11 Temmuz 2014 Cuma

AT İZİNİN İT İZİNE KARIŞTIĞI COĞRAFYA: ORTADOĞU


Muzaffer DÖNMEZ

Muzaffer DÖNMEZ

E-Posta :muzaffer.donmez@gmail.com
Gündem hareketli olduğu için köşe yazısı sayısını bugün 2'ye çıkarmak zorunda kaldım. Aşağıdaki yazı Sn.Prof. Dr. Ali Demirsoy'a aittir. Sizlerle paylaşmak istedim.MD. Hani bir öykü vardır. Körlere fili elletmişler ve daha sonra ne anladın deyince her biri farklı bir şeyi tarif etmiş. Eğer geçmişten bilginiz yoksa, önünüzü göremiyorsanız, çıkarlarınız için görebildiklerinizi de çarpıtıyorsanız, görmeniz gereken şeyi tüm olarak göremezsiniz. Bu filin ayaklarının altında ya da hortumunun burgusunda canınızı verirsiniz. Ortadoğu’daki yöneticilerin durumu budur. Gelin birlikte yarım yüzyıl kadar geriye gidelim, yaşadığımız ve yaşayacağımız olayların nedenini, sadece ve sadece bugünkü basında da bulabileceğimiz bilgilerle bir analiz yapalım. Buyurun: Mısırın Mübareği seçimle gelmişti Muhammed Hüsnü Said Mübarek Mısır ordusunun bir subayı, 1967 İsrail Mısır savaşında yalnız başına 7 İsrail uçağını düşürdüğü için kahraman oldu ve başarısını sürdürerek askeriyede en yüksek rütbeyi aldı. 1988 yılında seçimle iş başına geldi. En son seçildiğinde oyların %68’ini aldı. Bizim yöneticilerin seçimle ilk başa gelen Muhammed Mursi İsa el-Eyyat‘dir söylemi her zaman olduğu gibi gerçek dışıdır. Seçimle iş başına gelen Mısır’ın ilk yöneticisi Mursi değil, bugün tutuklanmış olan Mübarektir. Eğer sadece alınan yüksek oyla demokrasi gerçekleşiyor olsaydı ve yüksek oy alanın ne olursa olsun yerinde durması gerektiği savı, öncelikle Mübarek için geçerli olmalıydı. Mursi’nin %51’lik oyunu kutsayanlar, Mübareğin aldığı%67’lik oyunu görmemezlikten gelerek her zamanki gibi siyasetin ahlaksızlığına sığınmaktadırlar. Batı neden Mısır’daki ve Ortadoğu’daki demokrasilere ciddi bakmıyor? Demokrasinin vazgeçilmez koşulu alınan oy olduğuna göre, batı dünyasının bu coğrafyanın demokrasisine gülümsemesini, dikkate almamasını, bu coğrafyadaki demokrasi dışı gibi görünen hareketlere destek vermesini açıklamamız gerekiyor. Dini siyasete bulaştırmış olanlarda demokrasi ahlakı gelişemez. Bu nedenle bizim yöneticilerimizin geçmişte defalarca çeşitli biçimlerde söylediği “İslam dininde laiklik ve demokrasi olmaz” yargısı aslında tamamen doğruydu. Kendini laik, entelektüel, aydın, çağdaş ve özellikle Kemalist olarak tanımlayan kesim bunu hiçbir zaman anlayamadı. Belirli bir kesim için demokrasi olsa olsa yine bu kesimin yöneticilerinin geçmişte söylediği gibi, “hedefe varmak için bir araçtır; gerekli istasyona gelince inilir” olmalıydı. Öyle de oluyor. Aslında bu konuda bu kesimin planında bir sapma yoktur; kendi içlerinde tutarlıdırlar; sadece geçmişteki önderlerinin yaptığı gibi hedefe varmak için her şey mubahtır kuralını ustalıkla kullanmışlardır. Bu coğrafyanın demokrasisini batı niye küçümsüyor diye bangır bangır bağırıyoruz; hatta iftarını açmak için sabırsızlıkla bekleyen insanlara Mursi’nin başına gelenleri ve Suriye muhaliflerini anlatıyoruz. Kusursuz bir demokrasinin nasıl ihlal edildiği süsünü vermeye kalkışıyoruz. Bugün Türkiye’deki partilerde birkaç istisna dışında kendi bilek hakkıyla milletvekilliğine resmen aday olabilen kaç kişi kalmıştır? Parti başkanları bir liste hazırlıyor; biz de bu listeyi onaylıyoruz ya da onaylamıyoruz. Batı dünyasının demokrasi anlayışında parti başkanının isimleri önüne alarak, bir liste yapıp, o listeyi merkez yönetim kurulunun ve daha sonra halkın önüne fırlattığı bir ülke var mıdır? Bu nedenle batı bu demokrasiye inanmıyor, çıkarları için inanıyor görünüyor. Demokrasi başka bir tanı da kişinin özgür iradesi ile yöneticisini seçebilmesi demektir. Lütfen kuruntularınızdan ve yandaş mantığınızdan biraz ayrılarak elinizi kalbinizin üstüne koyarak düşünün: Bu ülkede kaç kişi, seçeceği kişiyi enine boyuna tartarak oyunu kullanıyor? Bu ülkede ve belli ki bizim gibi ülkelerde önemli bir satılık oy vardır; birkaç kutu makarnaya, tuza, ekmeğe, una, kömüre vs, namusu olarak da tanımlanmış oyunu satan önemli bir kesim vardır; şeyhine, ağasına, etnik bağlantısına, mezhebine göre oyunu kullanan önemli bir kesim vardır; kocasının sözünden çıkamayan bir hanımlar kesimi vardır; işe yerleşme, daha iyi bir yere atanma, ihalelerden pay alma için bekleyen ve bunun için destek veren çıkarcı bir kesim vardır. İpleri yabancı ülkelerin bu işlerle ilgili istihbarat ve operasyon bölümlerine bağlı cemaatler ve sivil halk kurumları adı altında birçok işbirlikçi kesim vardır. 1997 seçimlerinde bir partimiz bir cemaate göz kırptığı için en yüksek oyu alarak iktidarın birinci ortağı oldu. Kendi amacına daha uygun bir parti kurulduğunu gören bu cemaat desteğini çekince bu parti eşekten düşmüşe döndü. Dünya tarihinde galiba iktidar partisi iken o dönemin sonunda oy oranını %1 civarına düşüren başka hiçbir parti olmamıştır. Batı, bütün bunlara kanacak kadar eşek mi? Batı, eşek mi? Cemaatlerin, çıkarcıların, ağaların, şeyhlerin yönlendirdiği, oyunu satan geniş bir kitlenin mevcut olduğu bir ülkede, evrensel anlamda bir demokrasinin olamayacağını anlamıyor mu? Ilımlı İslam’a bel bağlamışlardı, hem emperyalistlerin çıkarları korunacak hem de bu ülkelerde demokrasi varmış görüntüsü yaratılmış olacaktı. Türkiye, Suriye ve Mısır’daki yapılanmalar ve hareketler, batıya bir gerçeği tüm çıplaklığıyla gösterdi: Ilımlı İslam’dan bile demokrat olamaz. Aslında Ortadoğu hızla yol ayırımına yanaşıyor. Ya din devleti olmayı bırakacaksınız ya da demokrasiden vazgeçeceksiniz. Demokratmış gibi görünmeniz artık kimse tarafından inandırıcı bulunmuyor. 1931 Mısır doğumlu ünlü iktisatçı ve teorisyen Samir Amin verdiği bir demeçte: "Seçimde büyük bir düzenbazlık vardı. Çünkü ABD'den ve Körfez ülkelerinden milyonlarca dolar Müslüman Kardeşlere aktı. Bu paralarla, yoksul Mısırlı aileler için sadaka sandıkları hazırladılar. Hemen hemen her aileye içinde yağ, şeker, pirinç, hatta et olan yaklaşık 30 milyon paket dağıtıldı (size bu seçim stratejisi tanıdık geliyor mu?). Müslüman Kardeşler, seçim bürolarını işgal ettiler; güvenmediklerinin içeri girip oy kullanmasını önlediler. Denetçi yargıçları seçim bürolarından kovdular; bu denetçiler bu seçim geçersiz olmalıdır dedilerse, seslerini kimseye duyuramadılar. Ama ne yazık ki, çoğunlukla Avrupalılar tarafından seçilmiş uluslararası gözlemciler herhangi bir usulsüzlük görmediklerini beyan ettiler”. Mursi’nin meşru bir şekilde seçilmiş cumhurbaşkanı olmadığını bildikleri (bizzat tanık oldukları ve suskun kaldıkları için) için seslerini fazla çıkaramıyorlar; çünkü Tunus’ta da, Libya’da da, Irak’ta da, Afganistan’da da suça iştirak etmişlerdi. Müslüman kardeşlerin bugüne kadar yaptıkları gibi, Suriye’de yapmakta oldukları gibi tek çareleri kalmıştır: Şiddete başvurma. Ortadoğu’nun şekillenmesi için görev verildiğini söyleyerek gezen bazı yöneticiler, ne edip edip kendi gelecekleri için bu işbirlikçi kesime yardım etmeye çalışacaklardır. Almanya Şansölyesi Angele Merkel, Türkiye için hiç iyi niyet taşımıyor ve bunu da saklamıyor. Açıkça Türkiye’nin bu coğrafyada yeri yok diyor. Diğer liderler de aşağı yukarı aynı durumda denebilir. Neye dayanarak bunu söylüyor diye merak edebilirsiniz. Almanya’da savcılar insani yardım topladığını söyleyen Deniz Feneri adlı bir oluşum hakkında dava açtılar; bazı insanları dolandırıcılıktan mahkûm ettiler. Ancak, savcının bunun ötesinde bazı iddiaları vardı: Bu yardımlar Türkiye’de bazı partilerin çıkarları için kullanıldı. Türkiye yaklaşık 5-6 yıldır buna hukuksal bir yanıt veremedi. Yani Türkiye’deki demokrasiye Almanya açısından kuşku düşmüştü. İşte bu nedenle Merkel tavrını açıkça koyuyor. Acaba diğer liderler de aynı yolu izleyecek mi? Bunu zaman gösterecek. Çünkü Türkiye’nin 80 yıldır biriktirdiği sanayi tesisleri, finans kuruluşları, bankalar, limanlar, yollar; gelecek için saklanan arsalar, araziler; yer altı zenginliklerimiz özelleştirme adı altında yetirince el (milliyet) değiştirmedi. Bu nedenle demokrasi ve özelleştirme, liberalleşme nutku atan bir Türkiye’ye bir müddet daha gerek var. Bunlar tamamlanınca kimin demokrasi havarisi olduğu kimin olmadığı anlaşılacak. İşte bu nedenle Mursi birçok Ortadoğu yöneticisinin gelecekteki prototipini oluşturuyor. Bu nedenle Mursi’ye yapılanları çadır çadır dolaşarak anlatıyoruz. Mursi’ni şansızlığı, Mısır’da yağma edilecek fazla bir şeyin olmamasıydı; yoksa Mursi demokrasisine, batı, emin olun ki, bir müddet daha tahammül edecekti. Birçok Ortadoğu ülkesinde demokrat geçinen, monarşi kuran yönetimlere geçici olarak ılımlı baktığı gibi. 18 Temmuz 2013’de Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı yabancı ülkelerin Türkiye büyükelçilerini iftara davet etti ve çok uzun, zehir zemberek bir konuşma yaptı. Dünyanın demokrasi anlayışını ve Ortadoğuya bakışlarını yerden yere vurdu. En gerçekçi demokrasinin bizde olduğu vurgusunu defalarca yaptı. Bir gün sonra Suriye’nin kuzeyinde PKK’ya kardeş PYD’nin bir özerk bölge kurulması gündemdeyken, okları ne hikmetse Mısır ve Suriye’ye çevirdi. Sanki en önemli sorunumuz buymuş gibi. Konuşmayı dinleyen büyükelçiler ne düşünür bilemeyiz. Ancak bu konuşmaya biraz düşünen biraz okuyan biraz yorum getiren bir Türk vatandaşı inanır mı? Yaşamını icazet almaya endekslemiş olanlar inanır. Ancak: Çok kişi, Afganistan, Irak, Somali, Sudan, Libya, Tunus, Yugoslavya darmadağın edilirken neredeydik; hatta birçoğunun işgal edilmesine askeri olarak katkımız unutulmaz iken nasıl oluyor da demokrasi havarisi oluyoruz diye düşünecektir. Bütün inançlara eşitiz derken, 136.000 Sünni imamın maaşını, 90.000 caminin giderlerini bu öğretiden hizmet almayanların vergilerinden ödemeniz hangi demokrasi anlayışına sığar. Dolayısıyla bu nutka inansa inansa, beleş yemek peşinde olan iftar çadırlarındaki insanlar inanır; elçiler ve düşünen insanlarımız değil. Bu coğrafyanın çocuğu olup, Mursi’yi yakından tanıyıp da destek verenlerin aklından kuşku duymak gerekir. 1982 yılında doktora yapmak için Amerika'ya giden, Güney Kaliforniya Üniversitesinde öğretim elamanı olarak çalışan, 3 çocuğu ABD vatandaşı olan Mursi Cumhurbaşkanı olur olmaz Müslüman Kardeşlerinin isteğini hemen yürürlüğe sokmaya başladı. ► Anayasa’ya şöyle bir madde kondu: Kadınlar -şeriat hükümlerine aykırı olmadıkça – her hususta erkeklere eşittir. Bu aslında tipik bir Müslüman demokrasi anlayışıydı. Zaten kadının şeriat hükümlerinde uygar dünyanın anladığı biçimde yeri yoktur. İslam ülkelerinin çoğunda uygulana gelen heykel, resim, bale yapma; tiyatro, opera ve benzeri faaliyetlerin yasaklanmasına ya da kısıtlanmasına daha da katı bir şekilde devam edildi. ► İşe, kadınların kocalarından izin almaksızın boşanma davası açabilmeleri ile ilgili yasa ile başladı. ► Arkasından, kadınların denize girmelerini yasakladı. ► Arkasından, kadınların müzikle uğraşmaları yasaklandı. ► Meclise 7 kadın, vekil olarak sokulduysa da onlardan biri gayrimüslim, diğerleri ise şeri yasaların tam olarak uygulanmasını isteyen bir görüşün mensuplarıydı. ► Kızların 9 yaşında evlendirilmesi için yasa tasarısı vermeye hazırlandı. Gerekçesi de ilginç: Muhammed Peygamber, Ayşe ile 6 yaşında iken nikâhlanmış, zifafa girmek için 3 sene beklemiş, Ayşe 9 yaşına girince "duhul" gerçekleşmiş. Peygamberin yaptıklarını yapmak sünnet olduğu için, bunun böyle olması kaçınılmazmış (Ali Serdar Polat, 2013 Temmuz, Mursi’nin yediği naneler yazısından). Mursi efendi, Tepkiler üzerine yaş sınırını 14'e çekiyor. ► Sözde din önderlerinden "Kızlar 1 yaşında bile evlendirilebilir, yeter ki babası razı olsun. Duhul’ün kaç yaşında olacağına kocası karar vermeli” diye icazet de alıyor." ► Ama bardağı taşıran son damla, “Veda seksi" yasası oldu. Faslı imam Zemzemi, "Eşler öldükten sonra 6 saat boyunca evli kalırlar, dolayısıyla erkek ölü eşi ile bu 6 saat içinde vücut soğumadığı için cinsel ilişki kurabilir" fetvasını verdi; ancak, tepkiler üzerine "Kadın da ölen kocası ile 6 saat boyunca cinsel ilişkiye girebilir" diyerek dünya tarihinde görülmeyen bir uygulamayı başlatmaya çalıştılar . Bu imamın fetvası üzerine Müslüman Kardeşler Mısır Milli Meclisi'ne bu "Veda Seksi" için yasa tasarısı verdiler. Onun üzerine halkın büyük bir kısmı ve ordu ayağa kalktı. (http://www.youtube.com/watch?NR=1&v=7c_zppPutQw&feature=endscreen) Mursi’nin düşürülmesine başka gruplar da destek sağladı Sünni Müslümanların dışında herkesi, suçlu, ahlaksız, gâvur, Allahsız, dinsiz olarak gördükleri için, bir zamanlar Mısıra gelen 60 kadar turisti Müslüman kardeşler Luksor’da öldürdü. Mursi, öldüren örgütün önde gelen bir kişisini Adil el-Hayat'ı hem de inadına Luksor valisi atayınca gelirinin önemli bir kısmını turizmden edinen Mısırlılar da ayağa kalktı. Mursi ve ekibi, Hıristiyanlara ve Şiilere karşı düşmanlıkları körükledi. Sadece Şii oldukları için 4 kişi başları kesilerek öldürüldü. Kiliselere hücum edildi, ateşe verildi. Papazlar öldürüldü. Mısır'ın %18'lik Hıristiyan nüfusu ve Şii azınlık sindirilmeye çalışıldı; bu kesim diken üzerinde yaşamaya başladı. Başbakanımızın yere göğe sığdıramadığı Gazze halkının (orada 9 yaşında kızlar resmi olarak evlenebiliyor) dışarıya açılan tek bağlantı noktası, Gazze ile Mısır arasındaki yeraltı tüneli, halk hareketleri başlar başlamaz kısa bir süre açılmasına karşın, Mursi Cumhurbaşkanı seçilir seçilmez bu tünelleri kapattığı gibi, kaçak ilaç ve ihtiyaç maddeleri geçirilmesin diye içine su pompalattırdı. Aslında bunların ve bu çağdışı insanlara arka çıkanların Müslümanlığı da bu kadar. Önemli Not: Türkiye başbakanı ve cumhurbaşkanı bu gerici başkanı hem ziyaret ettiler hem davet ettiler. Türkiye bu kadar ihtiyacımıza karşın Mısır’a 2 milyar dolar kredi-yardım; 6-7 milyar dolar da Türkiye tekstilcilerinin Mısır’a bir çeşit taşınması için teşvik kredisi verdiler. Bunun sadece bir açıklaması olabilir: Bu coğrafyada benzer yöneticileri ayakta tutma çabası. Daha ne diyeyim… İkinci önemli not: Bu yazı bir Ortadoğu uzmanın yazısı değildir; uzmanların yazılarından esinlenerek yazılmıştır. Önemli tarafı ise artık bazı gerçekleri olabildiğince tanıtmadır; halka göstermektir. Necip basınımızın böyle bir niyeti ve amacı yok gibi görünmekte. Uğur Dündar’ın dediği gibi, Napolyon eğer yöneticilerimizle bugün konuşuyor olsaydı, şu ifadeyi söyleyebilirdi: Sizdeki basın bende olsaydı benim en büyük yenilgim Waterloo’yu kimse duymazdı. Saygılarımla Değerli kardeşim Bu coğrafyada önemli şeyler oluyor; geçmişte de oldu. Eğer olanları yeterince bilemezsek ve yorumlayamazsak, geçmişte olduğu gibi yine Ortadoğu bataklığına saplanırız; saplanıyoruz da. Derlenen bu yazı yöneticilerimizin ruh halinin, gerginliğinin ve kuşkularının nedenini açıklamada önemli bazı fikirler verebilir. Sevgilerimle Ek bilgi: Müslüman Kardeşler: İhvanü'l-Müslimin, Hasan el Benna’nın 1928’de Mısır’daki İsmailiye kentinde kurduğu dinsel siyasi örgüt. Kuran ve Sünnet kurallarının hem halk içerisinde hem de devlet idaresinde harfiyen uygulanmasını emreder. Müslüman ülkelerin çoğunda gizli ya da açık olarak örgütlenmiştir. Bizim ülkemizin birçok yöneticisinin de bu örgütün üyesi olduğu basında sık sık vurgulanmaktadır. Daha çok Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da örgütlenmiştir. Ancak kavga olan İslam ülkelerinin hemen hepsinde şu ya da bu şekilde örgütlenmiştir. Aslında kurulduğunda çok etkili değildi. Mısır’da 1938’den sonra siyasi nitelik kazandı; kısa bir zaman sonra da Mısır’da mevcut olan monarşi ve iktidarın partisi Vafd partisine karşı harekete geçti. 1952’deki Hür Subaylar Darbesi ile diğer partilerle birlikte bu parti de kapatıldı (1954); mensupları yeraltına çekildi; bu arada Sovyetlerden önemli yardımlar alarak Asuan barajının yapımını gerçekleştiren Cemal Abdülnasır’a suikast düzenleyen bu örgütün önde gelenleri idam edildi; karargah gibi kullandıkları El-Ezher Üniversitesi, vakıf kuruluşları, sivil yardım kuruluşları, cemaate ait camiler denetim altına alındı (benzerleri ve aynı yapılanma bize de yabancı görünmüyor). Büyük bir olasılıkla Sovyet yanlısı tavır sergileyen Nasır’a karşı bu örgütün içine Amerika Birleşik Devletleri sızdı ve bu işbirliği bugüne kadar gizli de olsa sürdü. Özellikle Amerika’nın 1980 yıllarında Sovyetlere karşı başlattığı yeşil kuşak projesi kapsamında belli ki bu örgüte de destek verdi ve Müslüman Kardeşler örgütü bu tarihten sonra gittikçe güçlenmeye başladı. 1982 Şubatında Sovyetler yanlısı Hafız Esad’a karşı Suriye ve Hama kentinde ayaklandılar, kanlı bir şekilde bastırıldılar. Şiddet yanlısı olmaları nedeniyle Muhammed Hüsnü Mübarek tarafından sert önlemlerle denetim altına alınmaya çalışıldı. Yeterice başarılı olamadı, 2005 yılında 88 milletvekili ile parlamentoya girdiler. Aynı adla Ürdün’de, farklı adlarla Cezayir ve birçok İslam ülkesinde (?) örgütlendiler. Batının desteği ile 2010 yılında Tunus’ta ayaklanmış ve daha çağdaş yapılı iktidarı düşürmüş. Daha sonra, bu örgütün resmi üyesi olan ve destek sağlayan; hatta bir zamanlar bu örgütün sempatizanı olarak basında yer alan Türkiye’nin başbakanı Necmettin Erbakan’ı çöl çadırında azarlayan Kaddafi’yi bile Amerika çıkarları için ayaklanarak düşürülmesine (Türkiye’de bu örgütü dışişleri bakanımız tarafından 300 milyon dolarla desteklemiş; askeri araçlar göndermiştir) ve cinsi tasallut ile birlikte sokak ortasında öldürülmesine neden olmuştur. 2011 yılında Mısır ve Ürdün’de “Arap Baharı” olarak bilinen aynı senaryo oynanmıştır. 2010 yılında Tunus, 2011 yılında da Mısır ve Ürdün’de düzenlenen protesto gösterilerinde önemli rol oynamıştır. Prof. Dr. Ali Demirsoy

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder