28 Mayıs 2015 Perşembe

YAŞAM FELSEFESİ


 
Roseto, Amerika’da, İtalyan göçmenlerin yaşadığı bir yerleşke.
Roseto’yu farklı kılan, hatta onu "Roseto Etkisi" adlı bir çalışmayla
tıp tarihine kazıyan önemli bir özelliği var.
Bu özellik, 1961 yılında, kasaba doktorunun, Oklahoma
Üniversitesi‘nden Prof. Dr. Stewart Wolf’la yaptığı sohbet sırasında
ortaya çıkıyor.
 
Roseto’nun doktoru, kasabada yüksek risk grubu olan 55 ile 64 yaş
arasında hemen hiç kimsenin kalp krizi geçirmediğini,
65 yaş üstündeyse kalp krizine bağlı ölüm oranının yalnızca %1 olduğunu
anlattığında, Dr. Wolf şaşırıyor.
Ortalamalar, Amerikan ortalamalarıyla kıyaslanmayacak ölçüde mükemmel!
‘’Çok sağlıklı besleniyor ve spor yapıyor olmalılar, değil mi?’’ diye soruyor.
Kasaba doktorunun cevabı, beklediğinden çok farklı.
Bu yoksul İtalyan yerleşkesinde insanlar, bol bol şarap tüketiyor,
filtresiz sigara içiyor, gaz ve toz dolu taş ocaklarında çalışıyor…
Hmmm, neden Akdeniz diyeti olmalı!
O da değil!
Çünkü kasabadaki yoksul İtalyanların, ülkelerinden zeytinyağı
getirtecek ya da satın alacak paraları olmadığı için, köfte ve
sosislerini, en ucuz yağ olan domuz yağında kızartıyorlar.
Çoğu iri yarı, bugünün ölçülerine göre obez…
Ama kalpleri sağlıklı, krize öyle kolay teslim olmayan türden…
 
Dr. Wolf, bu durumun şaşırtıcılığını, bilim adamı meraklılığıyla
çözmeye karar veriyor.
Araştırmalarında farklı bulduğu en önemli şey, kasabalıların kurduğu
çok güçlü sosyal bağlar.
Halkın arasında gelir uçurumu yok.
Paylaşımcı, kederde ve kıvançta tek yürek olabilen bir halk, Roseto halkı.
Yaşlılar, toplumda büyük saygı görüyor.Sofralar sadece mideleri değil, ruhları da besliyor.
Güven duygusu yüksek ve stres düzeyi düşük.
 
Kasabanın tek bir tabusu var:
Zenginlik gösterisi, gösteriş budalalığı…
Giysilerle, evlerle, arabalarla kendisini diğerlerinden farklı ve
üstün kılmaya çalışmak, Roseto’da çok ayıp kabul ediliyor…
‘’Roseto Etkisi’’ bize, sağlıklı yaşamın, sadece yediğimiz
içtiğimizden ibaret olmadığını göstermesi nedeniyle çok önemli.
Başka şeyler de olmalı!Şimdi gelin, bir kez daha Roseto’ya dönelim!
 
Yıllar geçiyor…
Roseto’nun gençleri, yavaş yavaş kasabayı terk edip, büyük kentlere
okumaya ve çalışmaya gidiyorlar…
Çoğu iyi paralar kazanıp geri döndüklerinde, Roseto’nun merkezinin
dışında, yüzme havuzlu, lüks evler inşa ediyorlar…
 
Artık üç nesil bir arada değil…
Çocuklara, engin yaşam denizinde fener olan yaşlılar yok…Ortak sofralar dağılıyor, ortak ruhlar da…
Sonra ne mi oluyor?
Roseto’lular da şimdi, başkaları gibi yaşıyor, onlar gibi ölüyor…
Kıskanılacak pek bir şeyleri yok artık…
 
Doç. Dr. Şafak Nakajima

13 Mayıs 2015 Çarşamba

Muzaffer Dönmez: Franchising Nedir?

Muzaffer Dönmez: Franchising Nedir?: 1-Franchising Nedir? Franchising bir işletme sisteminin ürünlerinin ve hizmetlerinin sunulduğu bir ekonomik paylaşım türüdür. Franchising...

Muzaffer Dönmez: Franchising Nedir?

Muzaffer Dönmez: Franchising Nedir?: 1-Franchising Nedir? Franchising bir işletme sisteminin ürünlerinin ve hizmetlerinin sunulduğu bir ekonomik paylaşım türüdür. Franchising...

Franchising Nedir?

1-Franchising Nedir?
Franchising bir işletme sisteminin ürünlerinin ve hizmetlerinin sunulduğu bir ekonomik paylaşım türüdür. Franchising sisteminde En az iki kişi (firma,şirket)vardır:
(1) Franchisor (franchise-veren) üretim, işletme ve pazarlama sistemine, ticari isme ve tescilli bir ticari markaya sahip olan herhangi bir işletme sahibidir. –
(2) Franchisee (franchise-alan) bu olanaktan yararlanan, bunun karşılığında franchisor’a belirlenen bir ücret ödeyen kişi.
2. Franchising sisteminin başarılı olmak için şansı daha mı yüksek?
Uzmanlar her 100 Franchise işletmesinin sadece 5’inin başarısız olduğunu,bağımsız işletmelerin ise,% 65’inin 5 yıl içerisinde kapandığını belirtiyorlar.
3. Para kaybetmeyeceğimden nasıl emin olabilirim?
Hiç kimse para kaybetmeyeceğinden emin olamaz.
Franchisor tarafından kazanç ve başanlı olma yollarını gösteren, açıklayan her türlü araştırma,teknik analiz ve diğer firma bilgileri sizin riskinizi azaltır.
Kazancınız  ve başarı oranınız sizin çalışma kapasitenizle doğru orantılıdır.
4. Bir franchisee sahibi olmanın sakıncaları var mıdır?
Eğer her türlü kararı tek başınıza almayı seviyorsanız  franchising sistemi sizin için doğru bir seçim olmayabilir. Bir franchisee olarak, her zaman denetime ve işbirliğine açık ve de hazır olmalısınız. Her işletme plan ve yoğun çalışma temposu ile başarılı olabilir.
5.Dürüstlük ve Açıklık İlkeleri nelerdir?
Her İki Tarafın Sürekli Yükümlülükleri:
Her 2 tarafta Dürüstlük İlkelerini işe başlamadan önce oturtmalı ve bu şekilde devam etmeli
Franchisor anlaşmasının her ihlalinde Bireysel Franchisee'sini yazılı olarak ikaz etmeli ve kusurun giderilmesi için makul süre tanımalıdır.
Taraflar şikayet,dilek ve anlaşmazlıklarını samimiyet ve iyi niyet ile; doğrudan temas ve müzakere ile çözmelidir.

6-Franchising sisteminin avantajları nelerdir?
Franchising sisteminin çok önemli avantajları bulunmaktadır:
blue-ball.gif (523 Byte)Piyasada tanınmış ve yerleşmiş bir firmanın ismi ile işe başlamak, yatırımcı için sıfırdan başlamaktan daha kolay ve avantajlı olmaktadır.
blue-ball.gif (523 Byte)Franchisor, marka, işletme ve isim hakkı yanında franchisee'ye, eğitim, reklam,tanıtım, malzeme, promosyon gibi konularda da destek sağlamaktadır.
blue-ball.gif (523 Byte)Dünya piyasalarındaki yoğun rekabet gözönüne alındığında, bu sistem ile yatırım yapmak, yatırımcılar için daha kolay ve risksiz olmaktadır.
blue-ball.gif (523 Byte)Franchisee tanınmış bir marka, isim ya da işletme hakkını alırken, ek olarak ulusal ve uluslararası bir standardı da elde etmektedir.
blue-ball.gif (523 Byte)Ülke ekonomisi açısından franchising sisteminin avantajı, sistem sayesinde ülkeye yeni ürün ve hizmetler yanında yeni teknolojiler ve iş organizasyonlarının gelmesidir.
blue-ball.gif (523 Byte)Yatırımcı franchısor'un şöhretinden yararlanmakta, böylece avantaj elde etmektedir.
blue-ball.gif (523 Byte)Yeni iş alanlarının açılması, istihdam alanlarının yaratılması sonucunu doğurmaktadır. Bu da ülke ekonomisi için önemli bir avantaj olmaktadır.
Muzaffer DÖNMEZ
Franchise Koordinatörü
Pizza Tomato



4 Mayıs 2015 Pazartesi

Muzaffer Dönmez: ORTADOĞU-TÜRKİYE VE BAŞKANLIK

Muzaffer Dönmez: ORTADOĞU-TÜRKİYE VE BAŞKANLIK: CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİ ÖNCESİ KÖŞE YAZISI OLARAK BU YAZIYI YAZMIŞTIM. KONU HAKKINDA NE KADAR HAKLI OLDUĞUM BUGÜN DAHA NET GÖRÜLMEYE BAŞL...

ORTADOĞU-TÜRKİYE VE BAŞKANLIK

CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİ ÖNCESİ KÖŞE YAZISI OLARAK BU YAZIYI YAZMIŞTIM.
KONU HAKKINDA NE KADAR HAKLI OLDUĞUM BUGÜN DAHA NET GÖRÜLMEYE BAŞLANDI.
SORUN BENİM GÖRDÜĞÜMDEN DAHA FAZLASINI BİZİM MUHALEFET LİDERLERİ DE BİLİYOR AMA GÖRMEMEZLİKTEN GELMEYİ TERCİH EDİYORLAR.

Ortadoğu’da bugünlerde şahit olduğumuz çatışmanın tasvirini akıl ve mantıkla yapmak oldukça zor. Tek görebildiğimiz ve anladığımız, bu çatışmanın son derece yoğun, çok kutuplu ve çok boyutlu bir hal aldığı. Bu durum, Ortadoğu’yu belki de tarihin hiç bir döneminde olmadığı kadar kırılgan bir coğrafyaya dönüştürmüş durumda. Söz konusu kırılganlık, her bir devlet için ayrı ayrı meydan okumalar ortaya çıkardı. Bu meydan okumalar karşısında, örneğin Türkiye gibi ülkeler istikrarlı bir düzen kurma arayışında; bazıları ise jeopolitik kavganın bizatihi tarafı olarak hareket ederek var olan çatlağı daha da derinleştiriyor. Ancak Ortadoğu’daki yeni duruma ortak bir çözüm üretme konusunda istekli gözükmeyen devletlerin sayısı hayli fazla. Bu acı ve gözyaşı bazıları için yeni menfaat argümanları olarak karşımıza çıkıyor.Bu nokta da aslında medenileştikçe insanlığımızı da yitirdiğimizi görüyoruz.
 
Arap Baharı’na başlangıçta yüklenen anlamlar düşünüldüğünde elbette bugünlerin çok yakın olduğu aklıselimler tarafından öngörülmemişti. Arap Baharı, demokrasi-özgürlük, eşitlik ve adalet için aşağıdan yukarıya doğru bir toplumsal hareket olarak insanlara yutturulmaya çalışıldı.
Burada Demokrasi’yi hediye paketi olarak sunanlar öncelikle ABD ve İngiltere idi ve yüzyıllardır bunu nasıl yaptıkları nasıl yapacaklarınında teminatıydı.
Bugün yeni bir reform arayışında olmaktan ziyade “eski dönemi” aratan  düzeyde bir tablo ile karşı karşıyayız. Suriye’de yaşanan iç savaş, taraflar açısından sonuç üretmekten uzak bir biçimde adeta olağanlaştı. Halk büyük çoğunlukla Esad’ı isterken hala onu istemeyen dış mihraklar tarafından bir trajedi sahnelenmekte.
Libya, benzer şekilde düşük yoğunluklu bir iç çatışmanın içine doğru sürükleniyor. Kaddafi’den nefret ettiğini iddia edenler şimdi onu arar hale geldiler.
Irak, parçalanmanın ve içe doğru patlamanın eşiğinde.
Mısır, siyasi istikrarını korumakta güçlük çekiyor ve daha kötü bir döneme girmek üzere.
Filistin-İsrail gerginliği, her an daha büyük başka çatışmaların fitilini ateşleyebilir. Filistin’deki durum gösteriyorki İsrail istemediği sürece bu katliam durmayacak.
Türkmenlerin yaşadıklarına ise Türkiye dahil gözlerini ve kulaklarını kapatmış durumda.
Rabia için hüngür hüngür ağlayanlar ise herkese sabrımızı taşırmayın mesajları vermenin dışında bir girişimde bulunmuyorlar.
Bu arada İŞİD’in rehin tuttuğu görevlilerimizle ilgili herhangibir haber yok çünkü haber yapmak yasak.Bunu anlayabiliyorum ama bu rehinelerin suskunluğunu anlamakta zorlanıyorum.
Irak Kürtleri, bağımsız bir devlete sahip olmanın belki de son aşamasında. Suudi Arabistan’ın tehdit algısı her geçen gün derinleşiyor. İran bir tarafta nükleer meseleyle uğraşırken hem Suriye’de hem de Irak’ta savaşan taraflardan biri.
 
Egemenliğin hem sınırları hem de biçimi yıkıcı bir değişimle karşı karşıya kalmış durumda. Bilindik devlet egemenliği, yerini daha radikal dini bir egemenlik anlayışına bırakıyor. Güvenlik, kurumsal ve normlara dayalı mekanizmalar üzerinde inşa edilmek yerine, devlet dışında daha radikal örgütlenme biçimlerinin tekeline girmek üzere.
BOP derken ortaya uzun yıllar istikrar ve barışın olmadığı,insanların tavuk gibi gırtlaklandığı,canı sıkılanın kadınlara tecavüz ettiği,yağmanın-talanın keyf aracı olduğu “UCUBE BİR ORTADOĞU”ile karşı Karşıyaka kalıyoruz.
Türkiye’ninse geleceği belirsiz,uzun yıllardır dediğim gibi yeni bir Yugoslavya olmaya doğru hızla ilerliyoruz.
Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrası ki,bana sorarsanız CHPMHP işbirliği olarak RTE’nin seçilebilmesi için EKMELEDDİN beyi aday olarak ortaya attılar.
RTE’nin Cumhurbaşkanlığı’ndan hemen sonra Yarı Başkanlık veya Başkanlık için çalışmalara hızla başlayacaklar ve Doğu Kürdistan Eyaleti olarak yerini alacak.

Bu bölge de sular duruluyor diyen optimistlere rağmen diyorum ki sular yeni bulanmaya başladı ve uzun yıllar durulmayacak….

3 Mayıs 2015 Pazar

Muzaffer Dönmez: 5 Neden Dünyadan Büyük

Muzaffer Dönmez: 5 Neden Dünyadan Büyük: Erdoğan ,  “Dünya 5’ten büyüktür”   sloganını yineledi dünkü Din Şûrası’nda… Sloganın imlası bozuk, ama içeriği haklı… Birleşmiş Milletler ...

5 Neden Dünyadan Büyük


Erdoğan“Dünya 5’ten büyüktür” sloganını yineledi dünkü Din Şûrası’nda…
Sloganın imlası bozuk, ama içeriği haklı…
Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nde 5 daimi üye var:
ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa…
Bu 5’linin kararı, tüm BM ülkelerini bağlıyor. Veto hakları var. Antidemokratik dünya nizamını simgeleyen bir yapı bu… 
“Neden 1.5 milyarlık İslam dünyasının orada bir temsilcisi yok” diye soruyor Cumhurbaşkanı…
Avrupa’nın karanlık ortaçağı yaşadığı dönemde dünyaya ışık olan İslam dünyası, neden bu halde acaba?
***
Gelin cevabı, bir Müslüman bilim adamından alalım.
Pakistanlı siyasal bilimci 
Dr. Faruk Saleem, 2010’da “The News International”gazetesinde çok önemli bir makale kaleme aldı. Yazı, hayli provokatif bir başlık taşıyordu: “Neden Yahudiler bu kadar güçlü, Müslümanlar bu kadar güçsüz?” 
Dr. Saleem’in verdiği rakamlar çok çarpıcı:
İslam Konferansı Örgütü’nün 57 üyesinde toplam 500 üniversite var.
Sadece ABD’deki üniversite sayısı 5758… 
***
BM Kalkınma Programı’na göre Hıristiyan dünyasında okuma yazma oranı yüzde 89… 15 ülkede yüzde 100…
Müslüman dünyasında okuma yazma oranı yüzde 40…
Herkesin okur
 yazar olduğu tek bir Müslüman ülke yok.
100 Hıristiyan’dan 40’ı üniversite mezunu…
100 Müslüman’dan sadece 2’si… 
***
Dr. Faruk Saleem, bütçeleri de karşılaştırmış:
Müslümanlar gayri safi milli gelirin yalnızca binde 2’sini araştırma-geliştirme projelerine ayırıyor.
Bu oran Hıristiyan dünyasında yüzde 5…
Yani 
“öbürleri”, araştırmaya 25 kat fazla fon ayırıyor.
Bunun sonucu şu:
1.5 milyarlık Müslüman dünyasındaki 57 ülkenin gayri safi milli hasılasının toplamı 2 trilyon doların altında…
Buna karşın 310 milyon nüfuslu ABD, tek başına 12 trilyon dolar değerinde mal ve hizmet üretiyor. 
***
Saleem“Neden böyle” sorusuna şu cevabı veriyor: “Müslüman dünyasındaki kaliteli eğitim yoksunluğu… Akılcı olmayan, çağdışı eğitim…” 
Cumhuriyet, işte bu çıkmazı aşma devrimiydi.
Hurafenin yerine bilgiyi, 
“Hoca”nın yerine öğretmeni, boş inancın yerine aklı koyma mücadelesiydi.
“İnanç vicdanda, bilim okulda” ilkesiydi.
Bugün Ortadoğu bölgesindeki bilimsel yayınların yarısı Türkiye’den çıkıyorsa, o ilke sayesindedir. 
“Asya’nın en iyi 25 üniversitesi” içinde Müslüman dünyadan sadece ODTÜ varsa, o yolda yürüdüğü içindir.
Dincilerin tamamen ele geçiremediği Hacettepe, Ankara, İstanbul, Boğaziçi, İTÜ gibiler de ODTÜ'ye yakın.  
***
Cumhurbaşkanı’nın dünkü konuşmasını dinleyin göreceksiniz:
Bütün bu kazanımın reddiyesidir o konuşma… 
“Fizik dersi zorunlu da din dersi niye değil” diye soran bir devlet adamı??????...... “İsteseler de istemeseler de Osmanlıca öğretilecek” diye dayatan kafa, İslam dünyasının bir türlü demokratikleşemediğine ispattır. 
Bir baba çocuğuna bu zorlamayı yapamaz, yapmaz...
“Din, devletten ayrı değil”in ikrarı, “Dindar nesil yaratacağız” ısrarı, anaokulunda din dersi kararı, “Biz asla 
o 5’i aşamayacağız” teslimiyetine itiraftır.
Devam edin siz; bu kafayla daha çok 
“4”lü “5”li işaretler yaparsınız.
***
Hiç umutsuz olmayalım:
İnsanlık bu zihniyeti yendi; biz de yeneriz.

Muzaffer Dönmez: ''Fornication Under Control of the King = FUCT''

Muzaffer Dönmez: ''Fornication Under Control of the King = FUCT'': İngiltere tarihinin en kanlı ve dramatik zamanlarından biri kral VIII.  Henry  zamanıdır. Veba, katliam, savaşlar, uzak diyarlardan sömü...

''Fornication Under Control of the King = FUCT''

İngiltere tarihinin en kanlı ve dramatik zamanlarından biri kral VIII.  Henry 

zamanıdır.

Veba, katliam, savaşlar, uzak diyarlardan sömürgelere gidenler, orada 

kaybedilenler ve buna benzer sebeplerle ülkenin nüfusu  neredeyse yarı

yarıya düşmüş, Kral ülkesinin geleceğinden ciddi bir biçimde endişelenmeye 

başlamıştır. Ve yaptırdığı araştırmalar  sonucunda  ülke hapisanelerinde çok 

sayıda serseri, hırsız, katil vs. ve çok sayıda fahişe  olduğunu tesbit etmiş ve  

nüfus artışını sağlayabilmek amacıyla kral kontrolünde hapisanelerde 

çiftleşmeler organize  etmiştir. Dünyaya getirilen çocukları da Ingiliz  Kraliyeti,  

yetiştirme  ve topluma katma  işini üstlenmiştir. Bu nüfus  arttırma işlemine 

"Fornication Under Control  of the King" yani  "Kral  kontrolunde zina" denmiş 

ve FUCK olarak kısaltılmıştır. Bu Fuck işlemleriyle Ingiltere nüfusu  10 yil içerisinde ikiye 

katlanmıştır.  "Fuck" kelimesi de İngilizceye buradan  girmiştir. Bu olayın tarih 

kitaplarıyla sabiti doğrudur.  Buradan  benim  anladiğim da; İngiliz halkının 

yarısının O.....çocuğu olduğudur.

1 Mayıs 2015 Cuma

Muzaffer Dönmez: SATILIK EV-POLİSİYE ÖYKÜ

Muzaffer Dönmez: SATILIK EV-POLİSİYE ÖYKÜ: Aaron Hacker'in emlak bürosunun önünde New York plakalı kırmızı, spor bir araba durdu. Arabadan inen şişman adam, büroya doğru yür...

SATILIK EV-POLİSİYE ÖYKÜ


Aaron Hacker'in emlak bürosunun önünde New York plakalı kırmızı, spor bir araba durdu. Arabadan inen şişman adam, büroya doğru yürüdü. Sıcaktan ter, ince elbisesinin üstüne kadar çıkmıştı. 50 yaşında görünüyordu. Yüzü heyecandan kızarmış, fakat kısık gözlerindeki kararlı, donuk bakış değişmemişti. İçeriye girince başıyla Aaron'a selam verdi.
"Bay Hacker?"
Aaron gülümseyerek,
"evet, benim, sizin için ne yapabilirim. Bay..?” Şişman adam,
“Dill" diyerek kendisini tanıttı.
"Zamanım çok az, hemen konuya girsek iyi olacak.” Dedi.
“Benim için de iyi olur Bay Dill. İlgilendiğiniz belli bir yer var mı?"
"Doğrusunu isterseniz, evet. Kasabanın kenarındaki eski bina.”
"Sütunlu ev mi?"
"Ta kendisi. Yanılmıyorsam üzerinde SATILIK tabelası var."
Aaron kuru bir sesle,
"Evet." Dedi. “Bizim satış listemizdedir." Kalınca bir defterin yapraklarını karıştırdı. Sonra daktilo ile yazılmış bir sayfayı işaret etti: "160 yıllık bina, 8 odası, 2 banyosu, otomatik gaz fırını, geniş terasları, çevresinde ağaçları var. Çarşıya, okula yakın. 750.000 dolar." diye okudu ve ekledi :
"Hala ilgileniyor musunuz?"
Adam oturduğu yerde rahatsız olmuş gibi kıpırdandı. "Neden olmasın. Olumsuz bir yanı mı var?" Aaron, "Aslına bakarsanız," dedi. "Bu evi defterime yalnızca yaşlı Sade Grim'in hatırı için kaydettim. Ev asla onun istediği kadar etmez. Uzun zamandır onarım görmemiş çok eski bir binadır. Kirişlerden kimi bir kaç yıl içinde çökecek durumda. Bodrumu ise yılın yarısında su ile doludur."
"Öyleyse sahibesi neden bu kadar çok istiyor."
Aaron omuz silkti.
"Herhalde kendisi için manevi değeri olacak. Çok eskiden beri ailesine aitmiş."
Şişman adam gözlerini yerde gezdirdi.
"Bu çok kötü."dedi. Başını kaldırıp Aaron'a baktı ve çekingen bir biçimde gülümsedi.
"Hoşuma gitmişti. O, nasıl söylesem bilemiyorum, tam aradığım evdi."
Aaron güldü.
"100.000 dolara belki iyi bir alışveriş olurdu ama 750.000 dolara... Sanırım Sade'in düşüncesini de anlıyorum. Hiç bir zaman fazla parası olmadı. Kendisine kentte çalışan oğlu bakıyordu. Sonra adam 5 yıl önce öldü. Onun için ev satmanın akıllıca bir iş olacağını biliyor. Fakat gönlü bir türlü evden ayrılmaya razı olamıyor. Bu yüzden eve kimsenin almaya yanaşamayacağı bir fiyat koyuyor. Böylece kendini avutuyor."
Üzgün bir ifade ile başını salladı.
"Dünya ne kadar garip değil mi?"
Dill soğuk bir sesle
"Evet." dedi. Sonra ayağa kalktı.
"Kendisini bulup fiyatı biraz düşürmesini isteyeceğim."
Otomobilini Bn. Grim'in evinin önündeki yıkık dökük çürümüş tahta parmaklıkların önüne park etti. Evin çevresini tümüyle yabani otlar kaplamıştı. Kapıya çıkan kadın kısa boylu, beyaz saçlı idi. Yüzündeki hatlar, küçük inatçı görünüşlü çenesine kadar iniyordu. Havanın sıcak olmasına karşın sırtında kalın, yün bir örme hırka vardı.
"Bay Dill olmalısınız." dedi, “Aaron Hacker buraya gelmekte olduğunuzu telefonda söyledi. İçeri girmez misiniz?"
Dill,
"Dışarısı korkunç derecede sıcak." diye söylendi.
"Öyleyse içeri girin. Buzluğa biraz limonata koymuştum. İçeriz."
İçerisi loş ve serindi. Panjurlar kapatılmıştı. Eski tarz geniş koltuklarla döşenmiş büyük bir salona girdiler. Yaşlı kadın ellerini sıkı kenetleyerek sallanan bir sandalyeye oturdu. Şişman adam öksürdü.
"Bn. Grim, az önce emlakçınız ile konuştum."
Kadın,
"Tümünden haberim var." diye sözünü kesti.
"Aaron fikrimi değiştirebileceğiniz düşüncesi ile sizi buraya yollamakla akılsızlık etmiş. Doğrusunu isterseniz amacımın bu olduğuna da pek emin değilim."
"Bayan Grim, sizinle biraz konuşabileceğimi sanmıştım."
Bn. Grim sallanan sandalyesini gıcırdatarak arkasına yaslandı. "Konuşmak için para alınmaz, ne istiyorsanız söyleyin."
"Evet,haklısınız."
Adam beyaz bir mendille yüzünün terini sildi.
"İzin verirseniz anlatayım. Bir iş adamıyım. Bekarım. Uzun yıllar çalıştım ve iyi bir servet yaptım. Artık dinlenmeyi hak ettim. Yaşamımın sonlarını geçirebileceğim sakin bir yer arıyorum. Burayı sevdim. Bir kaç yıl önce Albany'ye giderken buradan geçmiştim. O zaman bir gün buraya yerleşebileceğimi düşünmüştüm. Bugün kasabadan tekrar geçerken, burayı gördüm. Tam istediğim yerdi."
"Burayı ben de severim, Bay Dill. Böyle oldukça yüksek bir fiyat isteyişimin nedeni de bu zaten."
Dill gözlerini kaldırıp yaşlı kadına baktı.
"Oldukça yüksek bir fiyat değil mi? Kabul etmelisiniz ki Bn. Grim, bu günlerde böyle bir ev en fazla..."
"Yeter." Diye bağırdı kadın.
"Bay Dill bu konuda sizinle kesinlikle tartışmak istemiyorum. Eğer istediğim parayı vermeyecekseniz, üzerinde durmayalım."
"Fakat, Bn. Grim."
"İyi günler Bay Dill."
Adamın da aynı şeyleri yapmasını belirten bir tavırla ayağa kalktı. Fakat adam kalkmadı.
“Bir dakika bayan, delilik olduğunu biliyorum ama, istediğiniz parayı ödeyeceğim."
Yaşlı kadın uzun süre adama baktı.
"Emin misiniz, Bay Dill?"
"Kesinlikle, yeterince param var. Eğer evi satmanızın tek yolu buysa, parayı alacaksınız."
Grim hafifçe gülümsedi.
"Sanırım limonata iyice soğumuştur. Size getireyim. Siz içerken ben de evi anlatırım."
Kadın elinde tepsi ile geriye döndüğünde Dill yine mendille alnındaki terleri siliyordu. Limonatayı zevkle yudumlamaya başladı. Yaşlı kadın sallanan sandalyesine yaslanırken;
"Bu ev." Diye söze başladı. "1902'den beri aileme aittir. Kasabadaki en sağlam ev olmadığını da biliyorum. Oğlum Michael doğduktan sonra bodrumu su bastı. O günden bu yana da bir türlü kurutamadık. Aaron bazı yerlerin çürüdüğünü de söylüyor. Yine de bu eski evi severim. Bilmem anlatabiliyor muyum?"
Dill,
"Evet." dedi.
"Michael 9 yaşında iken babası öldü. Ondan sonra sıkıntılar başladı. Michael belki de benden çok babasını özlüyordu. Çok vahşi ve haşin bir çocuk olmuştu. Liseyi bitirince kasabayı terk edip kente gitti. Çok hırslı bir insandı. Kentte ne yaptığını bilmiyorum. Fakat başarıya ulaşmış olmalıydı. Bana düzenli para gönderirdi."
Gözleri nemlenmişti.
"Kendisini 9 yıl görmedim. Dokuz yıl sonra geldiğinde başı dertte idi. Zayıf ve yaşlanmış bir durumda bir gece yarısı çıkageldi. Yanında ufak, siyah bir valizden başka bir şey yoktu. Valizi elinden almak istediğim zaman bana vurdu. Bana, annesine vurdu. Ertesi gün bir kaç saat için evi terk etmemi söyledi. Ne yapmak istediğini açıklamadı. Döndüğümde valiz ortadan yok olmuştu."
Şişman adam gözlerini limonata bardağına dikmiş öylece dinliyordu.
"O gece evimize bir adam geldi. İçeriye nasıl girdiğini bilmiyorum. Michael'ın odasından sesler duydum. Oğlumun içinde bulunduğu tehlikenin ne olduğunu öğrenmek istiyordum. Kapının arkasından dinlemeye çalıştım. Fakat yalnızca bağrışmalar tehditler ve... "
Bir an durakladı. Omuzları sarsılıyordu.
"... ve bir silah sesi duydum." Diye devam etti.
"İçeriye girdiğim zaman yatak odasının penceresi açıktı ve yabancı gitmişti. Michael'ım da yerde yatıyordu. Ölmüştü. Tüm bunlar bundan 5 yıl önce oldu. Ondan sonra polis bana olanları anlattı. Michael ve tanımadığım o adam birçok suç işlemişler. Bir sürü yerlerden birkaç milyon dolar çalmışlar. Michael parayı alıp kaçmış. Parayı bu evde, hala bilemediğim bir yerde saklamıştı. Sonra diğer adam hissesini almak için oğlumu arayıp bulmuştu. Paranın yok olduğunu görünce de oğlumu öldürmüştü."
Başını kaldırıp adama baktı.
"İşte o zaman evimi 750.000 dolara satışa çıkardım. Bir gün oğlumun katilinin döneceğini biliyordum. O bir gün gelip fiyat ne olursa olsun evi almak isteyecekti. Bütün yapacağım, yaşlı bir kadının köhne evine bu kadar çok para vermeye razı olacak adamı buluncaya kadar beklemekti."
Sandalyesini ağır ağır sallıyordu. Dill bardağı yere bıraktı, diliyle dudaklarını yaladı."Uf!" dedi. Bu limonata çok acı..."
Bakışları canlılığını kaybetti, hafif titreme ile başı, omzunun üzerine cansız düştü.
Henry Slesar © / Temiz Cinayetler