Michel
Foucault’a göre ,ideoloji kavramını kullanmak üç açıdan sakıncalıdır.İlk
olarak,ideoloji kavramı kuramsal gelenek içinde doğrunun (truth) karşıtı olarak
kullanılagelmiştir.Oysa sorun bilimsel ya da doğru bilginin nasıl oluştuğu ve
ideolojik olanın da bunun yanılsaması olarak nasıl tanımlanacağı sorunu
değildir.Sorun,söylem içindeki doğruluk etkisinin (effects of truth) tarihsel
olarak nasıl üretilebildiğini görebilmektir.Bilginin doğruluk iddiası söylem
sayesinde üretilir; söylemin karşıtı değil,farklı olarak söylemin
üretilebilmesinin koşuludur. Böylece,Foucault ile söylem,ancak doğruluk iddiası
üreterek kendini var eden anlam pratiği olarak tanımlanır.Birbirini dışlayan
ideoloji ve gerçeklik kavramları yerine ancak bir arada varolabilen söylem ve
doğruluk kavramlarını yeğlemektedir Foucault.
İkinci
olarak,Foucault ideoloji kavramının hümanist bir özne kavramını gerektirmesini
eleştirir.İdeolojiyi, özneler, kendi nesnel/sınıfsal çıkarlarına göre
üretirler. Böylece ideoloji kavramı,önceden oluşmuş ve çıkarlarının tekabül
ettiği ideolojik temsillerin farkında olan bir öznenin verili koşullarına
dayanır.Yani, ideolojiyi insanlar kendi gereksinimlerine göre üretirler.Oysa
ki, söylem kavramı,öznenin dilsel toplumsal pratikler üretilen bir söylemsel
konum olduğunu iddia eder. Özne söylemden önce var olamaz;kendisi söylem
sayesinde ve söylem içinde üretilendir. Nesnel çıkar ya da sınıfsal konum ancak
söylem tarafından üretilirse vardır ve ancak söylemin ürettiği somut bağlamın
anlamı olarak vardır. Üçüncü ve son olarak Foucault,ideoloji kavramının kendine
dışsal bir belirleyici (determinant) gerektirdiğini söyler. İdeoloji bir başka
temel belirleyicinin işlevi gibi tanımlanır;ikincil ve belirlenendir.Bu
tanım,klasik marksizmdeki gibi alt yapı benzeri belirleyici bir merkez
tanımlamaktan kurtulmayı olanaksız kılar.. Bu noktada klasik ideoloji kavramı
ile postyapısalcı söylem kavramı tamamen birbirinden koparak ayrışır. Bu farkı
iktidar kavramının tanımlanması bağlamında daha iyi kavramak olasıdır.
Foucault, Althusser’e çok benzer bir tarzda söylem ile iktidarın kuruluş
sürecinin aynı olduğunu,iktidarın bir söylem olarak bireylere geldiğini ve
onları öznelere dönüştürdüğünü söylemektedir. Foucault’a göre söylemin kendisi
bir iktidardır ve bir iktidar etkisi olmayan söylem söz konusu olamaz. Söylem
bu iktidarı,bilginin üretilmesi sayesinde yaratır.Klasik ideoloji kavramında
ise , zneler önceden kurulmuş varlıklar olarak,maddi nesnel yapıdan türetilen
çıkarlarının bilincine varabilirler ve bu bilinci ideolojik ifadelere tercüme
edip iktidarı ele geçirebilirler. İktidar, bütün bunların sonunda ele geçirilip,kendi
çıkarlarını egemen kılmanın nihai aracı olarak kullanılacak bir sahiplenme
ilişkisi olarak tanımlanır. Bu tartışmadan da anlaşılacağı üzere postyapısalcı
yaklaşım Foucault’un modeli çerçevesinde klasik ideoloji kuramlarına bir
alternatif önermektedir. Bu modelin temel varsayımı,toplumsal bir pratik olarak
dil kullanımının ortaya çıkardığı “söylem”in ,kendi dışında hiçbir
belirleyiciye gereksinimi olmadan, özerk ve kendi kendini belirleyen olarak
tanımlanmasıdır. Foucault’un ideoloji eleştirisinde somutlaşan bu kavramsal
tartışma,aynı zamanda söylem kavramıyla ilgili,kuramsal alandaki iki ana
farklılaşmaya tekabül eder. Söz konusu kuramsal yaklaşımlardan
biri,söylemi, kendi kendine belirlenen bir toplumsallık olarak ele aldığı için
söylem dışı (non discursive) bir alanın varlığını ve söylem üzerindeki
belirlenim (determination) erkini reddeder.Bu yaklaşım daha çok postyapısalcı
ve postmodernist kuramcılar tarafından benimsenir. İkinci yaklaşım
ise,söylem kavramı merkezli kuramı savunmakla birlikte,söylemin toplumsalın her
alanını tüketemeyeceğini ve söylemsel olmayan bir alanın tanımlanabileceğini
iddia ederler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder