6 Şubat 2013 Çarşamba

Rusya, Kürt Sorunu ve PKK



Rusya Federasyonu, son dönemde terörden en fazla zarar gören ülkelerin başında gelmektedir. Hatta uluslararası terörizm ile mücadele konusu, Rusya ile başta ABD olmak üzere Batı arasında kısa süreli de olsa romantik ilişkilerin yaşanmasına neden olmuştu. Nitekim, 11 Eylül olayları ile birlikte Rusya, terörizm ile mücadele konusunda Batı’nın yanında yer almış ve bu konudaki tutumunu sürdürmüştür. Her ne kadar Rusya’nın Batı’yı desteklemesinin arkasında farklı nedenler yatsa da, bu konudaki işbirliği, gerek taraflar için gerekse dünya barışı için olumlu neticeler getirmektedir. Ancak Moskova, aynı hassasiyeti ABD ve AB’nin terör örgütü olarak gördüğü PKK terör örgütü konusunda göstermemektedir. Bu yazıda Rusya’nın “terör” anlayışı, PKK’ya karşı tutumu, bu tutumun Türkiye ile ilişkileri ve Rusya’nın Orta Doğu politikasına etkileri gibi konular ele alınacaktır.

Rusya’daki Kürt Nüfusu

Aynen Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) gibi varisi Rusya Federasyonu da çok karmaşık etnik yapıya sahiptir. SSCB’nin dağılışından sonra Rusya’da ilk kez 2002 yılında yapılan nüfus sayımının sonuçlarına göre, Rusya’da yüzden fazla etnik grup yaşamaktadır.(1) Bu halkların bir kısmı, eskiden beri bugün Rusya’nın kapladığı coğrafyada yaşadıkları gibi, bir kısmı da daha sonraki tarihlerde göç edip buralara yerleşmiş ya da yerleştirilmişlerdir. Daha önce Rus topraklarına yerleştirilen ve bugün bu topraklarda yaşayan halklar arasında Kürtler de yer almaktadır.

SSCB’nin son nüfus sayım sonuçlarına göre, SSCB’deki Kürt nüfusu 152,7 bindi. Bunların 56,1 bini Ermenistan’da, 33,3 bini Gürcistan’da, 25,4 bini Kazakistan’da, 12,2 bini Azerbaycan’da, 14,3 bini Kırgızistan’da, 1,8 bini Özbekistan’da yaşamaktaydılar. SSCB döneminde Rusya Federasyonu içerisinde yaşayan Kürtlerin sayısı ise ancak 4,7 bindi.(2) Rusya’daki Halklar Ansiklopedisi’nde de yazıldığı gibi, tarih boyunca kendi devletleri olmayan ve Osmanlı İmparatorluğu, Safeviler ve diğer devletlerin idaresinde yaşayan Kürtler, Kafkaslara özellikle XIX. yüzyılın sonlarına doğru yerleşmeye başlamışlardır. Yapılan göçler Osmanlı ve İran’dan olduğu için, Kürtler genellikle komşu Kafkasya bölgesine yerleşmeye başlamışlardır. Osmanlı idaresindeki Kürtler, daha çok Ermenistan’a yerleşirken, İran Kürtleri, Azerbaycan’a göç etmiştir.

Ancak çok geçmeden SSCB’deki Kürtler bir kez daha göç etmek zorunda kalmıştır. 1937’de Ermenistan ve Azerbaycan’daki Kürtler, 1944 yılında ise Gürcistan’daki Kürtler Stalin’in siyaseti ve “milliyetler politikasına” kurban gitmişlerdir. Sovyet hükümeti, düşman gördüğü Türkiye ile sınır coğrafyadaki Müslüman nüfusu başta Kazakistan olmak üzere Orta Asya’ya sürmüştür. SSCB’nin yıkılışından sonra ise aynen diğer yerli etnik gruplar gibi Kürtler de özellikle ekonomik nedenlerden dolayı eski Sovyet cumhuriyetlerinden Rus topraklarına göç etmek zorunda kalmışlardır.(3) Rus topraklarına göç eden Kürtler daha çok Rusya’nın Krasnodar, Stavropol ve Rostov illeri ile Adıgey cumhuriyetine yerleşmişlerdir. Nitekim 2002 yılındaki sayıma göre, Rusya Federasyonu’ndaki Kürt nüfusu SSCB dönemi ile kıyaslandığında beş kat artmış ve 20 bine ulaşmıştır. 2010 nüfus sayımı rakamlarına göre ise Rusya’da 23.232 Kürt yaşamaktadır (Bunlardan 12.339’u erkek, 10.893’ü kadın). Kürtlerin çoğu Rusya’da köylerde ikamet etmektedir (köylerde 19.137; şehirlerde 4.095).(4) Rusya’daki Kürtler, ondan fazla farklı kuruluş çerçevesinde örgütlenmiş ve aynen diğer halklara gibi kendilerine azınlık hakları tanınmıştır. Aynen diğer azınlıklar gibi zaman zaman bazı sorunlarla karşılaşsalar da, Rusya’daki Kürtler, günümüzde herhangi bir baskıyla karşı karşıya değillerdir. Dolayısıyla Kürt örgütlerinin ileri gelenleri, özellikle Moskova gibi büyük şehirlerde Rusya vatandaşı olan veya Rusya’ya çalışmak amacıyla gelen diğer Kürtlere yönelik saldırıları, Kürtlere karşı bir davranış olarak algılasalar da, bu açıklamalar gerçekçi değildir.  Zira Rusya’da son dönemde artan milliyetçilik havasına paralel bir şekilde özellikle Kafkasya ve Doğu kökenli vatandaşlara saldırılar artmış bulunmaktadır.

Rusya ve Kürt Sorunu

Rusya’nın tarihten beri Kürtlere ve Kürt sorununa olan ilgisi jeopolitik çıkarlarla açıklanmaktadır. Devamlı Osmanlı İmparatorluğu ve İran ile savaşan ve bölgede hâkimiyeti elinde bulundurmak için üçüncü ülkelerle mücadele veren Ruslar, bu ülkelerdeki halklarla yakından ilgilenmiştir. Kürtlerin, Rusları “düşmanımın düşmanı” olarak görmesi ise bir taraftan Rusların Kürtlere olan ilgisini artırmış, diğer taraftan da Rusların bölgedeki konumunu güçlendirmiştir. Söz konusu durum, Osmanlı döneminde olduğu gibi, bugün de geçerliliğini korumaktadır. Ruslar Kürtleri, Rus-Osmanlı, Rus-İran savaşlarında müttefik olarak görürken, Kürtler de her konuda Rusların desteğine güvenmiş, hatta bu desteği elde etmek için Komünist görüşleri benimsemeye çalışmışlardır. Nitekim II. Dünya Savaşı’nın sonlarına kadar Yakın Doğu’da SSCB’nin tek müttefiki Kürtlerdi.(5) Soğuk Savaş’ın son yıllarında ise Moskova, Irak, İran ve Türkiye ile de ilişkiler geliştirmeye başlayınca, Kürtlerin Rusların müttefiki olarak önemi azalmıştır. Moskova’nın Saddam Hüseyin ile yakın ilişkiler içerisinde olması ve Rusya’nın Orta Doğu’da başka dayanaklar bulması da, bu önemin azalmasında etkili olmuştur.

Günümüz Rusyası’nda Rusya’nın Kürt sorununa ve ayrı devlet kurma taleplerine bakışı çok fazla değişmemiştir. Özellikle Rusya’nın ilk devlet başkanı Boris Yeltsin döneminde Moskova, iç sorunlarla uğraşırken ve bu sorunları Batı’nın yardımıyla çözmeyi düşünürken, Rusya Kürt sorunu da dâhil olmak üzere Yakın Doğu ve genel olarak dış politikayı ihmal etmiştir. Ancak, Vladimir Putin’in devlet başkanı olduktan sonra Rusya’nın kendisini toparlaması ile birlikte Rusya hem çok yönlü hem de çok aktif dış politika izlemeye başlamıştır. Bu bağlamda Kürt sorunu da Rusya’nın dış politikasında yeni bir boyut kazanmıştır.

Aslında uluslararası arenadaki gelişmelere karşı Rusya’nın resmî tutumu, BM çerçevesinde şekillenmiştir. Rusya bütün sorunların barışçıl yollarla çözülmesinden yanadır. Rus yetkililer, İran ve Suriye de dâhil olmak üzere bütün sorunların taraflar arasında dışarıdan bir dayatma olmadan çözülmesi gerektiğini savunmaktadır. Ayrıca Rusya, ülkelerin mevcut statülerinin korunmasını, bağımsızlık talebinde bulunanlara ise hukukî anlaşmalar çerçevesinde sınırlı özerkliğin verilmesini savunmaktadır. Rusya’nın bu görüşü, Kosova için olduğu gibi, Irak’daki Kürtler için de geçerlidir. Bu husus ise Rusya’nın kendi konumu ile yakından ilgilidir. Zira Kosova ve diğer bölgeler emsal teşkil edebileceğinden ve Rusya Federasyonu içindeki cumhuriyetlerin de bu bölgeleri örnek alarak bağımsızlıklarını ilan edebilecekleri korkusundan dolayı Moskova, günümüzdeki bütün devletlerin toprak bütünlüğünü desteklemektedir. Bununla birlikte Moskova bir taraftan söz konusu politikasını sürdürürken, diğer taraftan bu politikasıyla hayal kırıklığına uğratan halkları da dış politikasının farklı yönlerinde “pazarlık aracı” olarak kullanmaktan çekinmemektedir. Kürtler de bu bağlamda istisna teşkil etmemektedir.  Moskova ile Kürtler arasında ortak çıkarlar da mevcut olup, bunların başında “Pantürkizm” korkusu gelmektedir. Gerek, Ruslar ve Rus hükümeti gerekse Kürtler, Türkiye’nin Orta Asya, Kafkaslar ve Orta Doğu’da etkisini artırmaktan rahatsız olmakta ve Türkiye’nin bu coğrafyada güçlenmesini, kendileri için “tehlike” olarak algılamaktadırlar. Nitekim Rusya Pantürkizm’e karşı Kürtleri bir nevi “koruma seti” olarak görürken, Kürtler de Rusların desteğini elde etmek için kendilerinin Türklerin yayılmasının önündeki en büyük engel olduğunu ileri sürmektedirler.(6) Hatta Kürtler, son dönemde gerçekleşen Rus-Türk yaklaşımından da rahatsız olmaktadırlar. Nitekim, kurt.ru internet sitesinde yayınlanan anonim bir makalede, Türkiye’nin aynen I. Dünya Savaşı sonrasında olduğu gibi Rusya’yı kullandığını ve Rusya sayesinde güçlenmek istediğini belirterek, önümüzdeki yıllarda da Türkiye’nin güçlendiğini hissetmeye başladığı bir dönemde sırtını yine Rusya’ya dönebileceği yazılmaktadır.(7) Böylece Rusya ile Kürtler arasındaki ilişkileri, “çıkar” ilişkisi olarak nitelendirmek mümkündür. Bu ilişkilerin çıkarlara dayanması, aslında çıkarların sona erdiği anda dengelerin değişebileceğini ve Türkiye’nin bu dengeleri kendi lehine değiştirebileceğini de göstermektedir. Son dönemde gelişmeye başlayan Türk-Rus ilişkileri bunun bir göstergesidir.

Türk-Rus İlişkilerinde Terör ve PKK Faktörü

Soğuk Savaş döneminde farklı taraflarda yer alan Türkiye ile Rusya Federasyonu 21. yüzyılın başında diplomatik ilişkileri artırmış ve iki ülke arasındaki ilişkiler ivme kazanmıştır. Bunun en büyük göstergesi ise iki ülke arasındaki ticaret hacmidir. 2012 yılında iki ülke arasındaki ticaret hacmi 40 milyar Dolar’a ulaşmış bulunmaktadır. Taraflar 2015’te bu rakamı 100 milyar Dolar’a çıkarmak istemektedirler. İki ülke arasındaki ticaret hacmin büyümesinde hiç şüphesiz her geçen gün gelişen diplomatik ilişkilerin de etkisi büyüktür. Ticaretin, yanı sıra tarafların enerji alanında işbirliği içerisinde olmaları, iki ülkenin de bölgedeki birçok sorunun barışçıl yollarla çözmekten yana olmaları gibi faktörler de Rus-Türk ilişkilerinin gelişmesini sağlamaktadır.(8) Bununla birlikte taraflar arasındaki ilişkilerin daha fazla gelişmesini sağlayacak ve aynı zamanda acil çözüm bekleyen sorunlar da mevcuttur. Bu sorunların başında hiç şüphesiz Rusya’nın PKK ile ilgili tutumu gelmektedir.

Rus-Türk ilişkilerinde PKK konusu, tek başına neredeyse hiç ele alınmamış ve hep Çeçenistan konusu ile kıyaslanarak gündeme getirilmişti. Bu iki konunun üzün süre boyunca ilişkilere gölge düşürdüğünü de söylemek mümkündür. Aslında terörden en fazla zarar gören ülkelerin başında Türkiye ile Rusya gelmektedir. Bununla birlikte taraflar, uzun süre boyunca karşılıklı suçlamalarda bulunarak ilişkilerin ara sıra gerginleşmesine neden olmuşlardır. Ancak özellikle 11 Eylül’den sonra bütün ülkelerin uluslararası terörizm ile mücadelede işbirliğine gittiği zaman, Rusya ile Türkiye birbirlerinin konuyla ilgili hassasiyetini daha iyi anlamış ve diplomatik ilişkilerin de gelişmesiyle, söz konusu konular, ilişkilerdeki sorun olmaktan çıkmıştır. Ayrıca bunda 24 Ocak 2002 yılında Moskova’da uluslararası terörizm ile mücadele konusunda Rus ve Türk diplomatlarının yaptıkları görüşmelerin ve bu konuda işbirliği yapacaklarına dair imzaladıkları anlaşmaların da etkisi büyüktür.(9) İki ülkenin bu alanda işbirliğine gitmesinde terörizm ile mücadele konusundaki yaklaşımları da etkili olmuştur. Nitekim Türkiye ile Rusya, ABD’den farklı olarak terör ile mücadeleyi kendi topraklarında vermekte ve bu tehlike her iki ülkenin de toprak bütünlüğünü tehdit etmektedir. Diğer taraftan Türkiye ile Rusya, ABD’nin terör ile mücadele çerçevesinde Orta Doğu ve Asya coğrafyasında izlediği “yayılmacılık” politikasından da rahatsız olmaktadırlar.

Başlangıçta PKK konusu ilişkilerde Çeçenistan sorunu ile birlikte gündeme geldiyse, son dönemde gerek Rusya’nın Çeçenistan meselesini çözmesi gerekse de Türkiye’nin meseleyle ilgili Rusya’yı memnun eden tavır içerisinde olması dolayısıyla ikili münasebetlerin gündeminde yalnızca PKK konusu kalmıştır.

Putin’in Aralık 2004’te gerçekleştirdiği Türkiye ziyaretinden(10) sonra Rusya’da PKK’yı terörist listesine dâhil etmesi gerektiğine dair sesler artmıştı. Moskova’da faaliyet gösteren Kürt örgütleri, Rusya Federasyonu kanunlarına uygun bir şekilde kurulmuş olsa da, Rus uzmanlar söz konusu örgütlerin bir kısmının PKK ile ilişkileri olduğunu belirtmektedir. Ancak, Yakın Doğu politikasının önemli bir unsuru hâline gelen Kürt etkenini göz önünde bulunduran Kremlin, bu örgütleri yasaklayarak, Kürtlerle ilişkilerini bozmaktan çekinmektedir. Diğer taraftan, en önemli ticari ortaklardan biri olan Türkiye’nin bu konudaki baskısı, Rusya’yı bir seçim yapmaya zorlamaktadır. Bununla birlikte Rusya yayınladığı terörist örgütler listesinde PKK’ya yer vermemektedir. Rus yetkililer sadece Rusya’da faaliyet gösteren ve Rusya’nın çıkarlarına zarar veren terör örgütlerini listeye dâhil ettiklerini ileri sürmektedirler. Netice itibarıyla taraflar birbirlerinin terörizm ile mücadele konusundaki kaygılarını anlamalarına rağmen, somut işbirliğinden uzaktırlar. Ancak, tarafların bu yönde yaptıkları karşılıklı adımlarla bu konu artık ilişkileri olumsuz etkilememektedir.

Dipnotlar
 
(1)Bu sayım ve neticeleri için bkz. L. Şahin,
“Rusya Federasyonu 2002 Yılı Nüfus Sayımı ve Düşündürdükleri”,
Avrasya Dosyası, Jeopolitik Özel, VIII/4, ss. 294-317.
(2)T. F. Aristova, “Kurdı”, 5 Kasım 2007, http://www.narodru.ru/peoples1236.html
(3)Orta Asya ve Kafkaslardan Rusya’ya yapılan genel göçler hakkında bkz.
İ. Kamalov,
“Eski Sovyet Vatandaşları: Yeni Rus Azınlıklar”, Stratejik Analiz, S. 84,  ss. 50-58.
(4)Rusya Federasyonu Nüfus Sayımı Resmî İnternet Sitesi:
http://www.gks.ru/free_doc/new_site/perepis2010/croc/Documents/
Vol4/pub-04-01.pdf

(5)“Rossiya i Kurdskiy Vopros”, 15 Eylül 2007, http://www.kurdi.ru/index.php
option=com_content&task=view&id=3
(6)“Rossiya i Kurdskiy Vopros”, 15 Eylül 2007, http://www.kurdi.ru/index.php?option=com_content&task=view&id=3
(7)“Rossiya i Kurdskiy Vopros”, 15 Eylül 2007, http://www.kurdi.ru/index.php?option=com_content&task=view&id=3
(8)Rus-Türk İlişkileri ile ilgili daha geniş bilgi için bkz.  İ Kamalov, “Rusya,
AB’ye Alternatif Olabilir Mi?”, Stratejik Analiz, S. 81,  Ocak 2007, ss. 52-60.
(9)M. K. Ziganşin, Rossiya-Turtsiya: Ot Dvustoronnego Sotrudniçestva k
Mnogoplannovomu Partnerstvu, Bişkek 2007, s. 59.
(10)Bu ziyaret için bkz. İ. Kamalov, “Putin’in Türkiye Ziyareti: Yeni Dönemin
Kapılarını Ticaret Aralıyor”, Zaman, 5 Aralık 2004.
 
 04 ŞUBAT 2013Doç. Dr. İlyas Kemaloğlu (Kamalov) ORSAM Avrasya Danışmanı, Mimar Sinan Üniversitesi Tarih Bölümü

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder