Yaşlanmaya başlayınca insan biraz
daha takık oluyor.Yıllardır Siyasi Partilerde Kurucu,Üst Düzey Yönetici,İl
Başkanlığı,Belediye Başkan Adaylığı vb. pek çok görev aldım.
Siyasetle yıllardır aktif olarak
ilgileniyorum diyen insanların bile siyasete ne kadar uzak olduklarını gördükçe
biraz daha fazla takılır oldum.
İnsanın sağcıyım diyebilmesi için
solu,solcuyum diyebilmesi içinde solu iyi bilmesi gerektiğini söyler dururum
ama insanlar neci olduğundan bile bilhaber olarak partici olmaya çalışıyorlar.
Bu yazdıklarımı da kim okur,kim
feyz alır bilemem ama bilginin paylaşıldıkça faydalı olduğuna ve değerli
olduğuna inananlardanım,bir kusurum olursa affola…
Çok dallandırmadan bu konu ile
ilgili 3 yazı hazırladım,umarım beğenirsiniz.
İdeoloji ve söylem birbirinden
ayrı düşünülmeyen iki kavramdır. Kısaca ifade edecek olursak, söylem
ideolojilerin dile getirilmesinde ve aktarılmasında rol oynamaktadır. Yani
ideolojilerin yeniden üretilmesinde ve günlük hayatta ifade edilmelerinde
etkindirler.
Söylem, dilin kullanım biçimidir.
Dil ve söylem ilişkisini buradan kaynaklanmaktadır. Ancak söylem, sadece dil
ile sınırlandırılamamaktadır. Çünkü söylem karşılıklı iletişimin tamamını
içerir. Dil ise düşünceyi ve ideolojiyi taşıyan temel bir araç olarak karşımıza
çıkmaktadır. Ancak bunun yanı sıra dil ideolojik bir olgudur. Yani dil ideolojik bir araçtır. Toplumda yer
alan bireylerin, hakim grupların çıkarlarını destekler şekilde düşünmesine
neden olacak biçimde kullanılmaktadır.Yeri geldiğinde en etkili silahlardan
daha tehlikelidir.
Dil kullanıldığı yapı içerisinde
anlam kazanmaktadır. İdeoloji ve dil arasındaki ilişki de bu noktada daha çok
görünür kılınmaktadır. Dil, kullanıldığı durumların bütünü içinde anlam
kazandığına göre, ideoloji de bir olgu, olay ya da durum içinde, o durumun
koşullarında oluşacaktır. Bu açıdan bakıldığında ideolojinin de yapısal bir
olgu olduğunu savunmak yerinde olacaktır.
İdeoloji ise gerçekliği kodlama
sistemidir. Bu yüzden genel anlamda ideoloji, belli bir sınıfa ya da gruba ait
olan bir olgu değildir. Ancak grupların toplumsal olguları ve koşulları içinde
ayrı ayrı gerçeklikler üreten bir olgudur. Bu sebeple ideoloji de yapısal bir
olgudur.
İdeoloji maddidir. Söylem de
maddi olan toplumsal dünyayı oluşturan ilişkilerin, pratiklerin, özne ve
nesnelerin yeniden üretilmesine katkıda bulunmaktadır. Dil, gerçekliğin ortaya
çıkmasına yarayan bir olgudur. Hakim ideoloji, medyayı kullanarak söylemler
üretmeye yaramaktadır. Aynı zamanda söylemler de ideolojinin üretilmesini
sağlamaktadırlar.
Buna göre İmgeler, söz dizimi, tonlama, konular,
tutarlılık, (ön)varsayımlar, metaforlar (eğretileme) ve uslamlama,
ilk olarak akla gelen unsurlardır. Konuyu daha da açacak olursak, sözcük ve
tümcelerin tonlama vurgusu, sayfa düzeni, genişliği ve yazı karakteri, renk,
fotoğraflar veya film gibi görsel yapılar, söyleme can veren noktalardır. Bu
noktalar, özellikle medyada oldukça kullanılmaktadır. Haberlerin aktarımı,
ideoloji doğrultusunda hangi hususların üzerinde durulacağı, hangisinin es
geçileceği ya da daha küçük bir ölçekle hedef kitleye sunulacağı, bu
noktalardan yararlanılarak oluşturulur. Alıcının haberde en çok dikkat etmesi
ya da göz ardı etmesi istenilen hususlar, söylem yardımıyla belirgin ya da
görünmez kılınmaktadır. Yani ideolojileri alma, öğrenme ve şekillendirme
aracıdır söylem. Söylemi oluşturma yolu da dilden geçmektedir. Dil ideolojinin
maddi bir biçimidir ve ideoloji tarafından kuşatılmıştır.
Bireyin ideolojilerle tanışması,
yani fikirler elde etmesi, aileden başlamaktadır. Daha sonraki aşamalarda da
toplumsal grubumuzdaki diğer kişilerle ilişki içine girerek, kitaplardan,
gazetelerden okuyarak, reklamlardan, filmlerden, haberlerden vs. izleyerek elde
etmekteyiz. Toplumsallaşma süreci içinde, toplumsal birlikteliklerle,
iletişimlerle ve etkilerle ideolojiler yani fikirler bireylere aktarılmaktadır.
Yani bir bakıma ideolojiler, fikirler öğrenilmektedir. İşte tam da bu yüzden
bilişsel bir olgudur ideoloji. İdeoloji aslında inançlar bütünüdür. Ancak
buradan ortak inançların belirli bir toplum veya kültürde ideolojik olduğu
sonucuna varılmamalıdır. Bir düşüncenin ideoloji olabilmesi için mücadeleci bir
durumun söz konusu olması gerekmektedir. Yani karşıt görüş, muhalefet bir
taraf, çıkar çatışması gibi durumların mevcut olması gerekmektedir. Bu yüzden
de ortak alan inançları salt olarak ideolojik değildir. Bu açıdan bakıldığında,
ideoloji yapısal bir olgudur. Söylem de yapılar tarafından
biçimlendirilmektedir. Aynı zamanda söylem de yapıların yeniden üretilmesine ve
dönüştürülmesine katkı sağlamaktadır. Bu yapılar doğrudan doğruya
söylemsel/ideolojik bir doğaya sahiptir-sözcüklerin düzeni, kodlar ve sözcükler
ve söz-alma teamülleri gibi bunların öğeleri, ancak bunlar dolayımlanmış bir
biçim içermektedirler.
Söylem bahsedilen toplumsal
pratiklerin en önemlisidir. Çünkü toplumsal pratikleri doğrudan açıklayabilen
ve ideolojileri aktarabilen bir olgudur. Bu yüzden söylem kuramı ideolojileri
anlamak için çok önemlidir. Aynı zamanda da söylem kuramını anlayabilmek için
de ideolojileri ve toplumsal dönüşümleri anlamak gerekmektedir. Kısacası
ideoloji ve söylem arasındaki ilişki çift yönlü bir ilişkidir.
Söylem deyince akla gelen
isimlerden birisi de Foucault’dur. Foucault söylem üzerine düşünürken Marksizm
ve ideoloji kavramlarından yararlanmıştır. Foucault’un çalışmalarında da söylem
ve ideoloji bir ilişki içerisindedir. Ancak ona göre ideoloji ve söylem
arasında farklar bulunmaktadır. Foucault, bilgi üzerine konuşurken aslında
söylem hakkında da görüşlerini bize aktarmış olmaktadır. Ona göre bilgi
toplumsal, kuramsal ve söylemsel baskının bir bileşkesi tarafından
belirlenmektedir.
Foucault’un çalışmaları “iktidar”
meselesi üzerine şekillenmektedir. Foucault Marksist teorinin savunduğu,
iktidarın ekonomi-politik ilişkilerin bir uzantısı olduğu ve devlet iktidarının
yegane iktidar olduğu fikrinden ayrılmaktadır. Ekonomik ilişkiler ona göre
birincil sırada değildir. Ona göre toplumsal yaşamda tek bir iktidar kaynağı
bulunmamaktadır. İktidar ilişkileri toplumun değişik alanlarında değişik
biçimlerde bulunmaktadır. Bu noktada Foucault, iktidarı devletin sınırlarının
ötesine taşımış bulunmaktadır. Ona göre iktidar mekanizması dikey olarak
işlememektedir, iktidar toplum içinde dolaşmaktadır. İktidar ilişkileri
derecelendirilebilmektedir.
“Söylemler
güç ilişkileri alanında işleyen taktik öğeler ya da bloklardır; aynı strateji
içerisinde farklı hatta çelişik söylemler varolabilir; bunlar (söylemler) bir
stratejiden, karşıt bir diğer stratejiye biçimini değiştirmeden geçebilir.
“(Foucault, 1981, 101)
Bu durumu, medyada şiddet konusu
üzerine uyarlamaya çalışacak olursak; cinayetin, şiddetin “kötü” olduğu, insan
psikolojisini olumsuz etkilediği, toplumsallığın içinde yaşamanın bir koşulu
olarak şiddetin kontrol altına alınması gerektiği tezahürleri dile
getirilirken, şiddet başka bir alanda başka söylemler altında yeniden
üretilmektedir. Medyada gösterilen şiddet içerikli programlar, haberler vs.
halkın şiddete karşı olan yaklaşımını, psikolojik durumunu etkilemekte ve bu
durum toplumsallığın içinde şiddet kültürünün yeniden üretilmesine neden
olmaktadır.
İktidarın baskıcılığı iktidar ile
özne arasında uzlaşımı sağlamaya yarayacak kadardır. İktidar baskısı, rıza
mekanizması ile ilişki içerisindedir. İnsanlar, otokontrol mekanizması ile
denetim altına alınmaktadırlar. Toplum içinde insanlara nelerin yapılıp
yapılmaması gerektiği öğretilmektedir. Neyin “yanlış” olduğunu bilen insanlar,
kendi özdenetimlerini ortaya koyarak bir eylemi gerçekleştirmemektedirler. Ve
dahası, bu eylemi kendi rızalarıyla gerçekleştirmediklerini düşünmektedirler.
İşte iktidar, ideoloji, oto-kontrol ve rıza mekanizması ilişkisi bu şekilde
karşımıza çıkmaktadır.
“Bireyler olarak zihinlerimiz
eylemlerimizi kontrol etmektedir. Eğer karşımızdakinin zihni, bilgisi ve
kanaatleri etkilenebilirse onun eylemleri de etki ve kontrol altına alınabilir.
Ayrıca bireylerin zihinleri metin veya bireyler tarafından etkilenebiliyorsa, o
zaman söylemin dolaylı olarak da olsa insanların eylemlerini kontrol ettiğini
belirtebiliriz. Bu nedenle ikna ve manipülasyon günümüzün önemli konularından
biri haline gelmiştir. Bu noktada eleştirel söylem çözümlemesi, bu tür bir
gücün nasıl istismar edilerek hakimiyet kurulduğu üzerinde durmakta ve
söylemler üzerinde kontrol kurularak, bireylerin inançlarını ve eylemlerinin
egemen çıkar grupları lehine nasıl çevrildiği konusuna odaklanmaktadır.”
Örneğin medya vasıtasıyla çeşitli
sembollere, imgelere, söylemlere maruz kalmaktayız. İlk bakışta hangi medya
programını ne kadar takip ettiğimiz bizim tercihimizle, rızamızla alakalıymış
gibi gözükse de, biz bize sunulan seçenekler arasından tercih yapmak
durumundayız. Bu nokta da bizim rızamızı aşan bir husus olarak karşımıza
çıkmaktadır. Hiçbir medya kanalını tercih etmediğimizi iddia etmek büyük bir
yanılgı olacaktır. Çünkü medya tek boyutlu bir olgu değildir. Günümüzde
hayatın, toplumsal yaşamın her alanında medya kanalları yerini almıştır.
Sokaklardaki afişlerden, evimizdeki radyodan ya da televizyondan, alışveriş
yaptığımız markete kadar birçok alanda, birçok vasıtayla insanlara anlam
aktarımı yapılmaktadır. Çünkü günümüzde artık iktidar toplumsal hayatın her
yerindedir. Ve ideolojik söylemler tüketim nesnelerinde, nesneleştirilmiş
olgularda, pratiklerde yer almaktadırlar. Bu açıdan bakıldığında “tüketim
toplumu” çalışmamızın seyri açısından büyük önem arz etmektedir. Bu konuya daha
ileriki bölümlerde değinilecektir.İdeolojiler dil ile inşa edilmekte,
iletilmekte ve böylece hegemonyanın devamlılığını sağlamaktadırlar. Bu yüzden,
hegemonya ideoloji kavramıyla birlikte değerlendirilmesi gereken bir kavram
olarak karşımıza çıkmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder