oldu


STAGE İletişim Danışmanlığı Ajans Başkanı Dr.Zehra Güngör dünyanın en büyük ve en eski halkla ilişkiler meslek kuruluşu IPRA’nın 2014 Dünya Başkanlığı’na getirildi.
2008 yıldan bu yana Türkiye’yi temsilen IPRA’da Yönetim Kurulu üyesi ve iki dönem Altın Küre Ödülleri (GWA) Jüri Başkanı olarak çalışmalarını sürdüren Dr. Zehra Güngör, IPRA Dünya Başkanlığı koltuğuna Ocak 2014'te oturacak.
Güngör 2013 yılında Başkan Yardımcısı (Seçilmiş Başkan) olarak 15 üyesi olan IPRA Yönetim Kurulu’nda çalışmalarını 2013 Dünya Başkanı Christophe Ginisty (Fransa) başkanlığında sürdürecek.
60 yıllık geçmişi olan IPRA,  dünya başkanlığı koltuğunu Dr. Zehra Güngör’le birlikte üçüncü kez bir Türk’e emanet etmiş olacak. Bilindiği gibi daha önce Betûl Mardin (1995) ve Ceyda Aydede (2003)  IPRA başkanlığı görevinde bulunmuşlardı.
Zehra Güngör Kimdir?
İzmir Bornova Anadolu Lisesi (BAL) ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler bölümünde "Halkla İlişkiler'de Toplam Kalite Yönetimi" konulu yüksek lisansını yaptı. Aynı üniversitede  "Diplomaside İletişim Yönetiminin Uygulanması" konulu doktora tezini tamamlayarak iletişim doktoru ünvanını aldı.
Gazeteciliğe 1982'de başladı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin 1996'da en iyi röportaj ödülünü, 1998'de en iyi seri röportaj ödülünü, 1999'da röportaj dalında yılın gazetecisi ödülünü aldı. 1999 yılında STAGE İletişim Danışmanlığı’nı, 2008’de de Dokuz Organizasyon’u kurdu.
Dr. Zehra Güngör, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (Üye), Türkiye Halkla İlişkiler Derneği TÜHİD (Üye), Uluslararası Halkla İlişkiler Derneği IPRA (Yönetim Kurulu Üyesi), İletişim Danışmanlığı Şirketleri Derneği İDA (Üye), Kadın Girişimciler Derneği KAGİDER (Kurucu Üye ve Yönetim Kurulu Eski Üyesi), Propeller Club (Üye), Ayvalık Kültür ve Sanat Vakfı AKSV (Kurucu Üye), BAL Eğitim Vakfı (Mütevelli Heyeti Üyesi)’dir.
Yeditepe ve Okan Üniversiteleri’nde halkla ilişkiler ve iletişim dersleri de veren Dr. Zehra Güngör, İngilizce, Almanca, İspanyolca ve Yunanca biliyor.  Güngör, Ruhi Sanyer ile evli ve Melisa’nın annesi.

Yeni zamlar kapıda: Otomobili olan yandı Motorlu taşıttan ehliyete, pasaporttan kırmızı ışıkta geçmeye yeni yıl vergilerinde yüzde 12 zammın ucu göründü.





Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın gelecek yıl ilave tedbirler olabilir, açıklamasının ardından zam sinyali 2013 programında ortaya çıktı. Motorlu taşıttan ehliyete, pasaporttan kırmızı ışıkta geçmeye yeni yıl vergilerinde yüzde 12 zammın ucu göründü.
Hürriyet Gazetesi'nden Aysel Alp'in haberine gööre programda, “2013 yılında genel ekonomik koşullar göz önüne alınarak bazı maktu vergiler güncellenecek, gelir kaybına yol açacak düzenlemelerden kaçınılacaktır” ifadesi hükümetin harçlar ile motorlu taşıtlar, trafik ve para cezaları üzerinden alınan maktu vergilerde ilave artış yapacağı şeklinde yorumlandı.
 SEÇİM KORKUTUYOR

Yasa gereği maktu vergiler Ekim ayını kapsayan 12 aylık Üretici Fiyat Endeksine göre belirleniyor. 12 aylık ortalamalara göre 8.65 olan ÜFE’nin, açıklanacak Ekim ayı enflasyonuyla yüzde 8 civarında çıkması bekleniyor. Ancak Bakanlar Kurulunun, bu oranı yüzde 50 artırma yetkisi bulunuyor.

Başbakan Yardımcısı Babacan ve programdaki ifadeler de dikkate alındığında “Ekonomi yönetimi elektrik, gaz ve alkollü içecek zammını yeterli görmeyip, seçim nedeniyle artması muhtemel harcamalar için ‘ilave zam’ yapılması konusunda hükümeti ikna etti” yorumlarına neden oldu.
Öyle ki Ekonomi Programında yer alan ‘2013 yılında genel ekonomik koşullar göz önüne alınarak bazı maktu vergiler güncellenecek” ifadesi, yılbaşında artacak vergilerde yüzde 8 yerine yüzde 12’lik artış olacağı sinyalini verdi.
Uzun süredir yüzde 50 artış yetkisini kullanmayan hükümet, 2012 yılında yüzde 10.2 olan yeniden değerleme oranını ehliyet, pasaport ve kimlikler üzerinden alınan harçlar için yüzde 15 olarak belirlemişti.
ARABASI OLAN YANDI
Eğer Bakanlar Kurulu, yeniden değerleme oranını yüzde 50 artırma yetkisini kullanırsa, motorlu taşıtlar başta olmak üzere trafik ve para cezaları gibi maktu vergiler yılbaşında yüzde 12 oranında ‘güncellenecek”.
Yüzde 12 zam durumunda 1-3 yaş grubunda, motor hacmi 1300 cm3’ü geçmeyen bir otomobilin vergisi 480 liradan 57 liralık artışla 537  liraya çıkacak. Oysa hükümetin yeniden değerleme oranını yüzde 8 alması durumunda vergi artışı 38 lirada kalacak ve ödenecek vergi 518 lira olacak.
Yine yüzde 12’lik güncellemeyle motoru 1300 ile 1600 cc m3 arasında olan araçların MTV’si 711 liradan 85.4 liralık artışla 796,4 liraya yükselecek.
2000- 2500 motor hacmindeki bir aracın vergisi ise 3 bin 195 liradan 3 bin 578 liraya yükselecek.
PASAPORTU HEMEN ALIN!

Yılbaşından itibaren maktu vergiye tabi olan pasaport harç ve defter bedelleri de yüzde 12 oranında artarsa; 6 aya kadar 160 lira; 1 yıla kadar 202 lira; 3 yıllık 375 lira; 3 yıldan fazla ise 500 liraya çıkacak. (Harç + defter bedeli üzerinden hesaplandı)

HIZLI GİDENİN CEZASI 357 LİRA OLACAK

Yine hükümet trafik cezalarını da yüzde 12 oranında artırırsa, radara yakalanan sürücüye verilecek ceza 319 liradan 357 liraya çıkacak. Alkollü araç kullanmanın cezası 650 liradan 728 lira; kırmızı ışıkta geçmenin cezası ise 154 liradan 172 liraya yükselecek.
Zorunlu trafik sigortası yaptırmamanın cezası ise 4 bin 919 liradan 5 bin 509 liraya çıkacak.
B sınıfı ehliyet alma harcı 96.3 liradan 107.5 liraya; silah taşıma ruhsatı 537 liradan 601.4 lira; Anayasa Mahkemesi’ne başvuru harcı 172.5 liradan 193 liraya yükselecek.
İÇKİ VE SİGARAYA OTOMATİK ZAM: YÜZDE 5.3

Kamuda ne zaman işler yolunda gitmese, ek gelir ihtiyacı duysa hükümetlerin ilk başvurduğu kalemlerin başında içki ve sigara vergileri geliyor. Kısa süre önce yapılan alkollü içkilerden alınan özel tüketim vergisi 22 Eylül itibariyle artarken, sigaradan alınan ÖTV artmamıştı.
Ancak 1 Ocak’ta içki ve sigara üzerinden alınan ÖTV, 6 aylık ÜFE oranında otomatik olarak artacak. 6 aylık ÜFE beklentisinin 5.3 olduğu dikkate alındığında, her iki grupta da yüzde 5.3’lük vergi artışı olacak. Bu durumda 1 paket sigara üzerinden alınan 2.9 liralık maktu vergi 3.05 liraya çıkacak. Aynı şekilde alkollü içeceklerden alınan maktu ve nispi vergiler de yeniden artacak.

Çukurova'nın patronu Karamehmet'e şok Türkiye'nin en zengin işadamlarından Mehmet Emin Karamehmet'e bir darbe de otomotivden geldi.




Turkcell'de Rus ortaklarla sorun yaşayan, elektrik dağıtım özelleştirmelerinde ise 142.6 milyon dolarlık teminatı yakarak şirketleri bir türlü devralamayan Türkiye'nin en zengin işadamlarından Mehmet Emin Karamehmet'e bir darbe de otomotivden geldi.
Sabah Gazetesi'nden Mehmet Nayır'ın haberine göre İzmir Büyükşehir Belediyesi, son zamanlarda Savunma Sanayi Müşteşarlığı'na yeterli zamanda teslimat yapamadığı iddiasıyla gündeme gelen BMC'nin ihalesini iptal etti.
Belediye, Mehmet Emin Karamehmet'e ait olan Çukurova Holding'in büyük ortak olduğu BMC'ye 1 yıl boyunca tüm kamu ihalelerini yasakladı.
Bu kararın ardında 100 belediye otobüsünün zamanında teslim edilememesi yatıyor.

25 Ekim 2012 Perşembe

Türk mucitlerin tasarladığı 600 proje görücüye çıkıyor



Açılışını inovasyon gurusu Lord Kumar Bhattacharyya’nın yapacağı 1. İnovasyon Türkiye Fuarı’nda, Türk tasarımı yüzlerce patentli proje ilk kez sergilenecek.
Türk mucitlerin tasarladığı 600 proje, ’1. İnovasyon Türkiye Fuarı’nda yatırımcıların karşısına çıkmaya hazırlanıyor. 1-4 Kasım tarihleri arasında Aktif Fuarcılık tarafından İstanbul Fuar Merkezi’nde gerçekleştirilecek İnovasyon Türkiye’de, 8 binden fazla proje arasından seçilen, 500′e yakın KOBİ ve genç girişimcinin patenti alınmış buluşları ilk kez sergilenecek.
Tamamı Türk tasarımı olan projeler arasında elektrikli jip’ten kendi kendini karıştıran tencereye, deprem anında otomatik olarak açılan kapı kilitlerinden, beyin dalgaları ile hareket eden tekerlekli sandalyeye kadar birbirinden ilginç tasarımlar bulunuyor. Fuarda ileri teknoloji ürünleri ile gündelik yaşamı kolaylaştıracak icatlar bir arada gösterime sunulacak.
TÜBİTAK katkı verdi
Aktif Fuarcılık Genel Koordinatörü Salih Sürer, Türkiye’nin ilk inovasyon fuarını düzenlediklerini bildirdi. Türk Patent Enstitüsü, İstanbul Kalkınma Ajansı, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Kalkınma Bakanlığı, Yıldız Teknik Üniversitesi ve Tübitak’ın katkı ve destekleri ile hazırlanan fuarın ücretsiz olacağını belirten Sürer; “Bu fuar Almanya’da 65. kez, Türkiye’de ise ilk kez düzenleniyor. Artık ülke olarak bizim de bir inovasyon kültürümüz olmalı. Biz bu amaçla yola çıktık” diye konuştu.
Yatırımcılar yarışacak
8 bin proje arasından seçim yaparken sanayiye dönebilecek, ekonomiye katkı sağlayabilecek olanlara öncelik verdiklerini kaydeden Sürer, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın desteklediği 130 tekno-girişim’in de fuar da yer alacağını bildirdi. Sürer, “Tekno-girişimler 100′er bin lira destek ile oluşturuldu. Bundan sonraki aşamada sürdürülebilir olmaları için yatırımcı ile buluşmaları gerekiyor. Fuar bu buluşmaya ön ayak olacak. 4 günde 30 bin civarında girişimci ziyareti bekliyoruz. Dolayısıyla girişimcilerin iyi projelere yatırım yapmak için yarışacağını öngörüyoruz” diye konuştu.
Fuar alanı yetmedi
Tıptan, çelik sanayine, uzay endüstrisinden havacılığa, gıdadan tekstile bütün alanlarda yeni projelerin görücüye çıkacağının altını çizen Sürer sözlerini şöyle sürdürdü; “Gelen çok proje var ancak sadece alan yetmediği için 100′e yakınını kabul edemedik. Gelecek yıl yurtdışından da başvuru kabul edeceğiz. Rezervasyonları almaya başladık bile” dedi.
Elektrikli jip’i Nihat Ergün sürecek
Fuarın açılışını 8 ülkenin başbakanına danışmanlık yapan, dünyanın önde gelen inovasyon gurularından Lord Kumar Bhattacharyya, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün’le birlikte yapacak. Fuar öncesinde basından sır gibi saklanan elektrikli jip ilk kez sahneye çıkacak. Elektrikli otomobil projeleri ile yakından ilgilendiği bilinen Bakan Ergün aracı ilk kullanan kişi olacak.
Öne çıkan projeler
Depremde kilit patlatan düzenek: Deprem anında ilk göçmelerde sıkışan kapı kilitlerini sarsıntı başladığı anda patlatan düzeneğin kaçış için 30 saniye kazandıracağı bildiriliyor.
Orman yangınlarını takip eden insansız hava aracı: Orman alanları üzerinde devriye gezecek olan insansız hava aracı yangın çıktığı anda uyarı ve koordinat bilgisi verecek.
Güneş mangalı: Kömür yakmadan güneş enerjisi ile et pişiren mangalın duman sorununa çözüm olması bekleniyor.
Yemek karıştıran tencere: Programlanabilir düzeneği ile kendi kendine yemek karıştıran tencere aşçılara ve ev hanımlarına zaman kazandıracak.
Zihin kontrollü tekerlekli sandalye: Beyin dalgaları ile hareket edebilen tekerlekli sandalyenin felçli hastaların yaşam kalitesini yükseltmesi bekleniyor.

24 Ekim 2012 Çarşamba


Pizza Tomato Ailesi olarak,
Kurban Bayramınızı Kutlar,Sağlık ve       mutluluklar Dileriz..





Muzaffer DÖNMEZ
Pizza Tomato
Pazarlama Koordinatörü
ADRES:1716 Sok.No.8 Karşıyaka-İzmir/TURKEY
Açıklama: Açıklama: Açıklama: Açıklama: Açıklama: Açıklama: Açıklama: Açıklama: Açıklama: Açıklama: Açıklama: Açıklama: Açıklama: Açıklama: Açıklama: Açıklama: Açıklama: Açıklama: Açıklama: Açıklama: Açıklama: Açıklama: Açıklama: Açıklama: Açıklama: Açıklama: Açıklama: Açıklama: Açıklama: Açıklama: Açıklama: Açıklama: Açıklama: Açıklama: Açıklama: Açıklama: Açıklama: Açıklama: Açıklama: Açıklama: Açıklama: Açıklama: cid:image002.jpg@01CC3FFE.84ACEC30

23 Ekim 2012 Salı

Türkiye’nin Yenilenen Suriye Politikası



Savaş lobilerinin Ankara ile Şam’ın savaşacağı yönünde beklentileri sona ermedi. Bu beklentilere karşın Türkiye, Suriye politikasını adım adım yenilemeye başladı. Şam ile diyaloğun dışlandığı ve askeri çözümün giderek daha fazla gündeme geldiği bir ortamdan çıkılmaya başlandı. Artık, hem Şam ile orta yol bulunmaya çalışılıyor hem Şam’a destek veren ülkelerle diyalog arttırılmaya çalışılıyor hem de Türkiye’ye sığınan Suriyelilerin sorunları ile ilgileniliyor. Böylece, kimsenin tam isteğinin olamayacağı ama herkesin memnun edilebileceği bir ara çözüm arayışı çabaları yavaş yavaş artmaya başlamıştır.

Söz konusu adımlar çerçevesinde Hatay’dan Özgür Suriye Ordusu’nun komuta merkezi çıkartıldı ve Suriye içine taşındı. Sığınmacılara sınırlar kapatıldı. BM ve Arap Ligi Suriye Özel Temsilcisi Ahdar El İbrahimi’ye tam destek verildi. Şam rejimi içinden bir isim olan Cumhurbaşkanı Yardımcısı Faruk Şara Suriye’de geçiş hükümetinin lideri olarak önerildi. Kahire’de gerçekleştirilen ve Suudi Arabistan’ın katılmadığı Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan ve İran arasındaki dörtlü zirve farklı bir şekilde hayata geçirilmeye çalışıldı. Riyad’ın İran ile görüşmeyi reddetmesiyle tıkanan süreç, Ankara’nın girişimleriyle aşılmaya çalışıldı. Azerbaycan’da Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’nın (ECO) Bakü Zirvesi sırasında Başbakan Erdoğan, üçlü görüşme sistemiyle ilgili olarak İran’a ”Biz burada üçlü bir sistem önerdik. Bu sistem de Türkiye-Mısır-İran böyle bir üçlü olabilir. İkinci sistem Türkiye-Rusya-İran olabilir. Üçüncü bir sistem Türkiye-Mısır-Suudi Arabistan olabilir. Buralardan alınacak neticeyle bu daha da yaygınlaştırılabilir. Bu yaygınlaştırma neticesinde de neler yapabileceğimizi daha net görebiliriz.” dedi. Ayrıca, Bakü Zirvesi sırasında Başbakan Erdoğan, Ahmedinejad ile Suriye üzerine başarılı bir görüşme gerçekleştirdi. Son olarak Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Suriye’de taraflara Kurban Bayramı boyunca ateşkes çağrısı yaptı.

Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı Türkiye’ye sığınan Suriye vatandaşları ile Suriye’de eğitim görmekte iken ön lisans, lisans ve yüksek lisans eğitimlerine ara vermek zorunda kalan Türk vatandaşı öğrencilerin 2012-2013 eğitim öğretim yılına mahsus olmak üzere Gaziantep, Kilis 7 Aralık, Harran (Şanlıurfa,) Mustafa Kemal (Hatay), Osmaniye Korkut Ata, Çukurova (Adana) ve Mersin Üniversitelerinde özel öğrenci olarak ders alabilmelerine, öğrencilerin durumlarını belirten belgeleri olmaları halinde bu belgelerin incelenerek, belgelerinin olmaması halinde ise beyanları dikkate alınarak özel öğrenci olarak ders almalarının sağlanmasına karar verdi.

Türkiye’de Suriyeli ilkokul ve ortaöğretim öğrencileri de çadırkentlerde eğitime başladı. Örneğin, Kahramanmaraş-Türkoğlu çadırkentinde 600 Suriyeli öğrenci, oluşturulan 24 derslikte eğitimlerine başladı. Çadırkentte öğretmenlik yapabilecek durumdaki 16 Suriyeli de çocuklara öğretmen oldu. Ayrıca, çadırkentler dışında akrabalarının yanında veya ev kiralayarak ikamet eden Suriyeli ailelerin çocuklarına da eğitim verilmeye başlandı. Örneğin, Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey’in çabalarıyla Gaziantep’te oturmaya başlayan Suriyeli ailelerin okul çağındaki 600 çocuğun eğitim sorunlarını çözmek için bir eğitim merkezi oluşturuldu. Söz konusu merkezde ilkokul çağında 245 çocuk eğitim görmeye başladı. Merkez’de 8 sınıfta 8 öğretmen bulunuyor. Öğrenciler dört servis aracıyla da evlerinden alınıp taşınıyor. Merkezde yetişkinler için de 290 kişilik sınıf bulunuyor. Suriyeli çocukların aileleri de merkezdeki konferans salonunda Türkçe öğrenecektir.

Ankara, 18 Ekim’de de Suriye üzerine barışa dönük çabaların desteklendiği “The Day After: Supporting a Democratic Transition in Syria” projesine de ev sahipliği yaptı. Proje, USIP (United States Institute of Peace) ve SWP (Stiftung Wissenschaft und Politik) ile ortaklaşa yürütüldü ve projenin sunumuna ORSAM ev sahipliği yaptı. “The Day After”, Suriye’de rejimin yıkılması sonrası yeni Suriye’nin nasıl olacağı üzerine Suriyeli bütün grupların bir araya gelmesi ile gerçekleştirilen bir alt yapı çalışmasıdır. Projenin bitiminden sonra “The Day After” STK’ya dönüşerek kurumsallaşmaya çalışmaktadır.
 23 EKİM 2012Hasan Kanbolat, ORSAM Başkanı

Savaş Lobileri



Kendimizi dürüstçe eleştirelim. Suriye’deki mevcut durum Türkiye’nin Suriye ilişkilerini bozmaktan çoktan çıktı. İran ve Irak’tan sonra Rusya Federasyonu ile ilişkilerini germeye ve tahrip etmeye başladı. Suriye’nin kaosa sürüklenmesi Türkiye’nin güvenliğini sarsmaya başladı. Türkiye’nin iç ve dış politikasını kökten etkilemeye başladı. Bununla da kalacak gibi görünmüyor. Türkiye, İslam sentezli Arap milliyetçiliğinin yeni hedefi olma potansiyeli taşımaya başladı. Mısır Cumhurbaşkanı Mursi, fakir Arap sokaklarının yeni kahramanı olarak hazırlanmaya başlandı. Bunu hem Batı, hem Arap dünyası, hem de Mısır istemeye başladı.

Artık, açıkça görmeliyiz. Oyun içinde oyun oynanıyor. Suriye olaylarının dizaynı bölge güçlerinin topyekûn zayıflaması üzerine kurgulanmış gibi görünüyor.

Birincisi, İsrail’in güvenliğini tehdit eden ana güçlerden biri olan Suriye tehdit olarak ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. Suriye’deki mevcut çatışmanın kontrollü biçimde yıllarca sürmesi ve Suriye’nin alt yapısının tamamen çökmesine kadar savaşın devamı isteniyor. Yani, Suriye’nin tarım, sanayi, eğitim (okul ve üniversite), devletin çökmesi ve eğitimli insan alt yapısının bitmesi ve sağ kalanların Suriye dışında kökleşmesine kadar savaşın uzamasını isteyen güçlü lobiler bulunuyor. Muhalifler Şam’ı ele geçirse bile Irak’ta olduğu gibi günde 10 ile 100 kişinin öldüğü bir düşük yoğunluklu çatışma ortamı olan Irak benzeri bir Suriye dizayn edilmeye çalışıyor.

İkincisi, Türkiye Suriye ile savaş ortamına sürüklenerek Türk ve Arap dünyası arasında I. Dünya Savaşı sırasında kopan ilişkilerin AK Parti döneminde başlayan yeniden tamir çabaları tahrip edilmeye çalışılıyor.

Üçüncüsü, Türkiye’nin Suriye ile sıcak savaşa sürüklenmesi ile birlikte yalnızlaştırılan Türkiye’nin derin bir ekonomik krize girmesi, ekonomik ve siyasi kriz ile birlikte AK Parti’nin çökertilmek istenmesi üzerine güçlü varsayımlar bulunuyor. Böylece, Türkiye’ye yeni bir ekonomik ve siyasi dizayn verilebileceği iddia ediliyor.

Dördüncüsü, bölgenin iki büyük gücü olan Türkiye ve Rusya Federasyonu’nun bütün enerjisinin Suriye’ye aktarılması sağlanarak bu iki ülkenin dünya olaylarından soyutlanması sağlanıyor.

Beşincisi, Suriye olayları ile birlikte son beş yüz yıldır en parlak dönemini yaşayan ve vizelerin karşılıklı kaldırıldığı Türk-Rus ilişkileri onarılmayacak kadar kötü bir duruma sokulmaya çalışıyor.

Altıncısı, Suriye’den sonra Türkiye’nin de siyasi kaosa sürüklenmesi ile birlikte Türkiye ve Suriye Kürtlerinin Irak’ta olduğu gibi fiili bağımsız yapıya kavuşabileceği üzerinde duruluyor.

Elbette, bunların hepsi varsayım. Ancak, Mart 2011’de başlayan Suriye olayları, iç savaş boyutlarını da aşarak yalnızca Suriye’nin değil bölgenin de yeniden dizaynına doğru yönelmeye başlamıştır. Bu süreçte, Beşşar’ın gidip gitmemesi önemini kaybetmeye başlamış ve bölgenin yeniden dizaynı önem kazanmaya başlamıştır. Bu nedenle, yeni bir dönem ile karşı karşıya kaldığımızı anlamalıyız. Olayların boyutu Beşşar’ın gidip gitmemesinin üzerindedir. Bu nedenle, politikaların yeni döneme göre yenilenmesi ve bölgede çok taraflı diyalog ortamının yeniden sağlanması yerinde olacaktır. Savaş lobilerinin kurgusundan kurtulmalıyız.
 22 EKİM 2012Hasan Kanbolat, ORSAM Başkanı

İran’ı Anlamak: Metodik Bir Kaygı



Süregiden Suriye krizinde Ortadoğu ikiye bölünmüş vaziyette… Bir tarafta Esad rejimini destekleyen İran ve Hizbullah… Diğer tarafta, isyancıları destekleyen Suudi Arabistan ve Katar’ın başını çektiği, Türkiye’nin ve Mısır’ın da dahil olduğu blok… Suriye’nin geleceğini büyük oranda blokların taraftarlarını belirlemede gösterdikleri inatçılıkları belirleyecek.

Söz konusu blokların ortaya çıkışına dair genel yaklaşım bloklar arasındaki mezhepsel farklılıkları nazara vermektedir. Gerek uluslararası gerekse yerel medyatik ve düşünce kuruluşları tarafından yayınlanan tarihsel açıdan oldukça miyopik çalışmalarda mezhep faktörünün ötesinde başka bir faktöre rastlamak hemen hemen imkansız.

Bu yaklaşım Sünnilere ve Şiilere belli bir öz atfeder. Ortadoğu’nun Suriye krizinde ikiye bölünmesi bu özlerin dışa vurumunun doğal ve kaçınılamaz bir neticesi olarak karşımıza çıkar. Türkiye’deki gazeteci ve akademisyenler arasında da söz konusu mezhepsel özcülük yaygındır. Fakat özellikle İran söz konusu olduğunda başka özcü açıklamalara da Türkiye’de sıklıkla rastlamak mümkündür. Mesela, kahvehane sohbetlerine kadar malzeme olan “tarih boyunca İran bizi hep arkadan vurmuştur” gibi bir iddia vardır. Türkleri arkadan vurmak için bir kuytuda sinsice bekleyen İranlılar hayali canlanır insanın gözünde…

Her türlü özcü yaklaşım sorunludur. Herşeyden önce totolojiktir. Aslında yapılan şey sorunun başka bir şekle sokularak cevap olarak sunulmasıdır. Özcü yaklaşım bu haliyle insana dair herhangi bir olguyu anlamamıza yardımcı olmaz. Anlamaya çalıştığımız herhangi bir ilişki aslında statik ve kaçınılmaz olarak karşımıza çıkar. Bir nevi tarafların iradeleri ellerinden alınmış, sorgusuzca derinlerdeki özlerinin çağrısına uyuyorlardır.

Halbuki insanlar/milletler/devletler arasındaki ilişkiler tarihi özcü yaklaşımın resmettiğinin tersine o kadar dinamik ve karmaşıktır ki… özcü yaklaşımın açıklamaları çoğu zaman istisnai kalır.

Mesela, İran’ın sürekli bizi arkadan vurduğu iddiasını ele alalım. Son 500 yılı hesaba katarsak, Anadolu Türkleri ile savaşan veya arkadan vurduğu sanılanların tamamı Türktür. Öyle ki, Yavuz Selim’in amansız rakibi Şah İsmail’ın şiirlerini bugün bir Türkiye vatandaşı Yavuz Selim’in şiirlerinden daha iyi anlayabilir. Safavilerin ana askeri gücünün büyük çoğunluğu Türk kabileleri iken, Osmanlılara gerçek anlamda bela olan Şah Abbas’ın gulam ordusunu ise daha çok Kafkas kökenliler oluşturuyordu. Osmanlıların yeniçerileri, Safavilerin gulamlarınının İranlı olduğundan daha fazla Türktü.

Kasrı Şirin imzalandıktan sonra Safaviler bir daha Osmanlıları arkadan vuracak gücü bulamadı. 1722 yılında yıkıldıktan sonra İran 70 yıl sürecek bir iç savaşın içine girdi. Bu iç savaş boyunca Osmanlı ile savaşan tek İran-merkezli askeri güç Nadir Şah’tı ki, o da bir Afşar Türkü idi. 19. Yüzyıl boyunca İran’da gücü ellerine geçiren ve Osmanlı ile 1820li yıllarda bir kez savaşan Kacarlılar da bir Türk kabilesi idi. Savaşın neticesinde de değişen bir şey olmadı. Geri kalan 150 yıl içinde de İran kendi dertlerinden başını kaldırıp, Türkleri arkadan vurma fırsatı bulamadı. Bir istisna ile… 1990’ların özellikle ilk yarısında İran PKK’ya destek verdi. Bu ise ‘İran bizi hep arkadan vurur’ önermesine ne kadar ampirik destek olur, değerlendirilmeli...

Mezhep özcülüğü bir çok insan için daha ikna edici gözükebilir. İlk bakışta Suriye etrafındaki kutuplaşma Peygamber-sonrası Sünni-Şii karşıtlığının resmi gibidir. İran, Türkiye ve Mısır’da siyasal İslamcı kökenlilerin, Katar ve Suudi Arabistan’da ise dindar-muhafazakar kişilerin dış politikaları belirliyor olması da mezhepsel özcülüğün lehine gibi gözüküyor.

Fakat söz konusu yaklaşım Arap Baharı’nın hemen öncesindeki ilişkileri açıklamamızda hemen hemen hiç yardımcı olmaz. Mesela, Arap baharına kadar Türkiye, hem de AKP hükümetleri döneminde, Suriye dahil, krize taraf olan bütün kesimlerle iyi ilişkiler içindeydi. Hatta, İran’ın nükleer programına verdiği destekle, Türkiye ABD ve Avrupa ile ilişkilerini riske bile attı.

Suriye konusunda ortak hareket eden Katar ve Suudi Arabistan, 1992 yılında sınır anlaşmazlığı yüzünden savaşın eşiğine gelmişti. Takip eden 18 yıl boyunca Katar’ın İran’la ilişkileri, Suudi Arabistan’la ilişkilerinden daha iyi oldu. Öyle ki 2007 yılının Aralık ayında Katar Emiri Şeyh Hamad bin Halife el Sani bir ilke imza atarak, İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad’ı Doha’da toplanan Körfez İşbirliği Teşkilat’ı toplantısına davet etti. İlişkiler öylesine iyi idi ki, 2009 yılının Temmuz ayında Doha’yı ziyaret eden Ali Laricani, Katar’ı İran’ın stratejik ortağı ilan etti. Aynı ziyarette Katar Emiri şöyle diyordu: “İran bizim her zaman dostumuzdur ve hiçbir kötü niyetli kişinin aramızda problemler yaratmasına izin vermeyeceğiz.”

Suriye konusunda Sünni blokta yerini alan Mısır’ın durumu da mezhepsel özgülükle açıklanamaz. Tabi ki Cemal Abdünnasır’ın, Enver Sedat’ın, Hüsnü Mübarek’in dış politikalarını Sünniliğin belirlediği iddia edilmiyorsa… Zira, İran karşıtlığı 1950li yıllardan itibaren Mısır’ın dış politikasının önemli bir ayağını oluşturur ki, bu karşıtlılık İslam devriminden sonra da değişmedi. Devrildikten sonra Şah’ı Mısır’da misafir eden Enver Sedat öldürüldüğünde, Tahran Sedat’ın katilinin adını bir caddeye verdi. Mısır da İran-Irak savaşı boyunca Irak’ı destekledi. Hüsnü Mübarek de Mısır dış politikasındaki İran karşıtlığını değiştirmemiştir ki, Körfez ülkelerini İran’a karşı kışkırtanda zaman zaman Mısır olmuştur. İslamcı bir kişinin başkanlığında ise, Mısır’ın İran karşıtlığı Nasır-Sedat-Mübarek dönemi ile karşılaştırıldığında çok daha azdır. 1979 yılından beri ilk kez İran’ı ziyaret eden bir Mısırlı lider Müslüman Kardeş kökenli Muhammed Mursi olmuştur.

Mezhepsel özcülük Sünniliği ve Şiiliği ayraç kimlikler olarak belirlemesi de aslında oldukça sığ bir belirlemedir. Zira bu yaklaşım İslam dinini anlama, onu pratiğe dökme, din adamları ve dini cemaatler ile devlet ve rejimlerin ilişkileri bakımından Katar, Suudi Arabistan, Mısır ve Türkiye Sünniliği arasında derin uçurumların farkında değildir. Yani, söz konusu ülkelerin Sünniliği tekdüze ve aynı değildir.

En basitinden, Suudi Arabistan’ı yöneten el Suud ve Katar’ı yöneten El Sani aileleri Vahhabidir. Öte yandan, Türkiye’nin ana damar İslami grupları, ki buna AKP’nin içinden geldiği Nakşibendi geleneği de dahil, Vahhabiliği bir sapkınlık olarak görür. El Sani ve El Suud’un Vahhabilik anlayışları arasında da farklılıklar vardır. Katar aradaki farkı daha da netleştirmek için, İslami Çalışmalara önemli kaynaklar ayırmaktadır. Katar ve Suudi Arabistan ikilisinin Vahhabi İslamının en önemli ortak noktası, her ikisinin Vahhabiliğinin oldukça apolitik bir İslam anlayışı öngörmesidir. Türkiye ve Mısır’daki siyasal islam hareketleri ise, tam da siyaset ve İslam arasında varolan bu ayrılığı bitirmek için yola çıkmıştır.

Vahhabilik devleti yöneten ailelere Şeriat dışına çıkmadıkları müddetçe, ki bunu kontrol etmek sıradan Müslüman’ın değil, Vahhabi ulemasının görevidir, itaati farz olarak görür. Bu arada Katar’da Suudi Arabistan’dakine benzer bir ulema sınıfı da yoktur. Yani şeriat dışına çıkıp çıkılmadığını da dolayısıyla kontrol edebilecek bir grup yoktur.

Vahhabiliğin tarihi gelişim sürecinde gelinen noktada hemen hemen her politik karar yöneticilerin takdirine bırakılmıştır. Özellikle dış politika kararları tamamen yöneticilerin takdir hakkıdır ki, ne Suudi Arabistan’ın ne de Katar’ın ABD ile yakın ilişkileri Vahhabilik açısından dini bir sorun yaratmaz. 1990’lar boyunca Suudi Arabistan’da şiddetlenen ABD karşıtlığında resmi Vahhabi ulema el Suud ailesini desteklemiştir ve bugün Mısır’da iktidar olan Müslüman Kardeşleri, Suudi Vahhabiliği gençliğinin dini anlayışını yozlaştırmakla suçlamışlardır.

ABD veya Batı ile ilişkiler söz konusu olduğunda Türk ve Mısır Sünniliği çok daha anti-emperyalisttir ve bu anlamda aslında Suudi ve Katar Vahhabiliğine nazaran, İran Şiiliğine daha yakındır. Ehli Beyt sevgisi söz konusu olduğunda da, veya İslam’ın sosyal adalet perspektifinden okuması konusunda Türk Sünniliği İran Şiiliğine çok daha yakındır.

Türk İslamcıları Mısır’daki islami düşünceye daha sempatik olarak yaklaşsalar da, Mısır’dakilerle karşılaştırıldığında çok daha seküler bir devlet anlayışları vardır. Recep Tayyip Erdoğan, Mısır’da bir televizyon programında kendini Müslüman, Türki devletini seküler olarak tanımladığının ertesi gününde, Müslüman Kardeşler kendilerinin benzer bir anlayışı olmadığını vurgulama ihtiyacı duydu.

Sünni blokta bu ve benzeri farklılıklar var iken, karşı blokta tam anlamıyla tekdüze ve aynı değildir. İran'daki oniki imamcılık şiiliği ile Suriye'deki Nuseyrilik arasında da önemli farklar vardır. Öyle ki, Hafız Esad Nuseyriliği Şii İslam’ın bir parçası olarak kabul ettirmek için önemli bir çaba sarfetti. Her ne kadar Esad rejimi Nuseyriliği Şii İslam’ının içinde kabul ettirmek için uğramış olsa da, ülkenin en önemli muhalif örgütü Müslüman Kardeşler’e karşı da Sünni tarikatleri ve din adamlarını destekledi. Esad ailesi Sünni din adamlarına verdiği desteğin karşılığını da Arap Baharı sürecinde aldı. Sünni din adamı Muhammed Said el Buti, isyanların başından beri Esad rejimini destekledi ve göstericilerin İslam’a karşı hareket ettiğini bile savundu. Sünni-Şii karşıtlığı ile açıklanamayacak diğer bir anekdot ise Esad ailesi’nin daha yakın zamana kadar Sünni Hamas’a da verdiği tam destek ve Beşir Esad’ın bir Sünni ile evli olması…

Suriye’deki Esad rejiminin geleceği ile alakalı olarak Ortadoğu’nun ikiye bölündüğü bir gerçek… Yüzeysel olarak bu bölünme Sünni-Şii karşıtlığı gibi gözükse de, bu bloklaşmanın altında yatan daha derin sebepleri mezhepsel özcülükle göremeyeceğimiz kesin… Mezhepsel özcülük yapanlar aslında, farkında olarak veya olmayarak, Ortadoğu’da bugün yaşanan kilitlenmede ABD, İsrail ve Batı’nın oynadığı rolünde üzerini örtüyorlar.
 23 EKİM 2012Birol Başkan, Georgetown Üniversitesi 

20 Ekim 2012 Cumartesi

Türkiye ’de ilk Elektronik Genel Kurul KPMG tarafından gerçekleştirildi



Yeni Türk Ticaret Kanunu ile birlikte borsaya kote şirketlere zorunlu, diğer şirketlere (Anonim, limited vs.) ise İsteğe bağlı hale gelen Elektronik Genel Kurul Sistemi (EGKS) Türkiye’de ilk kez KPMG Türkiye tarafından gerçekleştirildi.
Genel kurul toplantılarına ilişkin ön hazırlık ve yasal merasimlerin elektronik yöntemle yerine getirilebildiği EGKS ile toplantı anına ilişkin her türlü işlem elektronik olarak gerçekleştirilebiliyor.
Türk Ticaret Kanunu’nun (TTK) 1527. maddesiyle borsaya kote şirketlerde genel kurullara elektronik ortamda katılma ve oy kullanma sistemi zorunlu, diğer şirketlere (anonim, limited vs.)  ise isteğe bağlı hale gelen Elektronik Genel Kurul Sistemi (EGKS)’yi Genel Kurulu’na taşıyan ilk şirket KPMG Türkiye oldu.
152 ülkede, 150,000 çalışanı ile faaliyet gösteren global bir denetim, vergi ve danışmanlık şirketi olan KPMG’de şirket ortakları 19 Ekim’de ilk kez gerçekleştirilen Elektronik Genel Kurul’a elektronik imzaları ile katılarak, görüş verdiler ve oy kullandılar.
Merkezi Kayıt Kuruluşu’nun (MKK) geliştirdiği EGKS, şirketler, pay sahipleri, temsilciler, aracı kuruluşlar ve diğer paydaşlar açısından genel kurul öncesindeki, toplantı anındaki ve sonrasındaki bütün işlemlerin elektronik imzayla yapılabildiği bir platform sunuyor. MKK Bilgi Portalı/e-posta/SMS yoluyla sağlandığı bir bilişim sistemi olarak kurulan sistemde Genel Kurul toplantılarına ilişkin ön hazırlık ve yasal merasimler, toplantı anına ilişkin her türlü işlem elektronik olarak gerçekleştirilebiliyor.
KPMG Türkiye Başkanı ve Kıdemli Ortağı Ferruh Tunç, Türkiye’de ilk defa gerçekleştirilen bu uygulamaya KPMG ’nin öncülük etmesinden büyük gurur duyduğunu ve yeni TTK’nın tüm şirketlere sunduğu olanakların ortaya çıkartılması için göreve her zaman hazır olduklarını ifade ederek “YTTK şirketlere sadece yükümlülükler değil, önemli kolaylıklar da getiriyor. Bunların başında şirketlerin genel kurullarını ya da yönetim kurullarını elektronik ortamda yapma imkânı getirmesi geliyor. KPMG olarak, bu önemli imkândan yararlanan ilk şirket olma ve Türkiye’de ilk elektronik genel kurulu gerçekleştirme başarısını yaşıyoruz. Genel Kurulumuzu Merkezi Kayıt Kuruluşu’nun, uluslararası standartlara ve AB Direktiflerine uygun olarak geliştirmiş olduğu Elektronik Genel Kurul Sistemi üzerinden başarıyla gerçekleştirdik” dedi.
EGKS ile Genel Kurul ve Yönetim Kurulu Üyelerinin yurt dışından da toplantıya katılma, oy kullanma gibi avantajlar da sunduğunu dile getiren KPMG Hukuk Bölümü Başkanı Levent Berber ise toplantılarda fiziken bulunmanın artık zorunlu olmadığını belirtti. Berber, yerli ya da yabancı ortakların hatta temsilcilerinin, genel kurul toplantılarına kolayca ve güvenli bir şekilde katılmalarının mümkün hale geldiğini söyleyerek; “Türkiye’deki şirketlerin hızla dijitalleşme yolunda ilerliyor. Elektronik Genel Kurulun bu yolda atılmış önemli bir adım olduğunu düşünüyoruz. Şu anda dünyanın en ileri e-Genel Kurul sistemini kurmuş olan Merkezi Kayıt Kuruluşu’na ve destekleri için Gümrük ve Ticaret Bakanlığı İç Ticaret Genel Müdürlüğü ile İstanbul Ticaret Sicil Müdürlüğü’ne teşekkür ediyoruz” dedi.
Toplantıya katılan Merkezi Kayıt Kuruluşu Genel Müdür Yardımcısı Ümit Yayla YTTK’nın finansal piyasaların ihtiyacı olan dinamizmi getirdiğini belirtti. Yayla “KPMG Türkiye’nin borsaya kote şirketlerin hepsinden önce elektronik ortamda  bir genel kurul yapıyor olması sevindirici ve teşvik edici bir gelişmedir. Bunun diğer tüm şirketlerimize örnek olmasını diliyoruz” dedi.

19 Ekim 2012 Cuma

Odea Bank merkezini buldu


19 Ekim 2012 Cuma  07:37
Türk bankacılık sektörünün 49'uncu üyesi olan Odeabank, faaliyet iznini almasının hemen ardından ilk şube açılışı için girdiği geri sayım sürecinde, merkez ofisini Maslak Olive Plaza'ya taşıdı. Şu anda 200'ün üzerinde çalışanı bulanan Odeabank'ın; istihdam sayısının 2 bine ulaşması planlanıyor.
Odeabank, sağlam temellere dayanan sürdürülebilir bir banka olma yolunda güvenli adımlarla ilerlemek için yapılanmasını her alanda güçlü temeller üzerine kuruyor.
Yıl sonuna kadar başlıca ticari merkezleri ve şehirleri kapsayacak şekilde 7 şube açmayı planlayan Odeabank, şube ağına yapılacak sürekli yatırımın yanı sıra, ATM'ler, internet ve mobil bankacılık gibi direkt kanallar aracılığıyla da müşterilerine hizmet vermeye devam edecek.




Sayfa Adresi: http://www.finansgundem.com/haber/Odea-Bank-merkezini-buldu/109766

18 Ekim 2012 Perşembe

Benetton, otoyol restoranlarıyla da Türkiye’ye geliyor



İtalya’nın giyim sektöründeki dev markası Benetton, bu kez dünyaca ünlü otoyol restoran zinciri ‘Autogrill’ ile Türkiye’ye geliyor. 100 milyon euro yatırımla Türkiye’de 13 şube açmaya hazırlanan Autogrill’in ilk şubesi, İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanı’nda hizmete girecek.

Benetton’un bünyesindeki otoyol restoran zinciri Autogrill’in Türkiye ve Birleşik Arap Emirlikleri’nde şubeler açacağı, HMS Host International Grubu tarafından Milano Borsası’na bildirildi. Gruptan yapılan açıklamada, Türkiye’de ilk aşamada Sabiha Gökçen Havalimanında hizmet vermeye başlayacakları, daha sonra 100 milyon euro yatırımla alışveriş merkezleri, otoyollar ve tren garlarında 13 şube açacakları bildirildi. 

Emeklilik yaşı kaça yükseliyor?



Kademeli emeklilik sisteminde yaş sınırı getirilmesinde en son kararı Başbakan Erdoğan verecek
18 Ekim 2012 Perşembe, 06:05:54

Ali TEZEL/HABERTÜRK
Sosyal güvenlik açığındaki artış 'genç emeklileri' hedef tahtası yaptı Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in bütçe sunumu sırasında 'Dünyadaemeklilik yaşının 48-49 olduğu başka bir ülke yok. Buna yönelik bir çalışmamız var” diyerek 2008'den sonra uygulamaya konulan kademeli emeklilikte de yaşın yükseleceğinin işaretini verdi. Her ne kadar dün Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, hükümetin ve bakanlığının gündeminde emeklilikyaşının yükseltilmesine ilişkin bir çalışma olmadığını söylese de öğrendime göre sosyal güvenlikte açıkların azaltılması için, 1.10.2008 günü yürürlüğe giren ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun dördüncü yılında Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, tüm bakanlara iki toplantıda da sunum yaptı. Sunum sonrası da açıkların azaltılması için kademeli emeklilik yaşının 53’e veya 60’a çıkarılması gerektiği kararın da Başbakan'a ait olduğu sonucuyla toplantılar bitti.Sosyal Güvenlik Reformu denilen bana göre deform olan, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu 1.10.2008 günü yürürlüğe girdi. Bu ay reformun dördüncü yılıydı ve Bakanlar Kurulunda dört yılda neler olduğu sunum ile görüşüldü.

AÇIKLAR DEVAM EDİYOR
2006 yılından beridir önce 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu ile SSK, Bağ-Kur ve Emekli Sandığı’nı kapatıp yerine SGK’yı kurduk. Ardından, iptal süreçleri ile birlikte 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile daha geç
 emeklilik ve daha az emekli aylığı sistemi getirildi. Amaç Sosyal Güvenlik Sisteminin açıklarının Gayrisafi Milli Hasılanın yüzde 3 veya daha altına indirmekti. Şu anda açık GSYH’nın yüzde 4 ile 5’i arasında gidip gelmekte. (Not: Girmeye çalıştığımız AB’de açıklar GSYH’nin yüzde 16 ortalamasında olup, İskandinav ülkelerinde de yüzde 19 seviyesinde.) Anayasa’mıza göre de sosyal devletiz ve sosyal devletin en önemli göstergesi de sosyal güvenlik açıklarıdır. Açık ne kadar çoksa o kadar sosyal devlet oluruz.

53 AÇIĞI DURDURURMUŞ
Sosyal Güvenlik Reformunun 4. yılında açıkların durumu konusunda Bakan
 Faruk Çelik tüm Bakanlar Kuruluna sunum yaptı ve açıkların halen aynı durduğu yerde devam ettiğini ve ileriki yıllarda da artış göstereceğini ifade etti. Bunun üzerine diğer Bakanlar’da açıkların nasıl düşürülebileceğini sorduklarında Bakan Çelik, halen 1999 ve 2002 yıllarında yapılan reformlarla 48 yaşlarında olanların emekli olduğunu bu yaşın 53’e çekilmesiyle açığın duracağını belirtti. Yani, halen, 44,45,46,47,48,49,50,51,52 yaşlarında emekli olmayı bekleyenlerin emeklilik yaşının 53’e çıkarılmasını teklif etti. Çelik 53''te açığın duracağını, eğer 60 yaşından önce emekliliğin durması haline ise 5 yıl sonra açığın tamamen kapanacağını söyledi. Diğer bakanlarda bu konuda çalışma yapılmasının yerinde olacağını ifade ettiler ama son söz Başbakan’da ve Başbakan daha bu konuda talimat vermedi. .

İŞVERENE İNDİRİM YAPILDI
Sosyal Güvenlik sisteminde açık var ve bu iki şekilde giderilebilir ya işverenden daha çok prim alarak ya da emeklilere daha az para verip, daha geç emekli ederek. Reform!!! ile emeklilere daha az para verip, daha geç emekliliği seçtik ama aynı yasa ile getirilen teşviklerle işverenlerin ödedikleri primleri de yüzde 25 azalttık. Yani, fakirden zengine gelir aktardık. Şimdi samimiyet testine gelelim, madem açık vardı neden işverenlerin ödediği primleri yüzde 25 indirim yaptık. Hadi gelin cevabını verin.


·       

17 Ekim 2012 Çarşamba

Genç yaşta emekliliğe son!



Maliye Bakanı Şimşek, “48 yaşında emeklilik hâlâ sürüyor. Yeni bir reform üzerinde çalışıyoruz” diyerek emeklilik yaşının yükseltileceğini ima etti

 Şimşek, “Dünyada emeklilik yaşının 48-49 olduğu başka ülke yok. Ama Türkiye’de bu devam ediyor” dedi. 2007’deki reformla emeklilik yaşı 65’e çıkarılmıştı. Ancak reform kapsamına, yıllar içinde kademeli olarak geçildiğinden, halen daha erken yaşta emekli olunabiliyor.

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Sosyal Güvenlik Sistemi’ne yapılan kaynak aktarımına çeki düzen vereceklerini belirterek, yüzbinlerce kişiyi ilgilendiren kritik bir imada bulundu.
Şimşek, sisteme bu yıl 69 milyar lira aktarıldığını, 2013’te bu rakamın toplam 72.9 milyar liraya çıkacağını vurguladı. Bu toplamın içinde açığın finansmanı için 25 milyar liralık harcamanın bulunduğunu söyleyen Şimşek, sosyal güvenlik harcamalarını azaltmaya dönük reform çalışmaları bulunduğunu kaydetti. 2012 Yıl Sonu Bütçe Gerçekleşme Tahmini ve 2013 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Tasarısı hakkında basın toplantısından sonra soruları yanıtlayan Bakan Şimşek, çalışmalarıyla ilgili şunları aktardı:
“Bu konuda bir çalışmamız var. Fakat ne kadarı Meclis’te yasalaşacak bilmiyorum. Çok açık ve net olarak söylüyorum, şu anda dünyada emeklilik yaşının 48-49 olduğu başka hiçbir ülke yok. Ama Türkiye’de bu hâlâ devam ediyor. Diğer ülkeleri bilmiyorum ama 34 OECD ülkesinde ortalama emeklilik yaşı 64-65’tir, bazı ülkelerde 67’dir.” Türkiye’nin ‘mezarda emeklilik’ olarak anılan Sosyal Güvenlik Reformu 2007’de hayata geçirilmiş emeklilik yaşı 65’e çıkarılmıştı. Ancak reform kapsamına, yıllar içinde kademeli olarak geçildiğinden, halen daha erken yaşta emekli olunabiliyor. Buna göre mevcut reform yasasına göre kadınlarda, sigortalı başlangıç tarihi 1991 ve daha önceki yıllarda olanlarlar, halen 48 ve daha küçük yaşlarda emekli olabiliyor. Erkeklerde sigortalılığı 1985 yılında başlayanlar, 48 yaşında emeklilik hakkı elde edebiliyor. Maliye Bakanı’nın işaret ettiği yeni çalışma, 50 yaşın altında emekli olmanın önüne geçebilmek amacıyla kademeli geçiş sürelerinin değiştirileceğinin sinyali olarak algılandı.

5 milyon asgari ücretliye kötü haber
Mehmet Şimşek, 5 milyon asgari ücretliye kötü haber vererek, bir süre önce TBMM Anayasa Komiyonu’nda gündeme gelen asgari ücretin vergi dışı bırakılması önerisiyle ilgili olarak net konuştu: “Bu konuda bizlerle istişare olmadı. Böyle bir öneriyi kaale alarak düzenleme yapmayız.” Şimşek ayrıca Anayasa metnine bu yönde bir düzenleme konulmasını da eleştirerek şöyle konuştu: “Bir ülkede Anayasa’nın asgari ücretin vergisine kadar giriyor olması herhalde bize özgü. Yani birçok ülkenin anayasası sadece temel hak ve özgürlükleri sıralar, devletin temel yapısını ifade eder. Geriye kalan bütün düzenlemeler kanunla yapılır. Bu konuda bizlerle de herhangi bir istişare olmadı. Biz de şu anda bunu kaale alarak bir düzenleme yapmayız. Asgari ücretten alınan vergi bizden önce yüzde 12.8’di. Bunu yüzde 0.7 ile 5.3 arasına indirdik. Asgari ücretlinin önemli bir bölümünden zaten hiç vergi almıyoruz. Sonuç olarak böyle bir şeyi öngörmüyoruz.”
Kaynak: Gülümhan GÜLTEN / VATAN

15 Ekim 2012 Pazartesi

CarrefourSA'da çözüm tarihini açıkladı


15 Ekim 2012 Pazartesi  07:47

Uzun süredir Fransız ortak ile Sabancı Grubu arasında esen ayrılık rüzgarları son noktaya geldi. Sabancı Grubu yönetiminden çekildiği CarrefourSA ile tüm bağlarını koparmaya hazırlanıyor.  Bloomberg HT'nin sorularını yanıtlayan Sabancı Holding Perakende ve Sigorta Grubu Başkanı Haluk Dinçer, CarrefourSA'da yönetim kurulu üyeleri ile yaşanan sürece ilişkin ''CarrrefourSA'da fikir ayrılığımızdan ziyade biz mevcut durumda katkımız olamayacağını yönetim kuruluna söyledik. Ben ve üç arkadaşım geçtiğimiz Aralık ayında şirketin performansından memnun olmadığımız için de bir danışmanlık firmasına araştırma görevi verdik. Bu dönemde CarrefourSA'da yeni bir çözüm için çalışıyoruz. Ümit ediyorum ki Aralık ayına kadar bir çözüm bulunacak'' şeklinde konuştu.
Sabancı Holding Perakende Grubu'nun tepesindeki isim Haluk Dinçer, sektördeki hedeflerine yönelik, ''Perakende sektöründe Türkiye'nin dört bir tarafında mağazalarımız var. Biz, yatırımlara Doğu veya Batı diye bakmıyoruz. Bütün 81 ilin 81'inde de varolmak için tüm markalarımızla çalışıyoruz. En yaygın olan Teknosa ile 75 ile ulaştık.Nerede ihtiyaç varsa bizde orada olmak istiyoruz'' dedi.




Sayfa Adresi: http://www.borsagundem.com/haber/CarrefourSA-da-cozum-tarihini-acikladi/116327

Borsa kumardır, almasaydınız hisseyi




13 Ekim 2012 Cumartesi  09:05
Geçenlerde bedelli sermaye artırımı yapan bir borsa şirketinin yatırımcıların yeterli bilgi ve iştiraki olmadan böyle bir işlemde bulunduğu şeklindeki tartışmalarda zarar ettiğini iddia eden birkaç yatırımcının görsel medya yoluyla sorumlulardan hesap sorma talebine söz konusu şirketle ilgili birisinin; "borsanın kumar olduğunu biliyorsunuz, size kim şirketimizin hissesini alın dedi, satsaydınız zamanında, bize ne" şeklindeki açıklamasını duyunca ülkemizde sermaye piyasasında bilgi noksanlığı ve şeffaflığın ne kadar geride olduğuna vakıf oldum.
İlk olarak, borsanın kumar olduğu şeklindeki yanlış anlayışın bir nedeni esasında borsada hisse senetlerine yatırım yapmanın riskli olduğu yani getirinin sınırsız olduğu ancak yatırılan paranın tamamının da kaybedilme ihtimalinin bulunduğu gerçeğinden ileri gelmektedir.
Borsada yatırım yapmayı kumara benzeten yanlış anlayışın bir diğer dayanağı ise borsanın sıfır toplamlı bir oyun olduğu yani bir tarafın kazanırken diğer tarafın kaybetmek zorunda olduğu düşüncesine dayanmaktadır. Bu düşünce de yanlıştır, çünkü hisse senetlerine yatırım yapmanın amacı şirket kazancından pay elde etmeye dayanmaktadır. Sektörel ve kurumsal olarak iyi durumda bulunan şirketler sürekli olarak faaliyetlerini ve hacimlerini artırarak hissedarlarına kar payı dağıtmaya devam edebilirler. Bu nedenle zaman içinde hisse senedi fiyatı yeterince yükselmese dahi yeterli kar payı kazancı minimum düzeyin üzerinde getiri sağlayarak yatırımcısını memnun edebilir.
Dünyada sermaye piyasasında ampirik çalışmalara sermaye piyasası aracını uzun süre elinde tutanın kazançlı çıktığı gerçeğini göstermiştir. Borsaların asırlık geçmişlerine bakıldığında borsaların genelde ortalama olarak birçok yatırım aracından daha fazla kazandırdığı görülmüştür. Borsada yatırım yapmanın kumardan ayıran bu durum özellikle piyasa mekanizmasına dayandığından karar vermek için doğru ve yeterli bilgiye sahip olmak bu piyasanın etkinliği için gerekli bir şarttır. Nitekim, etkin piyasa (efficient market) teorisinin geçerli olabilmesi için alıcı ve satıcıların hisse senedinin ilgili olduğu şirket hakkında yeterli ve doğru bir şekilde bilgilenmeleri ile mümkündür.
Sermaye piyasasında şirket yöneticilerinin temel görevi şirketin piyasa değerini maksimize etmeye yönelik çalışmak olarak düşünülmektedir. Şirketin yönetim kurulu ise şirket yöneticilerin şirket hissedarlarının menfaatleri doğrultusunda hareket edip etmediğini gözetmektir. Sermaye artırımı, birleşme, bölünme, yeni yatırım kararı, üst düzey yöneticilerin atanması gibi şirketle ilgili stratejik kararlar şirketin yönetim kurulunda alınır. Bu nedenle, yönetim kurulunun tüm şirket hissedarların menfaatleri doğrultusunda dengeli kararlar vermesi beklenir.
Bununla birlikte, şirkette belli bir sermaye payına sahip olan veya şirketin kontrolünü elinde bulunduranların atomize olmuş bireysel yatırımcılara karşı bilgi ve operasyonel avantajları bulunmaktadır. Söz konusu avantajlar yönetim kurulunun yapısı ve kararlarında kendini göstermektedir. Bu avantajların bireysel yatırımcıların aleyhine kullanılmasının önüne geçmek için birçok ülkede kurumsal yönetim ilkeleri bağlamında yönetim kurulunda bağımsız üye bulundurma zorunluluğu getirilmiştir. Ülkemizde de sermaye piyasası tebliğleri geçiş süreciyle birlikte ile belli bazı şirketlere bu tür zorunluluklar getirilmiştir.
Tabi ki hisse senedine yatırım yapmış olan bir yatırımcının piyasadaki fiyat değişiminden dolayı zarar etmesinden şirket yönetimi münhasıran sorumlu tutulamaz. Hisse senedinin fiyatı piyasada oluşan arz ve talep koşullarına bağlı olarak değişir. Yanlış zamanda veya yanlış hisseye yatırım yapmış olan birisinin zarar etme olasılığı yüksektir. Ama yatırımcının hisseyi ne zaman veya hangi fiyat düzeyinden aldığı şirket yönetimini ilgilendiren bir husus değildir. Şirket yönetiminden beklenen şirketin piyasa değerini artırmaya yönelik olarak çalışmak ve önemli kararlarda hissedarlarının iştirakini sağlamaktır.
Sermaye piyasası hukukunun temelinde tasarrufların yatırıma dönüştürülmesi, sermaye piyasasının güven açıklık içinde işlemesi ve yatırımcıların menfaatlerinin korunmasını sağlamak bulunmaktadır. Bu nedenle, ülkemizde yatırımcıların şirket bilgilendirilmesini sağlamak üzere Kamuoyu Aydınlatma Platformu (KAP) oluşturulmuş olup bir hissesinin değerini ve dolayısıyla yatırımcının kararlarını etkiyebilecek her türlü bilginin bu platformda açıklanması zorunluluğu getirilmiştir.
Borsada doğru ve yeterli bilgiye dayanarak işlem yapıldığında dahi pozitif getiri elde etmek garanti değildir ama şirket yöneticilerin görevi hissedarın kararlarını sorgulamak değil şirket değerini maksimize edecek şekilde çalışmaktır.
Tartışma konusu şirkette ne olup bittiğini bilmiyoruz ama bu tür durumlarda yatırımcıyı suçlamak yerine şirket yönetiminin üstüne düşen görevi yerine getirip getirmediğini göstermesi gerektiğini düşünüyoruz. Nitekim, insider trading (içerden öğrenenlerin ticareti) söz konusu ise veya yeterli bilgilendirme yoksa zaten cezai yaptırım gerektiren söz konusu fiilleri yetkili makamlar soruşturacaktır.
Maalesef ülkemiz sermaye piyasasında yönetim kontrolünü elinde bulunduran hissedar grubunun bireysel yatırımcıların yeterince katılımı sağlanmadan sermaye artırımı, birleşme, bölünme, şirketin yapısının veya faaliyet konusunun değiştirilmesi gibi konularda kararlar aldığı ve bu nedenle hissenin değerini etkiyebilecek bilgi sızmalarının da olduğu görülmektedir.
Gerçekten tasarrufların yatırımları dönüşmesini sağlamak ve sermaye piyasasının güven ve açıklık içinde işlemesini sağlamak için düzenleyici ve denetleyici otoritelerin daha sıkı şekilde hareket etmesinde fayda bulunmaktadır.
Şirket yönetimlerine cezai yaptırımlar bir yana sermaye piyasası hukukumuzda şirket yönetiminden kaynaklanan nedenlerle zarar eden yatırımcılara tazminat ödenmesine ilişkin müessesinin geliştirilmesi gerektiği düşünülmektedir.
Yeni yasama yılında yasalaşması beklenen yeni Sermaye Piyasası Kanunu tasarısının yukarıda belirtilen sorunları gidermesi ve daha şeffaf ve güvenilir bir sermaye piyasasına katkıda bulunması temennisiyle. Ahmet ARSLAN / CPA, SMMM-DÜNYA

9 Ekim 2012 Salı

ABD'de elektrikli araç satışı üç kat arttı

Yasal Uyarı Metni:
Kopyaladığınız bu metnin tüm yayın hakları Yeşil Ekonomi Yayıncılık'a aittir ve tekrar yayınlanması halinde bu sayfaya aktif bağlantı sağlanması zorunludur. Tekrar yayın halinde editor@yesilekonomi.com adresinin bilgilendirilmesi rica olunur.

http://yesilekonomi.com/printable/abdde-elektrikli-arac-satisi-uc-kat-artti


Elektrikli araçlar dünyanın en büyük pazarında paylarını artırıyor
Dünyanın en büyük otomobil pazarı ABD'de elektrikli araç satışları dikkat çekici şekilde artış gösterdi.
Yılın ilk 9 ayında ülkede satılan elektrikli araç sayısı 31.400 rakamına ulaştı. Geçen yılın aynı dönemi için ise bu rakam 11.094 idi.
Satış rakamları bakımından ilk üçü ise 16.348 adet ile General Motors'un Volt modeli, 7.734 ile Toyota'nın Prius modeli ve 5.212 adet ile Nissan'ın Leaf modeli paylaştı.

Dikkat hapse girebilirsiniz!


Farketmeseniz de bilgisayarınız bir 'hack' eylemine karıştıysa, cezası en az 6 ay hapisten başlıyor
09 Ekim 2012 Salı, 06:51:30
NECDET ÇALIŞKAN/HABERTÜRK

Ankara 13. Ceza Mahkemesi tarafından, hacker grubu RedHack üyeleri için istenen 24 yıla kadar hapis cezası, siber güvenlik tartışmalarını yeniden alevlendirdi. Başsavcılığın talebi her ne kadar "silahlı terör örgütüne üye olmak" gerekçesine dayansa da dolaylı olarak bile bir "hack" girişimine farkında olmadan karışan internet kullanıcısının cezası 6 aydan başlıyor. Herhangi bir internetsitesi veya bilişim sistemine sanal yollarla yapılan saldırılarda "zombi" yazılımların kulanıldığına değinen uzmanlar, "Bu yazılımlar siz farkında olmadan bilgisayarınıza bulaşabilir ve farkında olmasanız bile bu zararlı yazılımın yolaçtığı zararlardan sorumlu olursunuz" uyarısı yaparken, BTK'nın yaptığı tespitlere göre Türkiye'de bu şekilde kontrolü hacker'lara geçmiş olan bilgisayar (zombi bilgisayar) sayısının 100 bini aştığı tahmin ediliyor.

 'BEDAVA PEYNİR, FARE KAPANINDA OLUR'
İnternette bilmeden de olsa şüpheli bir işlemden dolayı zan altında kalmamak ve suçlanmamak için kullanıcının dikkatli olmalısı gerektiğien dikkat çeken İnternet Kurulu Başkanı Serhat Özeren, "Nasıl ki dışarı çıktığınızda çantanızı, cüzdanınızı yanınızdan ayırmıyorsanız, bilgisayarınızın güvenliği konusunda da aynı özeni gösterin. Gerçek hayatta hiç kimse, "1 milyon TL kazandınız, şu sokağa gelip alın" diyen birine inanıp, oraya gitmiyorsa. Bu şekildeki e-posta'ları da açmayın. Sonuçta bedava peynir sadece fare kapanında olur. Bu söz sanal dünya için de sonuna kadar geçerli" diye konuştu. Kablosuz ağlarda şifre kullanılması, korsan yazılımlar yerine lisanslı yazılımların tercih edilmesi gerektiğine değinen Özeren, "Anti-virüs ve anti-spy programları kullanın. Kullandığınız programların güncellemelerini de mutlaka yapın" uyarısınında bulundu.

KURUNUN YANINDA YAŞ DA YANABİLİR
Başkent Üniversitesi Öğretim Görevlisi ve Adli Bilişim Uzmanı Çığır İlbaş'ın verdiği bilgiye göre Türkiye'deki yasalar gereği bir kişinin bilgisayarında bulunan bir zombi yazılımın yaptığı faaliyetlerden sözkonusu kullanıcı doğrudan sorumlu olurken, kullanıcının kasıtlı olmadan zararlı fiili işlediğinin ispatı için bilgisayar üzerinde detaylı bir teknik bilirkişi incelemesi gerekiyor. Bu inceleme kişiyi TCK'nın 244. maddesinde yeralan ve 6 aydan başlayan hapis cezasıyla yargılanması talebinden de kurtaramıyor. Bir hacker eylemine karışmış olan tüm bilgisayarların savcılık tarafından inceleneceğine değinen İlbaş, bu incelemeyle dahi kullanıcının bir ihmali var mı yoksa kasıtlı mı bu eyleme karıştığının tespit edilemediğine dikkat çekti.

BİLMEDİĞİNİZ YAZILIMA ONAY VERMEYİN!

ZOMBİ YAZILIMLAR NASIL BULAŞIR? Zombi yazılımlar bilgisayara bir programın yüklenmesi veya tarayıcıya bir eklenti yüklenmesi yolu ile bulaşır. Bu nedenle kaynağından emin olmadığımız programları yüklemekten ve tanınmayan web sitelerinin eklentilerini yüklemekten kaçınmak gerekiyor.

E-POSTA'LARI NASIL KULLANIR? Benzer şekilde e-posta ile gelen ve özellikle cazip teklifler içeren mesajların eklerini açmak veya e-postalarda bulunan bağlantıları tıkladıktan sonra gelen eklenti yükleme pencerelerini onaylamak da oldukça riskli.

ÖNLEM OLARAK NE YAPILMALI? Zombi yazılımlara karşı önlem olarak bilgisayarda lisanslı ve güncel bir antivirüs yazılımı bulunmalıdır. İşletim sistemleri (windows vb.) internete erişmeye çalışan yazılımları bizim onayımıza sunarlar. Bu tür bir onay istendiğinde yazılım herkes tarafından tanınan bilinen bir yazılım değilse onaylamamak gerekiyor.

BULAŞTIĞI NASIL ANLAŞILIR? Zombi yazılımları bilgisayarın çalışma hızındaki ve internet erişim hızındaki azalmayla anlayabiliriz. Eğer bilgisayarda bir zombi yazılım şüphesi varsa, açılışta otomatik olarak çalışan yazılımların ve internete erişimi olan yazılımların listesini incelemek gerekmektedir. Bu işlemler için Windowsun "çalıştır" penceresine "msconfig" komutunu yazıp açılan penceredeki "başlatma" sekmesini inceleyebiliriz. Pek çok antivirüs ve güvenlik yazılımı bu işlemleri yapan araçlara sahiptir.

TESPİT EDİLİRSE NE YAPILMALI? Eğer yüklenen bir programın zombi yazılım olduğu endişesi varsa işletim sisteminin "sistem geri yükleme" aracını kullanarak bilgisayarı yazılımın yüklendiği tarihten önceki bir tarihe almak sorunu büyük ölçüde çözecektir. Teknik önlemlerin yanı sıra dikkatli bir kullanımla zombi yazılımlardan uzak kalmak mümkün.

YASA NE DİYOR?

Zombi bilgisayarlar tarafından yapılan işlemler ve bu işlenmlerin hukuki yaptırımları, Türk Ceza Kanunu'nun 244. maddesinde tanımlanıyor. Kanunun TCK 244. Maddesi şöyle: "Bir bilişim sisteminin işleyişini engelleyen veya bozan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır... Bir bilişim sistemindeki verileri bozan, yok eden, değiştiren veya erişilmez kılan, sisteme veri yerleştiren, var olan verileri başka bir yere gönderen kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır... Bu fiillerin bir banka veya kredi kurumuna ya da bir kamu kurum veya kuruluşuna ait bilişim sistemi üzerinde işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır."